“Yıldızlara doğru! Yeryüzünden ve insanlardan uzağa!..”
1884’te Smolensk’te dünyaya gelen
Aleksandr Belyaev in ilk romanı 1925’te yayımlandı. Bir işçi gazetesinde yayımlanan “
Profesör Dowell'in Başı” isimli bu roman büyük bir başarı elde etti ve Belyaev ardından başka bilimkurgu eserler de kaleme almaya başladı.
Su Adamı (incelemesi için bakınız: #121870926) ve Hava Adamı Ariel gibi eserlerle de iyiden iyiye adını duyuran yazar, “Sovyetler’in Jules Verne’i” olarak adlandırıldı. Aynı zamanda kendisi de bir
H. G. Wells hayranı olan Belyaev, 1934’te Sovyetler Birliği’ne gelen Wells’le tanışma fırsatı buldu.
Son derece talihsiz bir yaşam öyküsü olan Aleksandr Belyaev’in yazarlığa giden süreci acılar içinde geçti. 1914’te felç oldu ve altı yıl boyunca tedavi umuduyla yaşadı. Nihayet sağlığına yeniden kavuştu ve hasta yatağında başladığı şiir ve öykü yazımını devam ettirdi. Ailesinin zorlamasıyla ilahiyat okuluna gitse de herhangi bir dini inancı benimsemedi. İlerleyen yıllarda eğitimini hukuk alanında yapmaya karar verdi, fakat edebiyatın daha çekici gelmesiyle avukatlığı bırakarak kendisini tam zamanlı yazarlığa adadı. 1942’de, 2. Dünya Savaşı’nın en çetin günlerinde Alman istilasına uğrayan Puşkin Köyü’nden ayrılmayı reddettiği için açlıktan öldü.
İthaki Bilimkurgu Klasikleri dizisi kapsamında, 2017’de yayımlanan Su Adamı’nda insanlığın denizler altına duyduğu meraktan yola çıkmıştı Belyaev ve biyolojik açıdan su altında uzun süre bulunması imkânsız olan insanlığa bunun bilimsel anlamda mümkün olabileceğini kanıtlar nitelikte bir esere imza atmıştı.
Hava Adamı Ariel’de ise insanlığın bir diğer tutkusu olan “uçma”yı merkeze oturtuyor ve öyküsünde “herhangi bir araca ihtiyaç duymadan uçma” fikrini hayata geçiriyor. Eseri bilimkurgu sınıfına sokan tek unsur da bu oluyor. Fikir bilimkurgu olsa da, fikrin işlenişi daha çok fantastik bir havada seyrediyor ve macera kısmı da Jules Verne romanlarını andırıyor.
“Ama bilim insanları olan bizlere masallara inanmak yakışmaz.”
Uçmak dendiğinde dünya üzerinde ilk akla gelen kahramanlardan biri şüphesiz Superman. İlk Superman prototipi 1933’te yaratıldı ve ilk çizgi romanı ise 1938’de yayımlandı. Belyaev’in Hava Adamı Ariel’i ise 1941’de yayımlanmıştır. Aradaki üç yıllık zaman diliminde yazarın Superman’i duyup okuma ihtimali bir hayli yüksek olduğundan kitabın konusunun orijinal olmadığını belirtmek gerekiyor. Eğer Superman’den önce yayımlansaydı, elbette bugün Ariel’i öncü bir eser olarak anıyor olurduk.
Yarattığı insanüstü karakter Ariel’in öyküsü egzotik ve sırlarla dolu bir coğrafyada geçiyor: Hindistan’da… Roman, aşina olduğumuz birçok bilimkurgu yapıtından bu ilginç seçimle ayrılıyor ve yazar daha ilk sayfalardan okuru içine çekmeyi başarıyor. Ariel, henüz bebekken ailesinden koparılarak getiriliyor Hindistan’a ve okültist bir okula yazdırılıyor. Harry Potter serisinden karşımıza çıkan ve artık efsaneleşen Hogwarts benzeri bu okulun adı ise Dandarat.
Bir yatılı okul olan Dandarat’ta okuyan çocuklar medyumluk, ipnotizmacılık, kâhinlik, falcılık gibi sıra dışı konularda etiğim görürler ve diğer sıradan insanlara göre birer mucize sahibi olarak okuldan mezun olurlar. Ariel de henüz ergenliğinde bir çocuk olarak bu okulda eğitim görmektedir ve geçmişine dair ise bir bilgisi yoktur. Fakat ten renginden anlaşıldığı üzere o bir Hintli değildir, Avrupalıdır. Asıl adı Aurelius Galtan olan Ariel adını Uranüs’ün aynı adlı uydusundan alır ve Uranüs’ün anlamı ise “gökyüzünü temsil eden tanrı”dır. Bu bilgiler önemli zira Ariel, bir deneyin parçası haline gelerek uçma yeteneğine sahip olur ve bu durum ona tanıklık eden birçok kişinin gözünde “tanrı” olarak anılmasına sebebiyet verir. Hindistan’da çok fazla din ve tanrı olduğu da hesaba katıldığında durum hem gerçek hem de absürd bir hal almaktadır.
“Hizmet ettikleri toplumsal sistemin temel kurallarından biri olan din, onarılmaz çöküşler yaşamış, kitleler arasında cazibesini kaybetmişti.”
Ve Ariel, çıktığı bu yolculukta dünyayı ve insanları tanımaya başlıyor. Hindistan’daki kast sistemi ve din anlayışına dair önemli tespitlerde bulunan Belyaev, yarattığı karakteri bir dizi olayla sınıyor. Egzotik insanlar arasında yolculuğuna başlayan karakterimiz kendisini önce Amerika Birleşik Devletleri’nde, ardından da İngiltere’de buluyor. Geçmişine ve ailesine dair bilgiler öğreniyor, insanları tanıma macerası devam ederken o bu yolculukta aşkı ve dostluğu da tadıyor.
İnsanların kibrine, iki yüzlülüğüne, hırsına tanıklık ediyor ve tek gerçek olgunun iyilik ve doğruluk olduğu sonucuna varıyor. İnançlar ve insanların çıkarlar uğruna sömürüldüğü bu dünyada saflığın ne ölçüde ayakta kalabileceğini sorgulayan yazar, küçük bir çocuğun gözünden yetişkinlerin ürkütücü dünyasını resmediyor. Dolayısıyla, acımasız dünya düzenine karşı bir başkaldırışı simgeleyen Ariel’in maceraları hem eğlenceli hem de düşündürücü.
Eserlerinde fantastik bir yan olsa da, bilimkurgu temaları da içermesi Aleksandr Belyaev’i Sovyet bilimkurgusunun öncülerinden biri hâline getirdi.
Biz” isimli romanı gelir. Fakat bu eser uzun yıllar Rusya’da yayımlanmadığı için dünyada popüler olması ve başarısının kabul edilmesi biraz geç olmuştur. Yine de Biz’in öncü bir distopya klasiği olduğu günümüzde herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir.
Sosyalizm sevdasıyla yanıp tutuşan ve geleceğe dair çokça önemli tespitler ve fikirler barındıran sovyet bilimkurgusuyla henüz tanışmamış olan okurlar, yukarıda ismi geçen Sovyet yazarlarından birini ya da bu yazının asıl konusu olan “Hava Adamı Ariel”i seçerek bir başlangıç yapabilir.
“Tanrılar da bazen sıradan insanlara imrenebilir.”
Hava Adamı ArielAleksandr Belyaev · İthaki Yayınları · 2021324 okunma