28 Sbiten: Bir tür sıcak pekmez.
Hamamın kapısını açtığımız zaman, cehenneme girdiğimizi sandım. Gözünüzün önüne uzunluğu da, genişliği de aşağı yukarı on iki adım olan bir odayla, bu oda içinde yüz kişiyi getiriniz; hani yüz değilse de, hapishaneden iki yüz kişiye yakın mahpus ayrıldığına ve bunların yarısı burada bulunduğuna göre, rahat rahat
_Rüyamda bir kelebek olduğumu mu gördüm, yoksa şu an insan olduğumu düşleyen bir kelebek miyim, bilmiyorum. Chuang Tzu
_Mükemmel bir insanın zihni ayna gibidir. Hiçbir şeyi kavramaz ve hiçbir şeyi ummaz. Böylece mükemmel insan hayatın içinde hiçbir çaba harcamadan hareket eder.
******
_Kalpteki incelik sevgi yaratır; sözlerdeki incelik güven
_Az yemek, az uyku, az konuşmak ve herkesle düşüp kalkmamak. İşte doktora ihtiyaç olmaması için yapılması gerekenler bunlardır.
_Az ye! Yedikten sonra hazmoluncaya kadar başka bir şey yeme! Zira şifa yemeğin hazmolunmasındadır. İnsanın sağlığını bozan yemek üzerine yemek yemektir. Tıp ilmi ki beyte sığdırılmıştır. Ve söylemenin güzeli de kısa
Beden eğitimi fenaydı, voleybolsa en fenası. Beth topa bir türlü düzgün vuramıyordu. Ya topa sertçe şaplak atıyor ya da rasgele sektiriyordu. Bir keresinde parmağını o kadar kötü incitti ki hemen şişiverdi. Kızların çoğu kahkahalarla bağrışarak oynuyor ama Beth aynısını hiç beceremiyordu.
...
Haksızlıktı bu. Sportmenlik Beth'i hiç
Her şeyi kocaman bir güneş aydınlatıyor, afişin tepesinde de kıvrımlı harflerle şunlar yazıyordu:
Tatilinizi, güneşin anayurdunda geçirin.
Dünyanın en sıcak yeri:
Lanzarote!
Kendimi bilmiyorum.
Bazen dünyayı içime sığdıracak kadar genişliyor yüreğim, bazen kendi çırpıntılarına bile dar geliyor. Bazen
küçük bir gülücük bile yetiyor içimi ısıtmaya, bazen dağlara yükselen kahkahalar bile yetmiyor yüzümü güldürmeye. Bazen inanılmaz derecede uçarı, bazen iflah olmaz biçimde kanadı kırık oluyorum.
Hep aynı bedenin
1934 yılı. Bir bahar akşamı.
Yaşını başını almış bir beyefendi, Seine’in üzerindeki köprülerden
birinin taş basamaklarından aşağıya, kıyıya doğru iniyordu.
Burada, tüm dünyanın da bildiği üzere – yeri gelmişken, bir kez daha
insanları yoklayalalım- Paris’in evsizleri yatar.
Ya da şöyle diyelim: Konaklar.
Bu evsizlerden biri; hani
Patlamaya yakın yerlerde -bin kilometre içinde- aşırı rüzgârlar ve dalgalar hırsla veryansın eder ve patlama yerinden dağ gibi tsunamiler yayılırdı. Bu gelgit dalgaları aşırı derecede güçlü olmuşlardı, ama erimleri sınırlıydı, çünkü çarpma konumundan geriye su derinliği ancak yüz metre kadar olmuştu. Gelgit dalgaları dünyanın zıt tarafında da
Bre ağalar bre beyler paşalar
Şöyle dağlar kimlerin dağlarıdır
Ölenler ulu Tanrının kulları
Kalanlar bu dünyanın sağlarıdır
*
hey hayri bey hayri bey
bir gelin aldın soylu bir evden
elinde gül gölgesinden mendili
_Ben sana bok demem. Boklar duyar ar eder. Bir zerren düşse boka, onu da mundar eder. Tanrı senin hamurunu, necasetle yoğurmuş. Anan seni sıçar iken, yanlışlıkla doğurmuş.
_Rakı, şarap içiyorsam sana ne? Yoksa sana bir zararım içerim. İkimiz de gelsek kıldan köprüye. Ben dürüstsem sarhoşken de geçerim
_Göbekler perçin olmuş, hava geçmez aradan.
Ne yazık onlara ki çıkarlarına dokunulmadıkça
doğru yola gitmezler ve Allah’ın kendilerine sunacağı
nimetleri bilmezler.
Ne yazık onlara ki kalpleri temiz olmadığı için herkesi
kötü sanırlar ve günahsıza ve günahkâra bir fark
gözetmeden kötülük ederler.
Ne yazık onlara ki duygulu çekingenliği korkaklık,
samimiyeti yaltaklanma ve yardımı bir