Cansız varlıkların zamana direndikleri fakat biraz olsun hayatiyet gösteren her şeyin solup gittiği görülüyor. Bitkilere "Nebat" denmesinin sebebi, bize toprağın haberini vermeleridir. Hayvanlar, sıfatların elinde birer oyuncak gibi, doğumdan ölume doğru koşuyorlar. Bitkilere baksak, toprağın haberini, hayvanlara baksak, sıfatların tezahürlerini göreceğiz fakat biz ancak beşere bakarız. Zira acıdan feryat eden, şikayet içinde ömür tüketen ve ölümü bize en çok dokunan odur. Hayatiyeti daha şiddetli olduğu için, acıları da sonsuz gibidir.
Sanki bütün varlığı, yalnızca ıstıraba mekân olsun diye yaratılmıştır. Bütün saadet akşamlarının sabahı hüzün, bütün mutlulukların sonu göğsümüzün orta yerinde hissettiğimiz bir boşluktur. Az önce saadetinden kahkahalar atan şu adam, şimdi susmuş ve içindeki boşlukları dinlemektedir. Az önce, mutluluğunu tamamlamak için şaraba kanmış şu adam, baş ağrılarıyla inlemektedir. Demin, birbirini içer gibi sevişen şu âşıklar, şimdi şeytanın kahkahalarını duymaktadır. Kim şu hayatta kâmil bir mutluluk yaşadığını söyleyebilir ki? Hepimiz aynı acıları farklılaştıran, farklı suretlerle geldik fakat hepimiz aynı acıların kardeşleriyiz. Istıraptan kavrulmuş bir yüreğin tek umudu, bütün bunların bitecek olmasıdır. Bu acı hayat, bu sonuçsuz çabalar, bu beyhude tutunma arzusu bir gün son bulacak ve kendi irademizle gelmediğimiz bu dünyadan, bir gün kurtulabileceğiz. Göz bebekleri elem yüzünden kesilmiş gibi duran bir adam "En büyük acının var olmanın kendisi" olduğunu söyleyecektir size. Var olmak, bütün acıların kaynağıdır!