Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Kafamda Deli Sorular :D
Aritmetikçilerce gözlemlenmiştir ki, 9'un çarpımlarmı oluşturan sayılar kendi aralarında toplanınca ya 9 ederler ya da 9'un küçük katlarından biri olurlar. Örneğin, 9'un çarpımları olan 18, 27, 36' da; 1 'le 8'i, 2'yle 7'yi, 3'le 6'yı toplayarak 9 elde edersiniz. Örneğin, 369 da 9'un bir çarpımıdır; bunda da 3'ü, 6'yı ve 9'u toplarsanız, 9'un küçük katlarından biri olan 18'e va­rırsınız. Yüzeyden bir gözlemci, böylesine harikalı bir düzen­liliğe ya rastlantının ya da tasarının eseri diye hayran olabilir, fakat usta bir cebirci bunun bir zorunluluk eseri olduğu sonu­cuna hemen varır ve bu sayıların doğal yapısında her zaman bu sonucun çıkması gerektiğini belitler. Sorarım size, acaba evre­nin bütün ekonomisinin de, hiçbir insan cebirinin güçlüğü çö­zecek bir anahtar sağlayamamasına karşın, benzer bir zorunlu­lukla yönetilmesi olası değil midir?
_Eğer birinin ruhunu görmek istiyorsanız, ona hayallerini sorun. _İnsan doğasındaki en derin prensip, "takdir edilme" isteğidir. _Alaycı tiplerin aslında acılarını gizlemeye çalıştığı gerçeği doğrudur. _İnsanın dünyadaki durumu, kedinin kitaplıktaki durumu gibidir; görür ve duyar ama hiç bir şey anlayamaz. _Yanlış anlayanlar tarafından
Reklam
20.yüzyılın en etkili ve üretken ateistlerinden biri iken son zamanlarda " Yanılmışım Tanrı Varmış" diyerek tanritanimazliktan vazgeçip Tanrı inancına dönen Antony Flew 'Nasıl olup da, hiç-bir özelliği olmayan gazlara can veren, bilinci ve zekayı yonlendiren bir kanunlar kümesi var?' gibi soruların cevabının ilahi bir kanun koyucuya kazem ettiğini görür. Daha sonra o, evrenin bizim geleceğimizi yormuşçasına insana uygunluğu ve baştan beri ince ayarları olduğunun ortaya çıkmasını, yine tesadüfle izah edilemez rür ve Tanrı'nın tasarımlayıcılığına başvurmanın kaçınılmaz Tığını belirtir. Üçüncü olarak, yine teleolojik delil bağlamında, 'yaşam nasıl başladı?' diye sorar ve bu kadar akılsız bir evrer nasıl olur da özgün amaçları, üreme kabiliyetleri ve genlerde kodlanmış anlamlı bilgi kümeleri olan varlıklar yaratabilir? diye devam edip, bu ve benzeri gerçekler için yapılabilecek yegane açıklamanın, sonsuz zekaya sahip bir Aklın varlığını kabul etmek olduğu sonucuna ulaşır. Flew'nun ateizmden dönüşü ve buna neden olan bilimsel gerekçeleri açıkça belirtişi, bazıları yaşlanmasına hamletse de, genel olarak delillerin, özelde de teleolojik delilin, yukarda belirtilen Hume, Kant ve Darwin eksenli itirazlara rağmen, hâlâ fazlasıyla güçlü ve ikna edici olduğunun en açık kanıtlarından biri olsa gerektir.
Aritmetikçilerce gözlemlenmiştir ki, 9'un çarpımlarmı oluşturan sayılar kendi aralarında toplanınca ya 9 ederler ya da 9'un küçük katlarından biri olurlar. Örneğin, 9'un çarpımları olan 18, 27, 36' da; 1 'le 8'i, 2'yle 7'yi, 3'le 6'yı toplayarak 9 elde edersiniz. Örneğin, 369 da 9'un bir çarpımıdır; bunda da 3'ü, 6'yı ve 9'u toplarsanız, 9'un küçük katlarından biri olan 18'e va­rırsınız. Yüzeyden bir gözlemci, böylesine harikalı bir düzen­liliğe ya rastlantının ya da tasarının eseri diye hayran olabilir, fakat usta bir cebirci bunun bir zorunluluk eseri olduğu sonu­cuna hemen varır ve bu sayıların doğal yapısında her zaman bu sonucun çıkması gerektiğini belitler*. Sorarım size, acaba evre­nin bütün ekonomisinin de, hiçbir insan cebirinin güçlüğü çö­zecek bir anahtar sağlayamamasına karşın , benzer bir zorunlu­lukla yönetilmesi olası değil midir? *Belit: Aksiyom veya postulat, diğer önermelerin temeli ve ön dayanağı niteliğindeki önermelerdir. Belitlerin başka bir önermeye götürülmeye ve kanıtlanmaya gereksinimi yoktur.
Sayfa 201 - İmge Kitabevi
Hume'un felsefesi, ister doğru olsun ister yanlış, on sekizinci yüzyıl makûlluğunun iflasını temsil eder. Locke gibi duyarlı ve empirik olma, hiçbir şeye güvenmeme, ama deneyim ve gözlemden elde edilecek bilgiyi arama niyetiyle yola çıkar. Ama Locke'tan daha iyi bir zekâya ve çözümlemede daha fazla kavrayış keskinliğine sahip olduğu ve rahatlatıcı tutarsızlıkları kabul etme kapasitesi daha az olduğu için, deneyimden ve gözlemden hiçbir şey öğrenilemez şeklinde feci bir sonuca ulaşır. Rasyonel inanç diye bir şey yoktur: "Eğer ateşin ısıttığına ya da suyun serinlettiğine inanıyorsak, bunun tek nedeni başka türlü düşünmemizin bize çok fazla acıya mal olmasıdır." İnanmadan edemeyiz; ama hiçbir inanç akla dayandırılamaz. Ayrıca bir eylem çizgisi, başka bir eylem çizgisinden daha rasyonel olamaz; çünkü hepsi irrasyonel kanılara dayanır. Bununla birlikte, bu son sonucu Hume çıkarmamış gibi görünüyor. I. Kitabın sonuçlarını özetlediği kuşkucu bölümde bile şöyle diyor: "Genel olarak konuşursak, dindeki yanlışlar tehlikelidir; felsefedekiler ise yalnızca alay konusudur." Bunu söylemeye hakkı yoktur. "Tehlikeli" nedensel bir sözcüktür ve nedensellikten kuşku duyan biri, bir şeyin "tehlikeli" olduğunu bilemez.
Sayfa 318Kitabı okudu
Hume'un saldırdığı bir diğer argüman, mucizelerden yola çıkan argümandır. Birçok din, mucizelerin olduğunu iddia eder. Ölüler dirilir, insanlar suyun üzerinde yürür, ölümcül hastalıklardan kurtulur; heykeller konuşur ya da ağlar, liste böyle uzayıp gider. Peki, sırf diğer insanlar bunu kabul ediyor diye biz de mucizelerin gerçekleştiğine inanmalı mıyız? Hume, inanmanız gerekmediğini söyler, bu konuya derin bir şüpheyle yaklaşırdı. Eğer biri, size, bir adamın mucizevi bir şekilde ölümcül bir hastalıktan kurtulduğunu söylerse, bu ne anlama gelir? Hume'a göre bir şeyin mucize sayılabilmesi için, bir doğa yasasına karşı gelmesi gerekirdi. Bir doğa yasası, "kimse öldükten sonra dirilmez," "heykeller asla konuşmaz" ya da "kimse su üzerinde yürüyemez" gibi bir şeydir. Bu yasaların geçerli olduğuna dair bol miktarda kanıt vardır. Ama bir insan mucizeye tanık olmuşsa, neden ona inanmamalıyız? Bir arkadaşınız koşarak odaya girseydi ve az önce suda yürüyen birini görmüş olduğunu söyleseydi, ona ne derdiniz? Hume'a göre ne olduğuna dair her zaman daha mantıklı bir açıklama vardır. Eğer arkadaşınız size suda yürüyen birini gördüğünü söylüyorsa, sizi aldatıyor ya da yanılıyor olması gerçek bir mucizeye tanık olmuş olmasından daha büyük bir ihtimaldir. Bazı insanların ilgi merkezi olmayı sevdiklerini, bunun için de yalan söyleyebileceklerini biliriz. Bu, olası açıklamalardan biridir. Öte yandan herkes hata yapabilir. Çoğu zaman gördüklerimiz ve işittiklerimiz konusunda yanılırız. Gözümüzün önündeki açıklamadan kaçınıp olağanüstü bir şey gördüğümüze inanmak isteriz.
Sayfa 156 - Alfa Yayınları
Reklam
17)*David Hume ”Hayali Saatçi”
Issız bir adada düşe kalka ilerleyip bir açıklığa geldiğinizi hayal edin. Bir sarayın yıkık duvarlarından, merdivenlerinden, yollarından ve avlularının arasından geçiyorsunuz. Tüm bu gördüklerinizin oraya öylece gelmediklerini biliyorsunuz. Biri bunları tasarlamış olmalı, bir tür mimar. Yolda yürürken bir saat bulursanız, onu bir saatçinin
Sayfa 151Kitabı okudu
Şüphesiz merhameti önemseyen, onun acıma hissinden farkını idrak edebilen, önemli bir erdem olarak gören batılı düşünürler de var ama en insancıl ve özgürlükçü Aydınlanma filozofları dahi, batı-dışında yaşayan insanları sözlerine dahil etmiyorlar. Mesela “Aydınlanma düşüncesinin gerçek kurucusu”, “modern düşüncenin ortak atası” diye anılan Locke, aynı zamanda köleciliği ve sömürgeciliği savunabiliyor. Aynı şekilde Aydınlanma’nın ve liberalizmin büyük ismi David Hume, adaletsizliği mazur görebileceği hallerden biri olarak “uygar Avrupalıların barbar yerliler üzerinde büyük üstünlüğü”nü sayabiliyor, yerlilere “yumuşaklık ve merhamet yeter adalet gerekmez” diyebiliyor. Amerikan demokrasisinin kahramanı Tocqueville, Hindistan’ın yerlilerine karşı hiç sevmediği halde İngilizlerin zafer kazanmasını isteyebiliyor.
Sayfa 129Kitabı okudu
Hume ve Kant matematiğin kesin sonuçlu kabulü zorunlu olan yargıları olduğunu kabul ediyorlardı. Ancak Kant'ın felsefe ekolünün büyük filozoflarından biri olan Hegel geldi ve iki çarpı ikinin dört ettiğinde şüphe etmenin mümkün olduğunu söyledi. Zıtların birleşmesinin imkansızlığını inkâr etti. "Modern Felsefenin Serüveni'nde"
Sayfa 111Kitabı okudu
Hume diye biri
Akıl, tutkuların kölesidir; bu böyledir, böyle de kalacaktır. Aklın, tutkulara hizmet etmekten ve onların esiri olmaktan başka bir rolü asla olmayacaktır.
Sayfa 188 - Yky
Reklam
8. İnsanın Anlama Yetisi üzerine yaptığım bu araştırmanın doğuşuna ilişkin söylenecek çok şey olduğunu düşünmüştüm. Fakat öncelikle, okuyucumdan, deneme boyunca göreceği üzere, "ide" sözcüğünü oldukça sık kullandığım için özür dilemeliyim. Bana göre, bu terim, bir insan düşünürken anlama yetisinin nesnesi haline gelen şeyleri simgeliyor;
Sayfa 38 - öteki epub
_Tanrı, ilk ateisttir. E. Hubbard _Din, gönüllü köleliktir. Herzen _Burada bir ateist yatıyor. Giyinip kuşanmış hazır, ama gidecek bir yeri yok; ne cennet ne de cehennem. Mezar taşı _Çürümüş bedenimden çiçekler çıkacak ve ben de onların içinde olacağım. E. Mumch _Bir zamanlar ateist olmak istemiştim. Artık vazgeçiyorum. Adamların tatili yok! H.
özgürlük ve zorunluluk hakkında
Nedenin ne olduğunu bu koşulları dışlayarak tanımlamaya çalışan biri ya anlaşılmaz terimler, ya da tanımlamaya çalıştığı terimle eşanlamlı olanları kullanmak zorunda kalacaktır.* Eğer yukarıdaki tanım kabul edilirse, özgürlük zorlamanın değil zorunluluğun karşıtı olarak rastlantıyla aynı şeydir ki, rastlantı diye bir şeyin var olmadığı da evrensel olarak kabul görmüştür. *Dolayısıyla neden, bir şey üreten öğe olarak tanımlanırsa, üretme ile neden olmanın eşanlamlı olduğunu gözlemlemek kolay olacaktır. Aynı şekilde, eğer neden, bir şeyin birlikte var olduğu öğe olarak tanımlanırsa, aynı itiraz burada da yöneltilebilir. Öyle ya, birlikte var olduğu ne anlama geliyor olabilir ki? Neden derken akabinde başka bir şeyin daima var olduğu öğe anlaşılsa, terimleri anlamış olurduk; zira mesele hakkında tüm bildikleri- miz gerçekten de bu kadardır. Zaten zorunluluğun özünü oluşturan da bu daimiliktir ve bu konuda başka bir fikrimiz de yoktur. 94
Sayfa 94
Batı neşriyatında "barut feodal istihkâmatı ve maliklerinin fikriyatını berhava etti" ifadesi sıklıkla tekrarlanmış ve bu tasavvur Hume ve Adam Smith gibi otoritelerce de paylaşılmıştı. Macaulay, barutun keşfinin matbaanın icadı ile birlikte Ortaçağ'ın en muazzam olaylarından biri olduğunu belirtmişti. Johan Huizinga daha da ileri giderek "insan ruhunun yeniden doğuşu ateşli silahların icadı zamanında olmuştur" diye yazmaktaydı.
Sayfa 116 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Tapınakçıların kölelik müessesesini niçin kaldırdığını bilenler için, "kadını kölelikten kurtarmak" aslında farklı şeyler ifade etmektedir.Cizvit filozof Voltaire( 1694-1778 ) , David Hume ( 1711-1776 ) ve Adam Smith gibi Aydınlanmacılar, kölenin yaptığı iş , neticede hür insanın yaptığından daha pahalıya mâl olduğu için köleliğe karşı çıkmışlardı.Chicago Üniversitesi'nden Profesör Michel-Rolph Trouillot'un ifadesiyle ; "Batılılaşmış , kendi emeğini piyasa şartlarında hürce satan biri haline gelmiş bir " Öteki " , Batı nezdinde daha kârlı " olmaya başlamıştı . 1790 tarihli bir biyografide ise bu hakikat , şu şekilde izah edilmişti : " Belki de zenciyi medenîleştirmek o kadar da imkânsız değildir . Ona bazı prensipler öğretmek ve onu adam etmek mümkündür . Bundan kazancımız , onu alıp satmaktan daha fazla olabilir." Netice itibariyle kölelik , aslında ihtiyaçları olmayan , fakat Batılı hayat tarzının kendilerine dayattığı malları alabilmek için her gün kölelerden daha fazla çalışmak mecburiyetinde olan insanlar köle olduklarını iddia edemesinler diye kaldırılmıştı . Aksi takdirde , 1914 yılında bir arkadaşına yazdığı mektupta Amerika'ya yaptığı seyahatten bahsederken , zenciler hakkında , " Renkli insanları dost canlısı ve hoş buldum . Bir köpeğin beyaz adamdan hoşlanması gibiler , aynı tip itimat ve gönüllü aşağılık hissi " diyen Fabian mensubu Bertrand Russell gibi insanlar , neden köleliğe karşı çıksınlardı ki ?
Sayfa 80
40 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.