Sene 2009… Üniversite hayatımın ilk yılları… “Topluma Hizmet Dersi” kapsamında körler okuluna gideceğimiz söylendi. Tam adıyla “Gaziantep GAP Görme Engelliler Ortaokulu”. İlk duyduğum anda gitmek istemedim çünkü dersine gireceğimiz sınıf, görme engellilerden oluşan bir sınıftı. İsteksiz olma sebebim o hüzün dolu duygu dolu atmosferi bünyemin
Bir yanda böyle bir eserin bitmesinin hüznü, diğer yanda ise 1700 sayfalık dev bir eseri bitirmenin huzuru ve mutluluğu var.
Hani bazı kitapları o kadar çok okumak istersiniz ama bit türlü başlayamazsınız. Buna ister korku deyin , ister çekingenlik deyin size kalmış.
Böyle bir etkinlik düzenleyip kıvılcımı ateşleyen Hakan hocama ayrıca teşekkür
Dün değil, önceki gün. Dün de bir günlük geride…
Karasu dedikçe, kaz dediniz, derin okuma dediniz, ben de kazdım da kazdım derin inceleme yaptım. Bu sebepten bu "derin okuma" fikrini ortaya ilk atan
Metin T. 'ye ithaf ediyorum bu incelemeyi.
Kazdıkça daha derine gittiği için mi nedir, Karasu'nun her kitabı
Aslında romancı olmak istiyordum. Ama anlatacağım olaylardan da anlayacaksınız ki romancı olamadım. Şimdi ise burada, çocukluğumdan beri babamla ufak tefek de olsa sorunlar yaşayıp, bir nevi sığındığım bu sessiz evde, saf ve düşünceli bir romancı gibi camdan, az ilerideki bahçede çalışan kuyucu ustası ile çırağını izliyordum. Bu sessiz evimiz
Oğuz Atay, “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” deyince “Buradayım” diye bağıran Derda’yı okumuştum geçenlerde. Onu anlamaktan öteye gidip hisseden Derda’yı. Hakan Günday’ın Az kitabının Oğuz Atay hayranı Derda’sını… Bir başka kitapta rastlayınca bir kere daha kulak vermiş bulundum Atay’ın çağrısına…
Gazetelerin köşelerine
SON DANS -1
O eve hiç gitmek istemiyordum. Yine de ayaklarım sürüklüyordu beni. Yol boyunca öylesine değişik duygularla yürüdüm ki. Sanki bir şey olsun, bir şey olsun da beni yolumdan alıkoysun istedim.
Zaten bir süredir kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Yorgunum. Hiçbir yere sığamıyorum. Bir boşluktayım sanki. Boğulduğumu, nefes alamadığımı
Buldugum bilgininin , uzerinde daha oncelerde dusundugum , ama cok ustune egilmedigim ses frekansi konusuyla baglantili cikmasi beni sasirtti. Youtubeda linkle ulastigim bir video izledim. Videonun kurgusu cok hosuma gitti. Video bir sure sonra cevirim disi kalacagini soyluyor. Yani ulasamayacagiz. Benim sansli kisi oldugumdan bahsediyor. Kurgusu
daha önceki iletilerde zibilyon kez belirtilmiş ama ben de geri kalmayayım; mark beyimiz bir blogger. şahsi nezdinde içtimai ve psikolojik nazariyelerini belirterek yazdığı bu blogta (blogda mı demeliyim emin olamadım :s ) kitabın ismine aykırı bir hareket yaparak aslında beni şaşırtmayı başarmıştır. yani elbette rehber bir kitapla yaşantımın
Üzülmemek için duvarların arkasına geçmektense, üzerlerinden atlayıp dümdüz koşmayı seçtim çoğu zaman. Sonunda uçurum da olsa düşeceğim yerin cennet olabileceğini düşündüm. Bacaklarım kırılsa da iyileşeceğini... Koşmanın ve keşfetmenin mutluluğunu hissetmek için buna değmez miydi? Koşmayan, kırılmayan bacaklarım ne işe yarardı? Koşmak ve keşfetmek değil miydi zaten hayat? Doğru mu yoksa yanlış mı düşündüğümdense hiç emin olamadım.
Kendi ağzından kitabını anlatan yazarımız olduğu sürece bana laf düşmez:
" 'yükte ağır, pahada hafif' olan bu seçkiyi sunuyorum. İçinde 110 kitabımdan bir iki damla bulacaksınız. Az veren candan, çok veren canından..."
Bana gelince en sevdiğim öykü
Tülsü'yü Sevmek.
Kim sevmez ki Tülsü'yü şayet görebilseydik! :)
Taşlamalardan
""En güzel şeyler asla sağlıklı değildir. En güzel şeyler her zaman tam hayatla ölümün kenarında asılı kalır."
~
Dokuz yıl önce Mercer şirketi bir M-bant üretmiştir. İnsanların sosyal durumlarını, aşk hayatlarını, sağlıklarını vb. göstermeye başlamıştır. Yüzdeler de 15'in altında olanlara neg denmiştir ve onları toplumdan uzak ayrı