Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Karanlık Oda"
Herkesin karanlık bir odası vardır; anahtarını kimselere veremeyeceği, içinde korkularını, ataletlerini, aşırılarını, uçlarını ve kimseninkilere benzemeyen travmalarla dolu bir odası… Korkular denilince 90’lı yılların sonunda ilk kez okuduğum Irvin D. Yalom’un Nietzsche Ağladığında adlı eserindeki; “Yirmi yıl düşündükten sonra korkuların
Ve Bitti...
"İnsana en çok güç veren şeyin güzel anılar olduğunu anlamıştım..."
Sayfa 397
Reklam
Ne Gelir Elimizden Insan Olmaktan Başka
Ne çıkar siz bizi anlamasanız da Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da. Hiçbir şey! Kadınlar geçtiği o kadın kokusu anlarında Yıkanmış, mayhoş ve taranmış duygularıyla Dönüşür içimizde az menekşe, bir sarmaşık Menekşe, hadi neyse, mor deriz sarmaşıklara Mor deriz, mor bilinir çünkü, bir yandan güneşler
Sayfa 247 - Kimlik dediğim!Kitabı okuyor
Yarayla alay eder, yaralanmamış olan. Dur, şu pencereden süzülen ışık da ne? Evet, orası doğu, Juliet de güneşi! Yüksel ey güzel güneş, öldür şu kıskanç ayı, Bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederden Sen ondan çok daha güzelsin diye. Kıskandığı için vazgeç ona bağlılıktan, Sayrılı ve toydur bakirelik giysisi. Soytarılar giyer bunları ancak Sen çıkar bu giysileri, at üzerinden. Kadınım benim, ah benim sevgilim bu! Ne olur ah, bilseydi sevgilim olduğunu! Konuşuyor, ama bir şey de demiyor; Ne çıkar anlatıyor ya gözleriyle Karşılık vereceğim ben de! Amma da yüzsüzüm, konuştuğu ben değilim ki. Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi, yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan: Biz dönünceye dek siz parıldayın, diye. Gözleri gökte olsaydı, yıldızlar da onun yüzünde; Utandırdı yıldızları yanaklarının parlaklığı, Gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı. Öyle parlak bir ışık çağlayanı olurdu ki gözleri gökte, Gece bitti sanarak kuşlar cıvıldaşırdı. Bak, nasıl da dayamış yanağını eline! Ah, eline giydiği eldiven olaydım da dokunaydım yanağına.
Sayfa 55 - Remzi Kitabevi
Ne güzel, özür dilerim, bitti... Sen politikacı olmalıymışsın. Pardon deyince her şey halloluyor değil mi? Bayılıyorum bu uygar hallere, tam ikiyüzlü Batılı tavrı. Özür dileriz sizi öldürdük, çok pişmanız, yani böyle gaz odalarına attık, kökünüzü kuruttuk ama şimdi özür dileriz. Çok pişmanız. Bizi affedin. We are the world... We are the children.
Sen çok güzel bir şiirsin...
Gün bitti, elindeki güller de soldu anımsanacak neler kaldı bugünden paylaşılmış olan nelerdi sımsıcak belki bir türkü söyleriz geceye karşı saçlarını tarazlayan bir şafak olur Zaman kekemeydi ve tarihe sızan soytarılar gördük gencömrümüzde ölüm peşimize düşende bir göçebeydik suretimiz ağardı kurulan darağaçlarına bütün sığınaklar uçurumlara açılırdı Rüzgâr suyu soğutsun su terli bedenlerimizi ve aşkı düşünelim biz, destan yalnızlıkları konuşursak akşam olur ve yine yağmur yağar gidersek gülüşler azalır buralarda kim bulur kayıp adresteki dostları Bir karanlığa bakıyorum bir de zamana ay büyüyüp bir gül oluyor ellerinde senin ve ancak yeni bir yorumu oluryor aşkın saçlarından sızan bu karanlık yağmur ayın çağıltısıyla tutuşuyor begonyalar Saçlarındı diye düşünüyorum ömrümüzü çözdükçe savrulan rüzgârdı saçların ve ikide bir aklıma düşüyor aynı soru -Aşkı bilmiyorsam nasıl değiştiririm kendim, seni ve bütün dünyayı
Zaman KekemeydiKitabı okudu
Reklam
POLLYANNA'YA MEKTUPLAR
1. Sevgli Pollyanna, Sen bu mektubu okurken Soğuk bir doğu sokağında, Acılarla yüklü bir faytonla dolaşıyor olacağım Atların boynunda ziller ve pembe orlondan püsküller Şaklayan kırbaç ve gıcırdayan tekerlekler. Kömürümüz bitti tam kışın ortasında Toz hatıra ve talaş bastık sobaya Üşüse böyle yapardı mutlaka hazreti İsa da. Aşkın yüzünden düşen
İnsan, hiçbir şeye karşı ilgisi, hiçbir şeyden umudu kalmayınca, hayatın her gün değişmeyen tekrarı altında ezilir. "Ölüm çok da önemli değilmiş diye düşündü Emma. Uyuyacağım ve her şey bitecek.." Onun sandığına göre aşk, şimşek parıltıları ve gök gürültüleri ile kendini birdenbire gösterir, göklerden düşüp hayatı altüst eden,
Bir Yudum Kitap
Ben de bu dünyaya düşmüş biriyim. Kimi zaman şeytan dokunmuş düşünü hayra yoramayan Havva, kimi zaman af dileyerek kırk yıl gözyaşı döken  dem gibiyim. “Ben neyim?” diye gelmedimse de dünyaya, belli, “Ben neyim?” diye diye gideceğim. Parmaklarımın ucunda yükselerek bir pencere aralığından, batan güneşi gördüğüm günden beri, gökyüzünün rengini,
Sayfa 15 - Timaş Yayınları
Anne
Kim verebilir bana senin kokunu anne? O sıcak kucağındaki huzuru kim verebilir? Yalan dolu bu dünyada yaşarken Senin kadar şefkatli kim sarabilir? Gittiğin yer çok mu uzak annem? Tekrardan emeklesem, çocuk olsam yanına gelemez miyim annem? Seslensen beni duyamaz mısın? Cennet kokulum çok özlüyorum gel desem gelmez misin? Bu oyun canımı çok yaktı hadi gel artık Küçükken saklambaç oynardık oyun bitti, neredesin annem? Bilinmez bir meçhule doğru oldu gidişin Hayat bu sefer kötü oynadı oyununu bize annem.. Anladım şimdi çok uzaklardasın Ara sıra gökleden bana kucağını aç olur mu? Rüzgarlar bana kokunu getirsin Varlığın yine içimi ısıtsın annem..
Reklam
“Herhalde ömrümde gördüğüm en gerçek şeydi. Ama aynı zamanda rüya gibiydi. Anlıyorsun, değil mi? Hem gerçek, hem gerçek dışı. Hem güzel, hem garip. Rüya gibi. Kendimi uçurtma gibi havalarda hissettim. Ama uzun sürmedi. Çok çabuk bitti, geriye hiçbir şey kalmadı.”
Sayfa 82 - Ricki, Güneş tutulması için
elçiye zeval olmazmış derler..
Eskiden Müslümanlar'ı yoketmek için, öldürmek kafii idi. Fakat durum şimdi tamamen değişti, İslam düşmanları şöyle diyorlar :(Müslüman'ı öldürmeye lüzüm yok, inancını öldürürsek fikri bozuk olur, fikri bozuk olunca da hem bir Müslüman eksilir, hem de biz, bir tane adam kazanmış oluruz.) Fikri (İNANCI) öldürme metotları, tuzakları gayet basit:
Sayfa 21
Sen kaç gün mutlu oldun ?
Mardinli İlyas-ı Habır’ın Roma şehrinde çalışan akrabaları varmış.. Onları ziyarete gitmiş. Oradaki misafirliği sırasında akrabaları işe gittiğinde İlyas-ı Habır da evden çıkıp, tek başına şehri dolaşırmış.. Bu gezilerinden birinde yolu çiçekli, ağaçlı, yeşillikler içinde cennet bahçesi gibi güzel bir yere düşmüş.. Gezinmek için içeri girdiğinde gözüne bazı mezarlar ve onların taşları ilişmiş.. Mermer heykeller ve kabartmalarla süslü şık mezarların başına dikili taşlardaki yazılar İlyas-ı Habır’ı çok şaşırtmış.. Kiminde yirmi bir gün, kiminde otuz dört gün, kiminde on yedi gün yazıyormuş.. Ama mezarların boyları bebek mezarı olamayacak kadar uzunmuş. İçinden çıkamadığı durumu akşam akrabalarına sormaya karar vermiş.. Evde akrabalarına anlatıp izin gününde beraber bu parka gidip bu işin sırrını çözmelerini rica etmiş. Güzel bir güneşli günde hep birlikte o parka gidip bekçiyi bulmuşlar ve mezar taşları üzerindeki gizemli rakamları sormuşlar.. Bekçi: “Burası özel bir mezarlıktır.." demiş. "Burada defnedilenlerin mezar taşlarına gerçek yaşları değil hayatta kaç gün mutlu oldukları yazar.. Kimi 21 gün mutlu olmuş, kimi 37 gün. 52'yi geçmeyen çıkmadı daha.” İlyas-ı Habır memleketine döndükten sonra uzun bir ömür sürmüş.. Günlerden bir gün hastalanınca oğullarını başına toplayıp, size bir vasiyetim var, demiş.. Mezar taşına aynen şunu yazacaksınız: İlyas-ı Habır bitti,anasından çıktı, doğru kabre gitti.
.. kol şeridi, mavi takım elbise, kolalı yaka, cilalı ayakkabılar, her şeye rağmen büyük günün heyecanı, süslenmiş şapel, bir sürü insan, buhur kokusu, mumların binlerce ışıltısı, takdim edilecek olmanın ve büyük bir gizeme yaklaşmanın seyrelmiş duygusu, onun merhametiyle aydınlatılma arzusu, "onu" çiğneme korkusu - "eğer gerçekten doğruysa" - "doğru"... Dolu mideyle eve dönüşte aldatılmış olmanın acı izlenimi. Geriye arkadaşlarla değiş tokuş edilen yaldızlı resimler, yıpranacak takım elbise, hiçbir zaman kullanılmayacak kolalı yaka ve sonradan züğürt bir günde pişmanlık duymaksızın satılmak için ideal bir altın saat kalıyordu. Güzel cildi yüzünden atmaya hiçbir zaman cesaret edemeyeceğiniz ve ne yapacağınızı hiç bilemeyeceğiniz bir ayin kitabı, hem de dindar bir kuzenin armağanı... Şiddetsiz bir hayal kırıklığı... Seviyesiz bir komedi... İsa'yı hayal meyal görüp görmediğini veya sıcaktan, kokulardan, uykusuzluktan, çok sıkan yakadan dolayı beğenilip beğenilmediğini hiç bilemeyecek olmanın hafif kırıklığı... Boşluk. Havaya giden bir nota. Wolf, kendini Bay Brul'ün kapısının önünde ve bizzat Bay Brul'ün önünde buldu. Elini alnından geçirip oturdu. - Bitti mi... dedi Bay Brul. - Bitti. Sonuç yok.
Sayfa 90 - Altıkırkbeş Yayınları, 1. baskı, Çev. Ayça SezenKitabı okudu
Adam oğlunu arabası ile okula götürüyor yolda bir kaza oluyor ve baba ölüyor.Çocuk ağır yaralı ambulans geliyor çocuğu hastaneye kaldırıyorlar.Çocuğun hemen ameliyat olması gerekiyor ameliyat masasına yatırıyorlar.Çok geçmeden cerrah içeri giriyor ve bu çocuğu görür görmez -Ben bu çocuğu ameliyat edemem diyor bu benim oğlum... acıklı öykümüz bitti .Ne olup bitiyor çocuğun iki babası mı var Hayır çocuğun iki babası yok.. Babalardan bir üvey mi? Hayır.Cerrahın oğlu yaralanan çocuğa çok mu benziyor? Hayır.Son derece doğal. Beynimizi nasıl kalıplara girdiğine çok güzel bir örnektir bu bilmece. Beynimiz öylesine kalıplaşmış ki cerrahın kadın olabileceğini yani çocuğun annesi olabileceğini düşünemiyoruz bile... kadın erkek eşitliğinden yana olabiliriz ama eşitsizlik biz ayrımına varmadan beynimize işlemiş
Sayfa 112Kitabı okudu
754 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.