Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
-Ama söz değil mi?.. Çünkü önünde sonunda bir ara eve dönmemiz gerek! -Söz veriyorum, -dedim gülerek... -Gidelim öyleyse! -Gidelim. -Göğe baksanıza Nastyenka, bakın! Yarın harika bir gün olacak; gök ne kadar mavi, hele şu ay! Bakın: Sarı bulut şimdi ayı örtecek, bakın, bakın!.. Ah, hayır sıyırıp geçtiler. Ah şuna bir baksanıza!.. Ama Nastyenka buluta bakmadı, ağzını açmadan oraya mihlanmış gibi duruyordu; bir dakika sonra biraz ürkekçe bana sokuldu. Elleri avucumda titriyordu. Ona baktım... Bana daha da yaslandı. O sırada yanımızdan genç bir adam geçiyordu. Adam birden durdu, dik dik bize baktı ve sonra birkaç adım daha attı. Yüreğim yerinden fırlayacaktı... -Nastyenka, -dedim kısık bir sesle,- bu kim Nastyenka? -O işte, -diye yanıtladı fısıldayarak, bana daha da sokuldu ve daha sıkı sarıldı... Ayakta zor duruyordum. -Nastyenka! Nastyenka! Sensin gerçekten! -diye ses- lendi biri arkamızdan ve aynı anda genç adam bize doğru birkaç adım attı. Tanrım, o ne çığlıktı! Nastyenka nasıl da titredi! Ellerimden nasıl da kurtulup ona koştu!.. Orada ölü gibi kalakalmış, ikisini izliyordum. Ama Nastyenka, adama elini pek gönülsüzce uzattı, sarılışına da pek tutuk karşılık verdi, sonra birden yine bana döndu, ok gibi, şimşek gibi yanımda bitiverdi ve daha ben ne olduğunu anlayamadan boynuma sarılıp içten, coşkulu bir şekilde beni optü. Sonra tek sözcük etmeden yine ona döndü, adamı elinden tuttu ve çekip götürdü. Uzun süre orada arkalarından bakakaldım... Çok geç meden gözlerimin önünde yitip gittiler.
Giderken nefeslerini size bırakacaklarını sanmıştınız değil mi? İşte gittiler ve nefeslerini de yanlarında götürdüler. Bunca yıl soluk alıp verdikleri alanları bile terkettiler. Senelerce nefes tüketip anlatamadıklarını, bir çırpıda anlattılar gidişleriyle.
Reklam
BEYAZ LÂLE Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve
Giderken nefeslerini size bırakacaklarını sanmıştınız değil mi? İşte gittiler ve nefeslerini de yanlarında götürdüler. Bunca yıl soluk alıp verdikleri alanları bile terkettiler. Senelerce nefes tüketip anlatamadıklarını, bir çırpıda anlattılar gidişleriyle.
İstanbul 'un işgali
"...İngilizlerin bir askeri bandonun mızıkacılarını silahlı asker sanıp öldürmeleri Türklere çok acı gelmişti....bütün evleri araştırdılar,mezarlıklardaki kabirleri deşerek içinde silah saklı olup olmadığına baktılar....Rauf Bey neşeli görünmeye çalışarak "Bırakın gelsin alçaklar,"diyordu "Buradayız işte."parlementonun kendi kendine dağılması değil işgal kuvvetlerince dağıtılması gerektiğini ileri sürüyordu.........İki yanında süngü takmış İngiliz erlerinin sıralandığı sokaktan geçerek Yıldız sarayına gittiler....."şu sular bu kafirlerin gelebilecekleri en son yerdir Anadolu çelik gibidir.Mücadelesinde başarıya ulaşacak. ""
Sayfa 305 - RAUF BEYKitabı okuyor
Tutuklu Tiradı
"On üç yaşındaydım. Ortaokula gidiyordum. Babam öleli iki yıl olmuştu. Yoksul düşmüştük. Annem terzilik yapıyordu, zar-zor geçiniyorduk. Büyük bir evin iki odasında oturuyorduk. Kitaplarımın çoğu noksandı, okul çantam bile yoktu. Bayram geldi. Annem ne yaptı etti, bana bir ayakkabı aldı, bir pantolonla bir gömlek dikti. Sabah erkenden kalkıp
Reklam
68/Kalem Suresi
17. Kuşkusuz Biz onları belalandırdık. Tıpkı, bahçelerinin ürünlerini sabah erkenden toplayacaklarına dair sözleşen bahçe sahiplerini belalandırdığımız gibi. 18. Bir istisna da yapmıyorlardı. 19. Fakat onlar daha uyanmadan, Rabb'in tarafından bir dolaşan onun üzerinde dolaştı. 20. Böylece, bahçeleri, üzerinde hiç ekin olmayan kara toprak gibi
Analar, analar, analar ve bir ana
Bir vakitler, üç kız ikisi oğlan, beş çocuklu bu ev, o devrin kendine mahsus varlık ve saadeti ile cıvıl cıvıldı. Sonra kızlar gelin olup gittiler ve kendi alın yazılarını yaşamaya başladılar, oğlanlardan büyüğü harbin daha ilk yılında Çanakkale' de şehit düştü. Öteki, babasının ölümünü Şam'da iken haber alan Salih, işte şimdi, artık bir ihtiyar dulun sessizliği ve yoksulluğu ile do­lan o evin kapısının önünde faytondan iniyordu.
evrenin acımasız işleyişi
Ama sonuç olarak ne fark ederdi ki? Öyle ya da böyle herkes öldü işte; iyiler ve kötüler, güçlüler, güçsüzler, yaşamı sevenler ve hor görenler... Ölüp gittiler. Her şey yok oldu.
6-8. İçlerinden ileri gelenler, “Gidin, ilâhlarınıza tapmaya devam edin. İşte bu istenen şeydir. Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır. O zikir (Kur’an) içimizden ona mı indirildi?” diyerek kalkıp gittiler. Hayır, onlar benim Zikrimden (Kur’an’dan) şüphe içindedirler. Hayır, henüz azabımı tatmadılar. (Sâd, 38/6)
Reklam
Yedi kapılı Thebai şehrini kuran kim? Kitaplar yalnız kralların adını yazıyor, Yoksa krallar mı taşıdı kayaları? Bir de Babil varmış, boyuna yıkılan, kim kurmuş Babil'i her seferinde? Altın şehir Lima'nın hangi evinde oturmuş acaba yapı işçileri? Nereye gittiler dersin Çin Seddi'nin bittiği gece, duvarcılar? Yüce Roma'da
Salı sabahı annem ve Cemile Teyzem mahkemeye gittiler. Teyzem yolda kendine harika bir isim bulduğunu, sabah namaza kalkıp ezan okuyup kendine ismi çoktan koyduğunu söylemiş. Mahkeme ister koysun ister koymasınmış... O adını koymuştu bir kere. Bize de adını bağışlar mı diye bekledik ama nazar değmesin diye mahkeme dönüşüne kadar beklememizi söyledi. Yok yere şahit yazılan, olmadık yerde mahkemeye gidecek olan annem teyzeme daldı dalacaktı. “Allah seni bildiği gibi yapsın Cevriye” dedi Cevriye’nin üstüne basa basa... Ne de olsa bundan sonra Cevriye diyemeyecekti de işte ne diyecekti?
kalem suresi
﴾17-18﴿ Biz, vaktiyle şu bahçe sahiplerine belâ verdiğimiz gibi onlara da belâ verdik. Hani bahçe sahipleri, (“Allah izin verirse” gibi) bir kayıt koymaksızın sabah erkenden bahçenin mahsulünü kesinlikle devşireceklerine yemin etmişlerdi. ﴾19-20﴿ Fakat onlar uykudayken rabbin tarafından gelen kuşatıcı bir âfet bahçeyi sarıverdi de bahçe kesilip kurumuş gibi oldu. ﴾21﴿ Sabahleyin birbirlerine şöyle seslendiler: ﴾22﴿ “Eğer devşirecekseniz erkenden tarlanızın başına gidin!” ﴾23﴿ Derken yola koyuldular. Birbirlerine şöyle fısıldıyorlardı: ﴾24﴿ “Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın!” ﴾25﴿ Amaçlarını, planladıkları gibi gerçekleştirmek üzere erkenden yola düşüp gittiler. ﴾26-27﴿ Bahçeyi gördüklerinde ise, “Herhalde yanlış yere gelmişiz; yok yok, ürünü kaybetmişiz” dediler. ﴾28﴿ İçlerinden aklı başında olan biri şöyle dedi: “Ben size, ‘Allah’ın yüceliğini dile getirmelisiniz’ dememiş miydim?” ﴾29﴿ Şöyle cevap verdiler: “Rabbimizin şanı yücedir; doğrusu biz haksızlık etmişiz.” ﴾30﴿ Ardından, birbirlerini kınamaya başladılar: ﴾31﴿ “Yazıklar olsun bize!” dediler, “Gerçekten biz azmış ve sapmıştık. ﴾32﴿ Belki rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Biz rabbimizden bunu ­diliyoruz.” ﴾33﴿ İşte ceza budur. Âhiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!
1.083 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.