Ve Ahmed Arif, Leyla'sına seslenir...
Sevdiğim,
Çaresizliğimden gayrı hiçbir kabahatım yok.
Aşına,
Ekmeğine,
Kahrına,
Karanlığına,
Özlemine,
Umuduna kat beni...
Hayattan, kendimden hiçbir şey istememekten gayrı isteğim olmadı. Sahip olmadığım kulübenin kapısında, hiç var olmamış güneşe karşı oturdum ve çoktan yorulmuş gerçekliğimin, gelecekteki yaşlılığın tadını çıkardım (şimdilik yaşlılığı bilmiyor olmanın verdiği zevkle). Varoluşun fakir kulları, henüz ölmemiş olmaktan başka ne ister ve bir de hâlâ umut [...]
ruhtaki teheyyücleri, ruhiyatçılar, "haz ve elem" gibi "kati, basit, gayri kabil tahlil" iki dilime ayırırlar. Felsefenin bütün hataları, bu yanlış tasniften ileri geliyor. Ruhta, haz ve elem gibi birbirlerine zıt iki unsur ayırmaya teşebbüs edilemez, her elem bir hazla, her haz, elemle müterafıktır. Kederli zamanlarımızda, gizli bir sevincimiz vardır, zira bu sevincimiz bitecektir. Elemsiz haz, hazsız elem tasavvuru, pek mücerred ve bâtıldır. Abdülhak Hamid, "Makber" mukaddimesinde, mühim bir şey söylüyor:
"Kederimin artması için sevinmek isterim. Bunu kimselere anlatamam. Bu hissin lisanı anlaşılmaktan uzaktır. Sükût edelim."
En büyük buluşu "amelî adalet" ti.
Efruz Bey:
—Bu ne?.. diye sordu. "Amelî adalet" mi?
—Evet. Gayet tabiî bir şey. Yani hakikî adaletin ta kendisi...
—Aman izah ediniz.
Müdür Bey:
—Başüstüne, diye başladı. İnsanlar tabiati bozarak hayatı hafifleştirmek için kendi felâketlerini elleriyle hazırlamışlardır. Meselâ "hak, adalet" gibi tabirler uydurmuşlar, yaşayışın revişindeki ahengi bozmaya kalkmışlardır. Sözde mücerret bir hak varmış. Asırlardan beri onu ararlar! Asırlar içinde; Nasrettin Hoca'dan başka "hakk"ı anlayan gelmemiştir.
—O, nasıl anlamış?
—Hikâyesini biliyor musunuz?
—Hayır.
—Bir gün Nasrettin Hoca, yolda birkaç çocuğun kavga ettiklerini görmüş.
—Ey?..
—"Niçin dövüşüyorsunuz?" diye sormuş; çocuklar da "Şuradan ceviz topladık. Pay edemiyoruz." demişler. Hoca: "Ben size pay edeyim mi?" diye sormuş. "Et" demişler. Fakat Hoca çocuklara tekrar "Hakça mı, kulca mı pay edeyim?" diye sormuş. Çocuklar düşünmüşler, hakça pay edilmesini istemişler. Nasrettin Hoca rastgele kimine bir, kimine üç, kimine beş ceviz vermiş. Geri kalanını da kendi heybesine doldurmuş.
—Sonra!..
—Sonra, çocuklar: "Bu nasıl pay, Hoca?" diye şaşırmışlar. Hoca: "Hakça pay buna derler. Rastgele! Kimine az, kimine çok, kimine hiç..."
—Ey sonra?
—İşte bu kadar... Yani müsavat hülyasının insanlara mahsus bir vehim olduğunu Hoca daha o vakit çakmış. Evet, tabiata bakarsak adaletin gayrı mantıkî bir fantezi olduğunu sarahaten görürüz.
"Ölüm nedir bilir misin sen, ölüm? Bilemezsin ha. Küçük büyük insandan gayri bütün canlılar gibi sen de mi bilmiyorsun ölümü? Oh, ne iyi! Bilme bilme. Bir gün öğrenirsen bile sakın korkma! Bilene ne zaman olsa gelecektir. Bak ben onu bekliyorum. Bu gençlik sana nasıl güzel güzel geldiyse ölüm de sana öylece, güzel gelecektir."
"Oğul, alemde sürüp giden zevk ü sefa da yoktur, bitme- yen mutluluk da. Doğan gün akşama, yaşayan kişi toprağa elbette kavuşacaktır. Gayrı Allah'ın dediği olacak!"