kendi kendine "Kader!.." diye söyleniyordu
...
O, "Kader!.." deyip iç çektikçe babam:
Sabır!.. diye cevap veriyordu
...
Niçin kadere bu kadar bağlı olan insanlar, bir türlü ona razı olmaz?
...Köyde romana benzeyen bir vaka cereyan ediyordu.
Orada bir genç dul kadın evlenmek üzereydi. Nişanlısı Hasan adında Erzurum’dan gelmiş bir gençti. Çiftlikte çalışıyordu. Ben, bu dul kadını çok hayrete değer bir şahsiyet diye düşünüyordum. Anlaşıldığına göre, ev yakan, erkeklerin kalbini parçalayan bir kadındı. Bir yıl önce bir adamı
Hırsla yalan söyleniyordu düş ötesi gülünç ve saçmalık ötesi gazetelerde, afişlerde, havada karada, denize herkes işin içindeydi en kuyruklu yalanı kim söyleyecek diye yarışıyorlardı kısa süre sonra kentte gerçek diye bir şey kalmadı
...Odaya, kısa boylu, zayıf, sinirli hâlli bir adam girdi. Şeyh, onu, “Manavoğlu Nevres” diye tanıttı bize.
Eğer aramıza bir bomba düşmüş olsaydı, bundan daha çok şaşırmazdık. Bu adam hakkında bütün duyduklarım bir bir aklımdan geçti. Onun Kıbrıs’ta bir İngiliz ajanı olduğu ve Mısır’da Türkler aleyhine yayında bulunduğu söyleniyordu. Acaba doğru muydu? Kemalleddin Sami de şöyle demişti:
— Kısmen kaçık, kısmen bir evliya, kısmen de kanlı bir adamdır. Bir an olur ki, memleketi için ölmeye hazırdır. Başka bir an, memleketi beş para için satar. Morfinmandır. Şimdi bize katılmaya çalışıyor. Onun fikrince, İttihatçılar ortadan kalkmadan Türkiye kurtulamaz. Vaktiyle de Garplıların adaletine çok inanırdı. Şimdi, hayal kırıklığına uğramış. Her şeyi yapmaya hazır görünüyor. Fakat, insan aramıza girip sırlarımızı satmayacağından emin olamıyor.
İşte, bütün bunlar zihnimden geçerken, Rıza Reşit beylerin ona büyük bir hınçla baktıklarını gördüm. Manavoğlu Nevres şaşırdı ve bana onun bu durumu çok dokundu. Hele onların ellerini uzatıp da elini sıkmamaları bütün bütün beni üzdü. Elleri birden yanına düştü.
Ben, içimden ona karşı duyduğum acımayı saklayarak elimi uzattım. O da bana garip bir minnetle bakarken yüzündeki üzüntü biraz geçti.
Kitap Milli Eğitim Bakanlığı’nın onayladığı 100 temel eser arasında yer almış (gerçi sanırım sonradan içerdiği müstehcen kelimelerle çocukların ruhsal ve zihinsel gelişimi açısından olumsuz etkileneceğini öne sürülerek geri kaldırılmıştır. Genelde bu tarz eserlerde hep aynı şey oluyor önce mutlaka okutulması gereken en önemli eser denip sonrada
BEYAZ LÂLE
Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve
Tarihte nice aşk öyküleri vardır ama beni Atatürk’ün bir cümlesi her zaman dağıtır. Ankara’da Bulgar Kooperatif Tiyatrosu’nun oyuncularıyla sohbet ederken, ‘gençliğimi bıraktım Sofya’da’ demiş. ‘Bir kız sevdim ama bana vermediler."
Hadi gelin gerçek bir aşk öyküsüne doğru yolculuğa çıkalım:
Mustafa Kemal Atatürk görev icabı Sofya’ya gider.
“Bu mektup, neden geldi beni buldu?” diye söyleniyordu hafifçe. Demek, hafifçe söylenme alışkanlığı, o zamana kadar uzanıyordu. Demek, kendi kendine konuşma o gece yarısı başlamıştı.
Leyla, komşu yalıdaki ihtiyar dadıyı hatırladı. Onu tanıdığı zaman kadın çok yaşlanmıştı, panduflarını sürüye sürüye yürüyor ve “Vallahi yaptı, vallahi yaptı!” diye söyleniyordu. Leyla bunun ne anlama geldiğini öğrenmek isteyince yalıdaki yaşıtları sebebini anlatmışlardı. Mustafa Kemal Harbiye öğrencisiyken o yalıdaki arkadaşına ders çalışmaya gelirmiş. İki Harbiye öğrencisi yalının bahçesinde çalışırken dadı da arada onlara kahve ikram edermiş. Mustafa Kemal dadıya Boğaz’ın karşı kıyısındaki padişah sarayını gösterir ve “Bak dadı, ben ileride burayı müze yapacağım!” dermiş. Kadın da “Hadi oradan zevzek!” diye karşılık verir ve koskoca padişahın sarayına dil uzatan bu yeniyetme sarışın çocuğu paylarmış. İşte kadının sırrı ve son günlerini, “Vallahi yaptı, vallahi yaptı!” diye geçiriyor oluşunun sebebi buymuş.