Kırlarda böyle baharda
böyle ikindi üzeri
gökyüzünün aydınlığı bir sevda şarkısı gibi yumuşarken,
ağaçların gölgeleri
rahat ve serin
toprakta başlarken uzamaya,
daha genç
daha şehvetli
daha yeşil yaşarken
kuşları, boynuzlu hayvanları ve böcekleriyle otlar,
tembel ve bahtiyar
sazan balıkları gibi kımıldanırken su birikintileri,
bir saadetli hayıflanıştır insan yüreğinde
bugünkü dünyada bulunmanın kederi.
Nasıl yaşanacağı, neyle yaşanacağı benim tek derdim oldu. Dertlerin en temellisi, dertlerin en tedavisizi, tedavisi ölüm olanı, çaresi ölüm olanı geldi beni buldu. Bulduğuna da memnun oldu ki, bir daha hiçbir yere gitmedi. Ben hiçbir yere onsuz gidemedim. Nereye doğru hafiften kıpırdasam onu bavuluma serili, nereye uzansam onu az evvelden gelip yanı başıma serili buldum. Cam kenarında iken ben, o koridorda, masadayken ben, o çekmecede, olur da gülersem ben, o genzimde idi. Bir şeyi sevecek olsam, o itirazı olandı, otursam bahanesi olan, yatsam uykusu kaçandı, ben acıkırken o ağzını siliyor olurdu, ayakkabımı giyerken çekeceği sallayandı, ben başlarken kitabı bitiren, çıkarken inendi. Nasıl yaşanacak o biliyordu, yaşayamayarak diyecekti, onu da demiyordu.
Hadislerle Bereketli Ev
Ailenizin yanına girdiğinizde onlara selâm verin ki size ve ev halkınıza bereket olsun." (Tirmizi)
"Kişi evine döndüğü zaman içeri girerken ve yemek yerken Allah'ın adını zikrederse, şeytan (avanelerine): Size burada gecelemek de yok akşam yemeği de yok! der. Ama kişi, eve girerken Allah'ı zikreder
Eminim kadınlar bir varlık olarak her durumda değerli olduğuna inandırılmış, erkekler de iktidar sahibi olmak yerine sevgiye adanmış olsaydı her yer çiçek açardı ve sevme hikâyelerinin çok fazla kazananı olurdu.
İlk adımı kimin attığının önemi yoktur. Kimsenin olamayacağı kadar serinkanlı davranıp duygularına gem vurmanın da gereği yoktur. İhtiyacımız olan en değerli araç; görkemli, bilinçli bir özgüvendir.
Geleneksel ve ataerkil toplumların psikolojisinin en zayıf halkası özgüven tesisidir. Nasıl davranacağının ve doğrunun ne olduğunun, ebeveynler ve otorite figürleri tarafından oluşturulması gerektiğini öğrenmiş bireyler, ilişkilere başlarken ve onları sürdürürken stratejilere başvururlar. Sorgulamak tehlikeli görüldüğü için verileni ezberleyen ve katıksız doğru olduğu inancıyla yaşayan birey, böylece kendi sorumluluğunu almaktan da karar mekanizması olma kaygısından da muaf olur.
Başını yastığa koyduğunda
kızıl saçları kafasını hale gibi sardı. "Buraya gel," dedi arzu dolu bir sesle.
Clay kıyafetlerini yeni çıkardı. "Mecaz kullan- dın," dedi oyuncu bir şekilde ona doğru yaklaşarak.
"Biliyorum. Şimdi bacaklarını açıp üzerime tır- man." Julia emir vermeye başlarken gözlerini onun- kinden
Tony anlatmaya başlarken tarihsel şimdiki zamana geçince, önce biraz şaşırdım. Ardından bu kipin Tony'nin ana dili İspanyolcada yaygın kullanıldığını fark ettim. Mesleğimin ilerleyen yıllarında travmazedelerle çalıştıkça ve travmatik belleğin doğasını daha çok araştırdıkça, acı verici olayları anlatırken şimdiki zamana geçmenin -yalnızca şiddet failleri için değil- pek çok kişi için tipik bir durum olduğunu öğrenecektim. İçimdeki psikoloji kaşifi bunu büyüleyici buluyor: Zamansal gerçekliğin bu şekilde çarpıtılması, o anıların canlılığını yitirmediğinin, dosyalanıp ait oldukları geçmişe kaldırılmadığının sinyalini veren bilinçdışı bir işarettir.
Öykülerime başlarken, son bir sözüm daha var: Don Camillo'ya karşı tutumumdan alınan bir papaz çıkarsa, buyursun, elinde bulunan en büyük mumunu kafamda parçalasın. Eğer Peppone yüzünden bana içerleyen bir komünist çıkarsa, o da buyursun, orağıyla çekicini sırtımda paralasın. Yok ama; Hazreti İsa'nın konuşmalarına gücenen biri çıkarsa, işte o zaman elimden bir şey gelmez. Çünkü bu öykülerde konuşan Hazreti İsa değil, benim İsam, yani vicdanımın sesidir.
Mor menekşe... Nüzhet'in vazgeçilmez menekşe tutkusu. "Öldüğümde mezarımın üzerine menekşeler ekin..." demişti. "Renk renk menekşeler."
Hayır, öyle duygusal biri değildi. Melodramdan hoşlanmaz, arabesk muhabbetlerden nefret ederdi. Sahiden mezarının üzerinde menekşeler istiyordu. Üstelik bunu söylerken hiç kederli de değildi, son derece doğal bir tavırla söylemişti bu isteğini. O zaman saçma gelmişti. Taze bir mezar, toprağın üzerinde menekşeler, altında Nüzhet... Hayır! Öldüğüne inanmadığımdan değil, onun ölümüne inanmanın nasıl bir şey olduğunu bilmediğimden. Nüzhet ve ölüm asla bir arada düşünülemezdi. Yeryüzünde, hayatı ondan daha çok seven birini tanımamıştım. Bunu bildiğim için "Mezarıma menekşeler ekin," dediğinde en küçük bir elem kırıntısı bile düşmemişti içime. Ne elem, ne bir burukluk... Ama şimdi, hiçbir zaman ölmeyeceğini düşündüğüm kadının cesedinin ardında böyle durmuş, onun olmadığı bir dünyada hayatın nasıl olacağını anlamaya çalışıyordum. Yanağımda bir sıcaklık hissettim. Nemli sıcaklık derimin üzerinde ince bir sızı bırakarak, dudağıma kadar ulaştı. Gözyaşımın tuzu belli belirsiz ağzıma yayılmaya başlarken...
Sorgulamalarım ve varoluş sancılarım yaklaşık iki yılımı aldı. Ilk zamanlar kimseye anlatamadım bile, çünkü sorgulamak günahtı. Kuran'ın ilk cümlesi "OKU" diye başlarken kim bize sorgulamayı yasaklamıştı?
" Yaşadıklarım sadece öznesi olduklarım değil; sokakta gördüklerim, sessizlikte duyduklarımdır."
"Başlarken her şarkı güzel, her şeyi anlamlı, her yol kutsal."
" Ayaklarını yerden kesen aşk sandalıyla bir denizi aşmak..."