Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Arkadaşlar, bu gördüğünüz piramitler aslında bir mezar. Eski Mısırlılar öldükten sonra da hatırlanmak için böyle büyük yapılar inşa etmişler. Bu piramitlerin en büyüğünü Khfu adlı firavun yaptırmış. Milattan önce 2580 ile 2560 yılları arasında yapıldığı tahmin edilmektedir. Bu piramidin bir diğer özelliği Eski Dünyanın Yedi Harikasından son ayakta kalmış olan eser. Bu piramit dört bin yıl boyunca insan eliyle yapılmış, dünyanın en yüksek yapısı olarak kalmış. Anca 20. yüzyıldan sonra bu piramitten daha yüksek yapılar inşa edilmeye başlamış. Yaklaşık beş milyon taş blok üst üste koyularak yapılmış olan piramit 150 metreden biraz kısadır. Piramidi yaptıran firavun Khfu olduğu için buraya Khfu Piramidi deniyor. Ama Antik Yunanlılar Khfu'ya, Keops dedikleri için buraya Keops Piramidi diyenler de var. İkisi de aslında aynı piramit. Ayrıca ilginç bir bilgi daha bu piramidi yapmak için bu kayalar yaklaşık 800 kilometre uzaktan getirilmiş.
Sayfa 102Kitabı okudu
Yediden yetmişe herkesin cebine giren küçük ''akıllı cihazlar'' sayesinde aradığımız bilgi anında önümüze gelirken, aramadığımız ve hiçbir işimize yaramayan, hatta bize zarar veren güvensiz bir çok bilgiye de ulaşıyoruz. Çünkü internet artık dünyanın en büyük dijital çöplüğü durumunda. İlginç olan şu ki bu çöplükte yaşamaktan memnun olanlar çoğunlukta. Üstelik oradan ayrıldıkları zaman kendilerini eksik, yalnız, işe yaramaz hissedenler var. İnternetsiz bir hayat tasavvur edemiyorlar. Böyle bir durum söz konusu olduğunda da depresyona giriyorlar. Yıllardır şikayet ettiğimiz meşhur ''aptal kutusu'' televizyonların bile sosyal medyanın ürkütücü etkisi karşısında, daha masum kaldığını söyleyebiliriz. TV'ler dikkat sürelerini ve biçimlerini belli sürelerle etkilerken, sosyal medya algılarımızı radikal biçimde etkileyerek sınırsız dikkat dağınıklığına neden oluyor.
Sayfa 23 - Ketebe DergiKitabı okuyor
Reklam
Madem acı meselesine bu kadar girdik, son bir konuya daha açıklık getirelim. Doğaya bakarsanız, tüm çiçekler ve meyveler rengârenktir. Çünkü böceklerin ve hayvanların dikkatlerini cezbetmeye çalışırlar. Zira bu bitkilerin çoğalmasında böcek ve hayvanların rolü çok büyüktür. Bu sayede, tohumlar çok daha farklı yerlere ulaşabilirler. O zaman bu durumda şu soruyu sormakta fayda var. Acı biberlerin derdi ne ki o zaman? Meyvelere baktığımızda hem renk hem de tat olarak çekicidirler. Peki, acı biberler neden acıdır? Yoksa onlar da bazı insanlar gibi çoğalmak mı istememektedirler. Aslında durum biraz farklı olabilir. Acı biberler ile ilgili sabredip biraz gözlem yaparsanız, memelilerin acı olduğu için bu biberleri tüketmekten kaçındığını görürsünüz. Bu da zaten beklediğimiz bir şeydir. Ama ilginç olan, kuşların acı biberleri tüketmede herhangi bir sorun yaşamamasıdır. Acıyı algılayan reseptörleri olmadığı için oldukça acı biberleri çatır çatır yiyebilirler. Aslında burada daha ilginç bir bilgi karşımıza çıkmaktadır
«Biliyor musun, bu ülkenin hükümeti ideal değil. Bugün Antik Yunan'la ilgili ilginç bir bilgi okudum. Olympia'daki Zeus heykeli on iki metreymiş. İskenderiye Feneri yüz otuz dört metreymiş. Meksiko şehrindeki bir binanın yüksekliği o kadardır ya da daha fazla. Bu durumda ülkeye korkunç bir ölüm bilançosu bırakan başkanın heykeli kaç metre olmalı?»
Sayfa 25
Günah işlemektir dünyayı döndüren: İlginç bir bakış
Hastalık, zindan, yoksulluk, sarhoş olmak; bütün bunları tek başıma yaşamak zorundayım. Günah işlemektir dünyayı döndüren. Saf kalmak isteyecek, ruhunu ilelebet bir plastik torbaya sokacak kadar vurdumduymaz olamaz, insanlıktan uzaklaşamazsın. Hem Tanrı hem de şeytan olmak zorundasın. Dertlere çare olmak hengame içinde doğru olmaktır, yoksa hengameden uzak durmak değil. Bu hayatı her yanıyla tatmak demektir. Bu şimdi ve her zaman haylazlık ve aptallık etmekten korkmamak demektir. Bu da kutsaldır. Doğa, Büyük Ruh; onlar da mükemmel değildir. Dünya böyle bir mükemmelliğe dayanamaz. Ruhun bir iyi yanı bir de kötü yanı vardır. Bazı kereler kötü yan bana iyi yandan daha fazla bilgi verir, (Vizyon Arayan Topal Karaca, s. 76)
Marketten aldığınız tatlı yiyecek ve içeceklerin etiketlerine bakarsanız, glukoz, fruktoz, sükroz, maltoz, laktoz gibi sonu "oz" ile biten bir sürü kelime görürsünüz. Hafızası iyi olanlar bu kelimeleri biyoloji dersinden hatırlayabilir. Hatırlamayanlar için durumu kısaca ifade edelim. Kelimenin sonuna gelen "oz" eki, Latince kelimelerde şeker isimlerinin sonuna gelen "ose" kelimesinin Türkçe ifade edilmiş halidir. O nedenle bir kelimenin sonunda "oz" ekini gördüğünüzde, bu kelimenin çok büyük bir ihtimalle şekerle ilgili bir kelime olduğunu düşünebilirsiniz. Madem işin etimolojik kısmına girdik, bir meseleyi daha açıklığa kavuşturalım. Şeker kelimesinin kökenine baktığımızda ilginç bir bilgi ile karşılaşırız. Zira şeker kelimesi birçok dilde benzer şekilde ifade edilmektedir. İngilizce "su- gar", Arapça "sukkar", Farsça "shakar" olarak ifade edilen bu kelime, Latincede "succarum" ya da "saccharon" kelimeleri ile ifade edilmektedir. Bu etimolojik bilgiler kafamızda oturduysa, konuyla ilgili çok daha bilimsel bir dil kullanabiliriz artık.
Reklam
Sindirim sistemimize yakından bakmadan önce, önemli bir konuya değinmekte fayda var. İlginç bir şekilde, yediklerimiz ve bunların insan beynine olan etkileri, insanlık tarafından pek de üzerinde durulan bir konu olmamıştır. Zira insanların büyük bir kısmının yeme davranışlarını belirleyen en önemli mesele; güzel görünen bir vücuda ya da sağlıklı
Bütün insanlık dünyadaki zülme karşıt düşünceye girse alt edebilir belki
Bu bilgi alışverişinin daha da ilginç yanı, açıkça hiçbir sınıra bağlı olmaması. Ne uzaklık ne de zaman bu bilgi akışında bir engel oluşturabiliyor. Zaman konusunda en küçük bir uyumsuzluk bile söz konusu olmuyor. Atom saatiyle bile, en küçük bir gecikme ölçülemedi.
-insan bir şeyi anlamlandıramıyorsa bu, o konunun aslında çok ilginç olduğu anlamına da gelebilir. Sorun yalnızca konuya yanlış taraftan bakması olabilir, farklı bir bakış açısı her şeyi değiştirebilir. Tabii eksik bilgi de bu konuda çok önemli olabilir.
Sayfa 248 - Altın KitaplarKitabı okudu
Afyon'da 500 yıllık camiye herkesin gözü önünde yıktılar!
Ders kitaplarımızdan aşinası olduğum farklı bir heykeldi o. Kartalgibi açılmış kollarıyla ayağının altına aldığı düşmanı eziyordu nede olsa. Sonraları Afyon kartpostallarında karşıma çıktı, şehrin sembolü olduğunu öğrendim. Zamanla estetik bakış yerini tarihçi bakışına bıraktı ve fark ettimki, bu heykeldeki iki erkek figürü de anadan üryandı. Son öğrendiğim bilgi ise gözümdeki perdeyi büsbütün kaldırmış oldu. Meğer bu çıplak heykelin ayakları altında gerçekte düşman değil.Allah'a adanmış bir caminin ruhaniyeti inliyormuş. Bir başka deyişle heykelin yerinde 500 yıllık sapasağlam bir tarihi cami vardı ve 1933 yılına gelinceye kadar da ayaktaydı. 80 yıl önce ahşap tavanlı bu ilginç mimariye sahip cami çatırçatır sökülmüş, Afyon kalesiyle asırlardır yarenlik etmiş olan sülüngibi minaresi hoyratça yerle bir edilmiş, bu da yetmezmiş gibi etrafında bulunan yaklaşık 600 hanelik hayat dolu ahşap bir Osmanlı mahallesi yok edilmişti. Ne için yapıldı bütün bunlar peki?
Sayfa 271 - TimaşKitabı okudu
Reklam
6 )Sözel judo: eleştiri ateşi altında olduğunuzda karşılık vermeyi öğrenin değersizlik hissinizin nedeninin süregiden de öz eleştirileriniz olduğunu öğreniyorsunuz Bu durum sürekli kendinize nutuk çektiğiniz ve sertt gerçekçi olmayan bir şekilde zulmettiğiniz üzücü bir iç konuşma şeklini alır Genellikle öz eleştiriniz başka birinin sert bir
Sayfa 143
...Yahudiler'in yeni öğretisine göre, Mesih'in dünyaya inmesi ve bu ırkı dünyanın hâkimi kılması üç şeyin ardından meydana gelecektir: Birincisi, Kutsal Topraklar'da Yahudi nüfusunun artırılmasıdır. Bu amaçla yüzyılın başında binlerce Yahudi, bu topraklara yerleştirilmiş ve devrin petrol baronlarının yardımıyla 1948 yılında, bir
Şeker kelimesinin kökenine baktığımızda ilginç bir bilgi ile karşılaşırız. Zira şeker kelimesi birçok dilde benzer şekilde ifade edilmektedir. İngilizce "su- gar", Arapça "sukkar", Farsça "shakar" olarak ifade edilen bu kelime, Latincede "succarum" ya da "saccharon" kelimeleri ile ifade edilmektedir.
Sayfa 52
Birini etik şekilde nasıl kendinize bağlı kılarsınız:
Yakın dönemde yapılan birçok çalışma, oksitosin hormonunun bağlılık ve sadakat konularında da rol oynadığını göstermiştir. Eğer bir kişiye oksitosin salgılatabilirseniz o kişiyi kendinize oldukça kuvvetli bağlarla bağlamış olursunuz. Za­ten bu bilgi yüzünden, tüm koku sektörü bu hormonun etkisini taklit edecek bir sistem keşfetmeye çalışıyorlar. Burada şöyle ilginç bir durum da söz konusudur. Bebeğin annesini emme sırasında salgılanan oksitosin, anne ve bebek arasında kuvvet­li bir bağm oluşmasına neden olmaktadır. Bu nedenle annelik güdüsünün kuvvetli devam edebilmesi için fiziksel temas çok önemlidir. Örneğin yapılan bir çalışmada, meme uçları hissizleştirilen farelerin annelik bağlarının azaldığı gözlenmiştir. Bu nedenle bebek, annesini ne kadar emerse ve temasta bulunursa aralarındaki bağ o kadar kuvvetlenecektir. Bu arada dokunma­nın ve sarılmanın da oksitosin salgılattığına dair araştırmalar bulunmaktadır. Bu nedenle temas ve sarılma, aranızdaki bağı güçlendirmede önemli rol oynamaktadır.
Bu bağlamda zamanında Bobby Fischer tarafından yapılan öneriyi ele almak ilginç olacaktır. Fischer, satranç oyununun istenen mantıksal saflığına, her oyunun başında değerli beyaz taşların arka sıraya rastgele dizilmesiyle, siyah taşların da aynı rastgele sıra gözetilerek (ayna görüntüsü şeklinde) düzenlenmesiyle ulaşılabileceğini öne sürmüştür (ama her zaman iki tarafın da bir beyaz bir de siyah karede filinin bulunması ve şahın da her zaman kalelerin arasında yer alması sağlanmalıdır). Böylesi bir düzen hem insanlar hem de makineler için, ezberlenmiş sayısız açılışı neredeyse tümüyle hükümsüz kılacaktır, zira bu bilgi yalnızca nadiren devreye girebilecektir. Temel ilkelere riayet yeniden ortaya çıkacaktır; oyuncunun, zorlu tasarım işlerini daha çok gerçek zamanlı yapması gerekecektir, hem de süre işlemeye devam ederken. Kurallardaki bu değişimin bilgisayarlardan daha çok insanlara fayda sağlayıp sağlamayacağı noktası kesinlikten uzaktır. Her şey, hangi türden satranç oyuncusunun gerçekten ezber belleğinden daha fazla destek almasına -daha önceki satranç kaşiflerinin Ar & Ge'sini en az seviyede kavrayarak bunlara dayanmasına- bağlıdır.
Sayfa 251 - AlfaKitabı okudu
550 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.