Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Kendinizi öldürmeyeceksiniz, değil mi?" diye sordu Doktor boğuk bir sesle. "Öldürebilirim; eğer beni seven ve beni böyle bir acıdan, böyle ümitsiz bir teşebbüsten kurtaracak bir dost bulamazsam!" Konuşurken ona anlamlı anlamlı baktı. Doktor oturuyordu; ama ayağa kalktı, ona yaklaştı, elini başına koyup ciddiyetle konuştu: "Çocuğum, senin iyiliğin için olacaksa, böyle biri var. Senin için en iyisi olacağına inansam, senin için böyle bir ötenazi düzenlemenin hesabını Tanrı'nın önünde verebilirim. Hayır, güvenli olacağına inansaml Ama, çocuğum..." bir an boğulur gibi oldu, boğazından büyük bir hıçkırık yükseldi; yutkunarak devam etti: "Burada, seninle ölüm arasında duracaklar var. Ölmemelisin. Herhangi bir elin yardımıyla ölmemelisin; özellikle de kendi elinle. Senin tatlı hayatını kirleten diğeri gerçekten ölene kadar ölmemelisin; çünkü o henüz Ölümden Dönmüşler'in arasındayken ölürsen senin ölümün de onunki gibi olur. Hayır, yaşamalısın! Ölüm senin için ifade edilemez bir lütuf gibi gelmeye başlasa da mücadele etmeli, yaşamaya çalışmalısın. Ölümle savaşmalısın, sana acıyla da gelse, sevinçle de; gündüz de gelse, gece de; güvenlik içinde de gelse, tehlike içinde de! Yaşayan ruhuna söylüyorum, ölmemelisin-hayır, ölümü düşünmemelisin bile- ta ki bu büyük kötülük geçip gidene kadar." Zavallı sevgilim ölü gibi beyazladı, yükselen dalgalarla bataklık kumlarının titreyip sallanması gibi titreyip sarsıldı. Hepimiz sessizdik; yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu.
Sayfa 327 - Jonathan Harker'ın Günlüğü, 3 EkimKitabı okuyor
“Neden kendine bunları yapıyorsun? Gerçekten yaşaman gereken çevre böyle bir yer mi? Çirkin e-postalar ve iş yerindeki bitmek bilmez problemlerle kışkırtılman mı gerekiyor? Bunca strese böbreküstü bezlerimiz nereye kadar dayanabilir sanıyorsun? Onları ölüm kalım mese­leleri için saklamak istemez miydin?”
Reklam
Alçağım, ama hırsız değilim," diyor. "Çünkü her an, hakaret ettiğim nişanlıma giderek, hileyle kendime mal ettiğim paranın kalan kısmını önüne bırakıp, bak, paranın yarısını yedim, iradesiz, ahlaksız, harta istersen, alçağın biriyim... (Sanığın sözlerini tekrarlıyorum) alçak, ama hırsız değilim, olsaydım kalan parayı da ilk yansı gibi
Sayfa 933 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Köstekli Saat
Ben gerçekten ama gerçekten inanarak bir şeyleri istedim, arzuladım. Böyle olunca da Rabbim gerçekleştirdi. İnanmak başarmanın yarısıdır sonuçta, öyle değil mi?
Sayfa 54 - Üçüncü Yeni Yayınları
Ne bekliyorsunuz? Okul ve kitapların olmadığı, sağlıklı, güzel ve neşeli bir hayata çağıran hiçbir sesin duyulmadığı bir yerde halktan ne isteyebilirsiniz ki? Milyonlarca insan hem fiziksel hem zihinsel hem de manevi olarak çürürken kimse bu kötü kokuyu almıyor; zira herkes kokuşmuş. Herkes kokuya karşı hissizleşti, ona alıştı. Bunun böyle olması gerektiğini düşünüyorlar.Peki, gerçekten böyle mi olması gerekir? Milyonlarca insan kendisini uyuşukluğa götüren korkunç bir yoksulluğun içine doğuyor ve böyle yaşayıp ölüyor. Böyle olması gerekirmiş! Birçoğu doğuştan yetenekli milyonlarca insan, hayatını aptal hayvanlar gibi sürdürmektedir. Bunun da mı böyle olması gerekir? Milyonlarca kardeşiniz kaba ve acımasız, alçak ve ahlaksız bir ruha sahip. Böyle mi olmalı? Bu "olmalı" lafı sizi utandırmıyor mu? Utanç verici toplumsal aptallık ve umursamazlık da mı olmalı?"
Sayfa 104Kitabı okudu
"Sevgili sen gerçekten bu dünyada mısın yoksa paralel evrenlerden birinde misin nasıl emin olunur biliyor musun?" diye sordu Alper. Kendisine bir fizik sorusu sorulduğu zannına kapıldı önce Sedef. Yanıtı bilmediğini kabul edince, "Hımm!" dedi, "Birlikteysek gerçek dünyadayızdır ayrıysak orası paralel evrendir..." Alper artık açıklamasının Sedef'i hayal kırıklığına uğratacağını düşünerek sessiz kaldı. Lakin Sedef sordu: "Bilemedim mi?" "Senin dediğin gibi bebek. Ama bir yolu daha var aklında olsun, hemen bir plakçıya filan girip bakacaksın. Eğer Bab Dilın albümleri aynı kapakla, aynı şarkılarla basılmışsa ama üzerinde Bab Dilın yerine Rabırt Zimırmın yazıyorsa paralel evrendesindir." "Poff!" dedi Sedef. "Ne?" dedi Alper gülerek. Sedef etkilense kendi fikri gibi satacağı sözlerini derhal sahibine iade etti: "Bir çizgi romanda böyleydi çok güzel fikir bence. Bab Dilın'ın gerçek adı o ama gerçek adı ancak sahte evrende yazılı..." "Susar mısın?" dedi Sedef soğuk ve alaycı bir sesle; küçük yeğeninin annesine söylemesiyle işittiği ve kahkahalarla Alper'e anlattığı ânı taklit ederek. Alper güldü. Sedef'in onu böyle terslemesine bayılıyordu. Teneke kutulara ekili sebzelere, çiçeklere ilerlediler. Evin kapısı ve pencereleri beyaz yağlıboya ile boyanmıştı. Bu görüntünün kararmış ahşapla tezadı Sedef'e Japon geleneksel tiyatrosundaki oyuncuları çağrıştırıyordu hep.
Sayfa 194 - Sözler: Sakla bizi Üsküdar, Marmara sahilleriKitabı okudu
Reklam
Biraz uzun bir alıntı ama bence buna değer.
"Amor intellectualis quo Murphy ipsum amat" Ne yazık ki öykümüzün "Murphy'nin Usu" diye adlandıracağımız şeyi tanımlayacak yerine gelmiş bulunuyoruz. Tanrıya șükür bu aleti gerçekte olduğu biçimde ele alacak değiliz, oldukça yersiz ve gereksiz bir tutum olurdu bu. Yalnızca Murphy'nin usunu duyumsayışı ve
Eski zamanlardan beri bir tane bile dile getirilmeyen aşk olmamıştır. Gerçekten sevdiğin halde susmak, çok inatçı bir gönül rahatlığının kanıtıdır. Sevdiğini kelimelere döküp söylemekten utanır insan. Herkes için geçerli bu. Lakin aşkın özü, bu utancı görmezden gelip azgın dalgalarının içine atlıyormuşçasına sevgini haykırdığın yerde yatar. Sessiz kalanların aşkı zayıftır. Egoisttirler. İşin içinde kişisel bir çıkarları vardır. Gelecekte ortaya çıkabilecek sorumluluklardan korkuyorlardır. Böylesine aşk denebilir mi? Utandığım için söyleyemem diyenler kendilerine fazla önem verenlerdir. Azgın dalgalara atlamaktan korkuyorlardır. Eğer gerçekten sevselerdi aşk sözcükleri istemsizce ağızlarından dökülürdü. Kekeleyecek olsalar bile sorun değil, tek kelime bile yeterli olurdu. Köşeye sıkıştığında kelimeler kendiliğinden çıkacaktır. Böyle bir durumda kediler ve güvercinler bile haykırır. Aşk, insanın bu dünyaya ayak bastığı günden beri yeryüzünün hiçbir yerinde kelimeler olmadan var olmamıştır. Aşk bir kelimedir. Kelimeler kaybolduğunda aşk da bu dünyadan kaybolur. Aşkın kelimelerden ayrı var olabileceğini düşünüyorsanız şayet, çok büyük bir yanılgı içerisindesiniz.
Sen hiç sevdalandın mı?
"Sen hiç sevdalandın mı Ahmet oğlum?" diye hiç beklemediğim anda ve beklemediğim yerden bir soru soruvermişti ki öylece kalakaldım. Ne diyeceğimi bilemedim. Nereden çıkmıştı bu soru şimdi? Ne diye durduk yere böyle bir şey sorulurdu ki? Bir zaman konuşamadım, bir şey söylemedim ama derince bir nefes alıp verdim. "Sevdalanmışsın." dedi. Anlamıştı. "Sevdalanmışsın hatta kavuşamamışsın." "Onu nereden anladın amca?" diye şaşkınlıkla ve yine her zamanki gibi patavatsız haliyle lafa atladı birden Selim. "Sen hiç arkadaşının gözüne bakmamışsın. Yüzüne hiç bakmamışsın. Bu yüzde hasret izi var." dedi Selime biraz da kızar gibi. Selim mahcup oldu ama çok da çaktırmamak için bir şey yapmak zorunda kalıp çayından bir yudum içti. "Gözünde, yüzünde, sesinde hasret var bu adamın." Öyle miydi gerçekten? Gerçekten öyle miydim? Ben kendimi saklayabildiğimi, saklanabildiğimi zannediyordum hep.Hâlâ o hasreti taşıdığımı biliyordum ama dışarıdan göründüğünün farkında değildim hiç...
Sayfa 51
Gök öyle yıldızlıydı, öyle aydınlıktı ki, ona bakınca insan ister istemez kendi kendine soruyordu: Böyle bir göğün altında huysuz ve kaprisli insanlar yaşıyor olabilir mi gerçekten?
Reklam
- Gerçekten, böyle bir yerde mi yaşıyorsun? +Gerçekten yaşamadığımı söylemiştim.
Sayfa 139 - İletişim Yayınları, 56. Baskı, 2023.Kitabı okudu
Bilgi en iğrenç işlemlerden sonra bile fizik bütünlüğünü koruyan bir madeni paraya benzemez; kullanıla kullanıla epriyen çok güzel bir giysiye benzer daha çok. Gerçekten kitabın kendisi de böyle değil midir? Ona gereğinden çok el değerse sayfaları aşınıp mürekkebi ve yaldızı donuklaşmaz mı?
"Durum gerçekten bu kadar çaresiz mi?" "Evet!" dedi. "Ne yazık ki böyle. Hukuk sistemi tıkandı, işlemiyor..." "Peki, bu ülkede bir yurttaş hakkını nasıl arar?" Kestirme ve net bir cevap verdi: "Arayamaz! Otuz yıl karara bağlanamayan ve bu yüzden katillerin zamanaşımından yararlandığı davalar olduğunu biliyor musun?"
Sayfa 381Kitabı okudu
Babamı gerçekten öldürmüş olsam birtakım dolaplara, hileye yalana sapar mıydım sanıyorsunuz? Dmitri Karamazov'un yapacağı iş mi bu? Yemin ederim, suçlu olsaydım ne buraya gelmenizi, ne de ilkin tasarladığım gibi, güneşin doğuşunu beklerdim; gün ağarmadan kendimi yok ederdim. Bunu şimdi içten hissediyorum. Bu uğursuz gecede, karşınızda otururken anladıklarımı yirmi yılda öğrenemezdim. Gerçekten bir baba katili olsam sizinle böyle mi konuşur, böyle mi hareket eder, size ve dünyaya böyle mi bakardım?
Sayfa 647 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Ölüm denen sey neydi? Bunun yanıtını öyle gösterişli sözlerle veremezdi: O bu yanıtı içinde hissediyordu. O ona bütün benliğiyle sahipti. Ölüm bir mutluluktu öylesine büyük bir mutluluktu ki, ona ancak Tanrı'nın izniyle kavuşulabilirdi, o son derece acı veren yanlış yola sapmaktan bir geriye dönüş, ağur bir yanlışın düzeltilmesi, en korkunç zincirlerden ve engellerden kurtuluştu. Yaşamın sona ermesi ve bedenin parçalanması mı? Böyle boş kavramlardan korkanlara gerçekten acmak gerekirdi! Neydi sona erecek olan ve neydi parçalanacak, parça parça olacak şey? Senin su bedenin... şu kişiliğin ve karakterin, hantal, inatçı, kusurlu ve her türlü nefrete layık bu "engel, başka bir şey, daha iyi bir şey olma engeli"! Her insan bir hata, bir yanlış davranış değil miydi? Dünyaya gelir gelmez sıkıntı ve üzüntü içinde geçecek bir esaret zincirine bağlanmıyor muydu? Hapishane! Hapishane yaşamı! Her yerde zincirler ve engeller bekliyor insanı! insan, kişiliginin demir parmaklı penceresinden çaresizce bakar kendisini çepeçevre saran bu hapishane duvarlarına, ta ki ölüm gelip onu evine ve özgürlüğüne çağırıncaya kadar...
Sayfa 718Kitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.