“Elbet bir gün, bütün çiçekler beyaz açar
Hür ve mes'ut bir şarkı halinde
Penceremizden uzanır nur.
İstediğimiz şekilde doğar gün,
Dilediğimiz gibi yağar yağmur.”
Elbet bir gün, bütün çiçekler beyaz açar
Hür ve mes'ut bir şarkı halinde Penceremizden uzanır nur.
İstediğimiz şekilde doğar gün,
Dilediğimiz gibi yağar yağmur.
...
Herkes gibi biz de doyasıya yaşarız hayatı
Yıldızlar dilimizle konuşur.
Elbet bir gün, bizim de sevgilim
Köyümüzde beyaz badanalı bir evimiz olur...
Gözleri parmağındaki yüzüğe kaydı ardından "Benim bileklerimde kelepçeler var, sevgili avukat ve elbet bir gün çıkar," dedi. Gözleriyle yüzüğümü işaret etti. "Ama görüyorum ki senin de ruhun kelepçeli. Hangimiz daha berbat durumdayız iyi düşün."
Kaşlarım çatıldı ardından elimi aşağıya indirerek "Küstah, saygısız, terbiyesiz herif," dedim hiddetle.
Sırıtıp "Sayılır," dedi ardından çenesiyle elimi işaret etti. "Yüzüğün ağır geliyorsa bana ver, onu eritip anahtar yapar, kelepçelerimi öyle çıkarırım. Göz kırptı. "En azından daha önemli bir işe yarar.
Gözleri parmağındaki yüzüğe kaydı ardından "Benim bileklerimde kelepçeler var, sevgili avukat ve elbet bir gün çıkar," dedi. Gözleriyle yüzüğümü işaret etti. "Ama görüyorum ki senin de ruhun kelepçeli. Hangimiz daha berbat durumdayız iyi düşün."
Kaşlarım çatıldı ardından elimi aşağıya indirerek "Küstah, saygısız, terbiyesiz herif," dedim hiddetle.
Sırıtıp "Sayılır," dedi ardından çenesiyle elimi işaret etti. "Yüzüğün ağır geliyorsa bana ver, onu eritip anahtar yapar, kelepçelerimi öyle çıkarırım. Göz kırptı. "En azından daha önemli bir işe yarar."
Aldı sazı ele Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası,bakalım ne dedi:
Bizim fırkaya derler Cumhuriyetçi Terakkiperver Hem fırkacıyız, hem berber İşçiyi çiftçiyi tıraş ederiz
Perdah olmaziarsa telaş ederiz.
Yaldızlı bir kazık kakalım İşçinin açlıktan kokan nefesine
Mavi boncuk takalım Köylünün püskülsüz fesine
Fakat hürmetle riayetle bakalım
Ecnebi sermayesine işçiyi çiftçiyi tıraş ederiz
Perdah olmaziarsa telaş ederiz.
Aldı sazı ele Halkçı Cumhuriyet Fırkası, bakalım ne dedi:
Terakkiperver'lere kanmayın Onlar dostunuzdur sanmayın
Parmağınızı siyasete banmayın
Palan olsa da sırtımza sırma hırkamız Samansız bırakmaz sizi Fırkamız.
Çıkar elbet bir gün Mesai Kanunu Yüz sene, bin sene bekleyin bunu İşte buna derler
Ali Cengiz oyunu
Palan da olsa sırtımza sırma hırkamız Samansız bırakmaz sizi Fırkamız.
Oruç, önce eşyayı diriltir. Elbet, eşyanın bu dirilişi, insan açısından bakılıncadır. Eşya, insana göre dirilmiştir oruçla demek istiyoruz. Evet, oruç, ilkin göze, dudaklara, damağa ve sonra düşünmeye, hayal gücüne tesir eder. İnsanın idrâk ve yorumunu değiştirir. Duygularımız, düşünüş ve hayal edişimiz değişince, bizdeki dünya tasarımı da değişmeye başlar. Artık, ne uyku eski uyku, ne yediğimiz yemekler eski yemeklerdir. Sıcak bir yaz gününden sonra iftarda içtiğimiz ilk bir bardak suyu, hiç bir gün farkına bile varmadan içtiğimiz bir bardak suyla değiştirir misiniz?
Hava kararana kadar top peşinde koşar dururduk. O zamanlar maç yapmak, terli terli su içmek ve bahçelerden erik çalmak gibi eğlencelerimiz vardı. Hiç sıkılmazdık. Her şey daha sonradan tatsızlaştı. Top oynadığımız arsayı inşaat için dikenli tellerle çevirdiler; Musti'nin sigaraya başladığı, benimse hem sigaraya başlayıp hem Ayşen'e âşık olduğum yıldı. Önce tuğlalar ve tahtalar ve keresteler ve demirler yığıldı öbek öbek. Kale kurduğumuz taşlar, kum tepelerinin altında kaldı. Kazmalar, kürekler, elekler yayıldı sağa sola. Sonra da en irisinden iki kangal bağladılar çantalarımızı bıraktığımız ağacın altına. Daha da kimse giremez oldu Yıldızların oraya. Bizim maçlar kömür deposunun ardına, yukarımaaledeki küçük arsaya taşındı. Herkes o tarafa gitti. Tek ben gitmedim. Gidemedim. Daha doğrusu canım istemedi. Gerçekten tuhaf bir dönem geçiriyordum. Babamın deyimiyle büluğ çağına girmiştim. Bıyıklarım yeni yeni terliyordu. Sesim çatallaşmıştı ve sürekli içim sıkılıyordu. Hem uzaktı yukarımaale, her gün gitmesi dertti. Hepsinden önemlisi: Ayşenlerin evi, eski arsanın tam karşısındaydı. İkindi vakitleri balkonda çamaşır asıyordu Ayşen. Bazı günler mandalın teki elinden kayıp aşağı düşüyordu; işte o bazı günlerde gidip onunla konuşacak oluyordum, gidip konuşacaktım. Elbet o çamaşırlar tekrar kirlenecek, tekrar asılacak ve o tahta mandallar Ayşen'in ince parmaklarından tekrar aşağı düşecekti. Biliyordum. Birgün mutlaka, yerçekimine yenik düşmüş o mandalla cesaretim aynı düzlemde buluşacaktı.
Sayfa 76 - Yapı Kredi Yayınları (İki Oda, Bir Salon, Yarım Hayat)Kitabı okudu