Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ön Yargı
O gün derse geç kalmıştı. İlk ders Matematikti. Hocayı ve arkadaşlarını rahatsız etmemek için kantinde oturmuş, dersin bitmesini beklemişti. Bir sonraki ders için sınıfa girdiğinde, tahtada, sonunda soru işareti bulunan iki işlem gördü. Kalemini defterini çıkarıp hemen not etti kimsecikler tahtayı silmeden. Diğer dersler bitmiş, eve dönmüştü. Defterinde çözülecek iki tane soru vardı. Defterini açtı, ama sorular bayağı zor görünüyordu. Sınıfta durumu da fena sayılmazdı hani. Uğraştı durdu soruları çözmek için. Hoca bazen böyle ev ödevi verir ve yapılıp yapılmadığını da kontrol etmezdi. Ancak yapanlar mutlaka bunun karşılığını en azından bir iltifatla alırlardı. Bazen nota da etki ederdi tabii bu durum Ertesi gün uzun uğraşlardan sonra çözdüğü soruları koydu hocanın masasının üzerine. Biraz da zor olmuştu hani. Hocanın yüzünde değişiklikler oluyordu işlemi kontrol ederken. ‘Nasıl buldun bu sonucu?’ dedi hoca heyecanla. Bu soru 150 yıldır çözülemiyordu. Ben dün tahtaya matematiğin problemlerini anlatırken yazmıştım bu soruları. Kendim çözmeyi denemediğim gibi, bizim gibi normal(!) İnsanların da denemeyeceğini düşünüyordum. Enteresan dedi. Şaşırarak cevap verdi hocaya: ‘dün derse geç kalmıştım. Tahtada soruyu görünce diğer ödevler gibi zannettim. Ve biraz da zorlanarak akşam evde yaptım’ Hoca sınıfa döndü: İşte arkadaşlar, 150 yıllık soru dediğimiz, aslında 150 yıllık önyargımızmış. Eğer biz de önyargılarımızdan kurtulabilsek, 2000 yıllık soru ve sorunları da çözeriz herhalde
Sayfa 265 - İnsan yayınlarıKitabı okudu
Reklam
Beyin enteresan bir organ diye düşündü İlias. Bir anda portakal kokusu geldi burnuna. Bu kokuyu hissetmesine neden olan şey ise çimenlerin üzerindeki burç kitabının kapağında yürüyen karıncalardı. Beyin gerçekten garipti. Zira karıncaların oldukça senkronize ve oldukça yorucu mücadelesi tümüyle bir ekmek kırıntısını taşımak üzerineydi. İlias karıncaları gördüğünde aklına bir anda çocukluğu geldi. Her çocuk gibi, İlias da masum görünümün altında acımasız davranışlar barındıran bir çocuktu. Eline aldığı büyüteci güneşe tutup, oradan gelen ışınları karıncaların üzerine hedeflediği günleri hatırladı. Nasıl olur da o yaş da böylesine acımasız olabilirdi bir çocuk. Acaba yaptıklarının önemini fark edemeyecek bir durumda mıydı, yoksa bilerek mi yapıyordu. Bu soru hakkında gerçekten hiç bir fikri yoktu. Çünkü beyni karınca ve büyüteci hatırladığında, aklına her yaz tatilinde gittikleri yerdeki portakal ağaçları gelmişti bir anda İlias'ın. Çocukken bu ağaçlardan gelen kokuya bayılırdı. Sadece bir karıncaya bakarak portakal kokusu hissedebilmek tam anlamıyla beynin yapabileceği bir çılgınlık diye düşündü.
Sayfa 18 - ELMA YAYINEVİKitabı okudu
Sunuş’tan:
En son Yonca Evcimik'ten dinlemiştik: Kendini bil / Sen kendini kendini bil / Haddini bil..." Daha önce de Cem Karaca söylüyordu: "Sen seni bil sen seni/Sen seni bilmez isen / Patlatırlar enseni..." Bir de Sezen Aksu versiyonu mevcut: Sen seni bil sen seni / Sen sıkı tut çeneni / Eline diline hakim ol / Yoksa öcüler yer seni..." Cem Karaca'yla Sezen Aksu, ne de olsa 70'lerden geliyorlar, yarım doz ironi katmışlar gibi. Ama Yonca Evcimik 80'lerde yükselen değerlerin sözcüsü, onun şarkısı herhangi bir soru işareti taşımıyor, yerleşik kalıbı birebir ve fütursuzca yeniliyor. Gelgelelim, ister ironiyle karışık olsun, ister bodoslama; pop popluğunu yapıyor, ideolojik bir cihaz olarak yerleşik düşünce kalıplarını yeniden üretiyor, hakim zihniyeti pekiştiriyor. Iktidar, işaret parmağını sallıyor, uyarıyor, tehdit ediyor: "Kendini, yani haddini bil! Yoksa..." Dinleyenler için enteresan bir durum yok ortada, kanıksanmış bir gerçek var: O işaret parmağı gündelik hayatın gerçeği zaten, yukandakiler aşağıdakilere, aşağıdakiler birbirlerine günbegün sallıyor ve günbegün ezeli ve ebedi bir gerçek beyan ediliyor: Kendini bil!.. Bu komutun, Yunus Emre'nin "ilim" dediği "kendini bilmek"le bir alakası yok elbette, basbayağı bir tehdit söz konusu. Ve gündelik hayat tecrübelerimizden de biliyoruz ki, benliğimize sallanan o işaret parmağı, gerektiğin de demir bir yumruk olarak tepemize iniyor. Gerektiğinde, eziyet etmek için özel olarak geliştirilmiş teknoloji giriyor devreye. Ama sadece "gerektiğinde". Zira, illa fiziksel şiddet gerekmiyor, "ruhu cendere altına almak yeterli olabiliyor.
Başarılı insanların hayatlarını incelediğinizde hepsinin küçüklükten itibaren enteresan yönelimleri, soru soruş tarzları, olaylara farklı bakış açıları olduğunu görürsünüz. Dolayısıyla meslek seçiminde ve hayattaki diğer seçimlerde asıl önemli olan şudur: Birey, ondaki yetenekleri idrak edip ilgili alanlara yönelmelidir. Burada yine şunun önemi bir kez daha gün yüzüne çıkıyor; sohbet yöntemiyle kendisini keşfetmesine izin veren bir ortamda mı; yoksa, "Aklını başına topla, bu tip davranışları kes. Doğru dürüst bir adam ol!" diyerek baskılayan, kalıba sokmaya çalışan bir ortamda mı yetişmiş? Yani yine "geliştirmek mi, kalıplamak mı?" sorusuna geliyoruz.
Sayfa 210 - Kronik YayınlarıKitabı okudu
Reklam
yazarın "Ana diliniz Kürtçe midir?" sorusuna verdiği yanıt;
Vallahi aslında böyle bir soru ancak Türkiye'de merak edilerek sorulur. Yoksa, başka bir memlekette tahmin etmem, böyle bir soru enteresan olup, basını ve kamuoyunu ilgilendir­sin. Basında bu soru, şuna benzer: Bir erkeğe, "kadın mısın, erkek misin" veya aynı soru kadına da sorulsa ne kadar ga­ripse, bence "ana dilin nedir" diye sorusu da bu kadar acayip­tir. Elbette ana dilim Kürtçe'dir.
Başarılı insanların hayatlarını incelediğinizde hepsinin küçüklükten itibaren enteresan yönelimleri, soru soruş tarzları, olaylara farklı bakış açıları olduğunu görürsünüz. Dolayısıyla meslek seçiminde ve hayattaki diğer seçimlerde asıl önemli olan şudur: Birey, ondaki yetenekleri idrak edip ilgili alanlara yönelmelidir. Burada yine şunun önemi bir kez daha gün yüzüne çıkıyor; sohbet yöntemiyle kendisini keşfetmesine izin veren bir ortamda mı; yoksa, “Akılını başına topla, bu tip davranışları kes. Doğru dürüst adam ol!” diyerek baskılayan, kalıba sokmaya çalışan ortamda mı yetişmiş?
Sayfa 210Kitabı okudu
Kral, taktik vermeye devam ediyor :D
Yapılan çeşitli çalışmaların gösterdiğine göre kızlar gerçek dünyayı masal dünyasından ayırmayı erkeklerden daha önce öğreniyorlar. Aslında etrafınıza bakarsanız hâlen o masal dünyasının içinde birçok erkek görebilirsiniz. Bu doğrultuda yukarıdaki sorumuza geri dönersek şu ana kadar yapılan araştırmalar, frontal korteksin kadınlarda erkeklere göre
Sadettin Ökten
Sadettin Ökten
: Her yeni doğan gün bir lütuftur ve yeni doğan gündeki varlığınız da bir lütuftur ve bu lütuflar bir tecelliyat silsilesi oluşturur. Necip Fazıl, " Nurtopu günlerin kanına girdim , kutsal emaneti yedim bitirdim , diyor. Bu birinci mısra beni etkiler. Her yeni gün, nurtopu bir gündür. " Her dem yeni dirlikte doğarız , sizden kim usanası ," diyor Yunus. Hücrelerimiz, kalbî, akli, ruhi durumumuz yenileniyor. Ben geçen seneki Sadettin değilim, on sene önceki hiç değilim. Tesadüfler, tecelliyatlar yeni ve yenilenen size hayat vermişse o gün size yeni bir şey söylüyordur. Dizi romanlar vardı, çocukluğumuzda, " Bakalım kahramanımızı hangi maceralar bekliyor ," diye biterdi. Bu bana enteresan gelmiştir, her an için hangi maceraların bizi beklediği önemli bir soru . Hepimiz birer kahramanız, hepimize ruh üflendi ve hepimiz eşref-i mahlûkat olma noktasındayız. Bu tecelliyat içinde bize verilen imkânı nasıl kullanacağız, bu önemli bir soru. Dolayısıyla sıkıntılar olsa da ümitsizlik diye bir şey söz konusu olmamalı. Sıkıntılı anlar tabii ki olur; dünyada yaşıyoruz. Kabz ve bast hali arasında gider gelir insan ruhu ama ümitsizlikten sakınmalıdır.
Reklam
Anadilin nedir ?
Vallahi aslında böyle bir soru,ancak Türkiye’de merak edilerek sorulur. Yoksa,başka bir memlekette tahmin etmem,böyle bir soru,enteresan olup basını ve kamuoyunu ilgilendirsin.
Bakışlarını birden çırağın ardına çeviriyor oturanlardan biri. "Kimsesi yok" diye ekliyor bakarken. "Anlamadım Hasan abi" diyor öteki. "Şu çocuğu diyorum. Adı Hüseyin, Suriyeli... Hiç kimsesi yok. Suriye'de annesi de babası da ölmüş. Bir komşusu bombalanmış evlerinin enkazının yanında tek başına ve ağlar halde bulunca
ölüm ve kurbanın enteresan TLF... knoşması :)
Hattın diğer ucundaki ses bir soru sordu, Telefonu köpek mi açtı acaba, eğer öyleyse en azından havlama nezaketini gösterir mi lütfen. Viyolonselci cevap verdi, Evet, ben köpeğim ama uzun zaman önce havlamak.tan vazgeçtim, aynı şekilde ısırma alışkanlığımdan da vazgeçtim, bir tek kendimi ısırıyorum,
"Her dem yeni dirlikte doğarız, sizden kim usanası," diyor Yunus. Hücrelerimiz, kalbî, akli, ruhi durumumuz yenileniyor. Ben geçen seneki Sadettin değilim, on sene önceki hiç değilim. Tesadüfler, tecelliyatlar yeni ve yenilenen size hayat vermişse o gün size yeni bir şey söylüyordur. Dizi romanlar var di, çocukluğumuzda, "Bakalım kahramanımızı hangi maceralar bekliyor," diye biterdi. Bu bana enteresan gelmiştir, her an için hangi maceraların bizi beklediği önemli bir soru. Hepimiz birer kahramanız, hepimize ruh üflendi ve hepimiz eşref-i mahlukat olma noktasındayız. Bu tecelliyat içinde bize verilen imkânı nasıl kullanacağız, bu önemli bir soru. Dolayısıyla sıkıntılar olsa da ümitsizlik diye bir şey söz konusu olmamalı. Sıkıntılı anlar tabii ki olur; dünyada yaşıyoruz. Kabz ve bast hali arasında gider ge lir insan ruhu ama ümitsizlikten sakınmalıdır. Rahmetli validem Osmanlı zamanında doğmuş, ilk mektep mezunudur. Pedere de, bize de "Gün doğmadan neler doğar," derdi.
50 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.