Vücutlarımız, birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır!
MERHAMET PULU
Elimde hangi kelimelerin kaldığım bilmiyorum
ve geride kalanların merhametine sığınıyorum:
"İnsan gözlerinde toplanır, fakat
önce gözlerimiz bakımsız bırakır ötekini
gözün duyması görmesinden öncedir
göz duymazsa gönül görmez
insan böyle böyle bakımsız kalır
ve biri birinin gözlerinde kapanır
kapandıkça da açılmaya başlar birbirinden
iki göz gibi iki ruh
ve unutmaya kadar alçalır...
Kapanmaya görsün bir kez gönül kapısı
göz kapısı açık kalsa kim bakar?"
Mutluyuz birlikteyken, sen ve ben.
İki beden ama tek bir ruh, sen ve ben.
Cennetteki sevgi papağanları şarkı söylerler
Ve birlikte neşeyle güleriz, sen ve ben.
İslâm insanı, ilkel insanla batı insanını ifrat ve tefrit prototipleri gibi alan bir oluşun gerçekleşimi. İlkel insan konusunu inceleyen sosyologların buluşlarına dayanılarak, ilkel insanın da metafizik planı temel aldığı söylenecektir. Ama unutulmamalıdır ki, bu iki metafizik arasında, yani ilkel insan metafiziği ve islâm insanının metafiziği
_İnsan, Meleklerin Cevherindendir.
_Nurlu bir cevher, melek gibi marifet-i ilahi ile süslü olunca, elbette meleklerin arkadaşı olur.
_İnsanlar görünüşte insana benzeseler de hakikatte halleri başkadır. Kıyamet gününde manalar görünecektir.
_İnsanın içindeki ahlakın tamamı 4 kısımdır. Hayvan, canavar, şeytan ve melek ahlakları.
_Allah’tan başka
Uyku da gafletti. Uykularımı azalttım ve hiç uyumama rad. desine kadar geldim. İnsan iki unsurdan meydana gelirdi. Ceser ve ruh. Cesedin mekânı dünya idi. Nefha-i ilahî olan ruhun mekânı ise mana âlemiydi. İnziva dünyadan el etek çekmek değil, ruhun asıl mekân diyarına göç eylemesini sağlamaktı. Oaun icindir ki valn kalan insanların ruh düinyast
Tasavvuf kelimesinin ilk harfi 'te idi. Te harfi tövbeye işaret ederdi. Abdülkâdir Geylâni Hazretleri, tövbeyi zahir ve bâtın olmak üzere ikiye ayırdı. Zahiri tövbe kişinin bütün diş uzuvlarıyla günahlardan, kötülüklerden arınmastydı. Görünen uzuvlarını emir ve taate uygun hale getirmesiydi. Bâtıni tövbe ise kişinin kalbinin tasfiyesiydi.
Üçüncü kategoride iletişim biçimini belirleyen erdemler vardır; hoşgörülü, barışçıl, içten ve anlayışlı olmak bu gruba dahil edilebilir. Dördüncü kümede ise iç disiplin ekseninde bulunan erdemler mevcuttur. Paylaşımcılık, alçakgönüllülük, yardımseverlik ve uzlaşma taraftarı olmak gibi değerler, bu kümede zikredilebilir. Saydığımız bütün bu erdemler, farklı kültür ve dinlerde değişik boyutlarda önemsense de, insan beyninde değerlerin temelini oluşturan iki türlü duygu vardır: İyiliğe yönelmek ve kötülüğe yatkın olmak. İnsanoğlu, hayatının doğru şekilde devam etmesi için bu iki istek arasında denge kurmayı başarmalıdır. Zira koruyucu ruh sağlığı değerlerinin yaşama etki etmesi, bu dengeye bağlıdır.
Hani iç dünyamıza dair duygular kendilerini bir şekilde vücutta dışa vururdu ya, içinde bulunduğu durum dışarıya, kahverengi yanaklarındaki solgunluk olarak yansıyordu; ruh hali, güneşin etkisinden daha baskındı.
Sayfa 78 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Yazma süreci dediğimiz o çatışmalı ruh hali, iki ağızlı bir bıçaktır. Yalnızca yazarın, şairin değil, en yakınında bulunan herkesin de canında, etinde gezer o bıçak.
Bir kul, ölüm sonrasına dair Allah'ın kendisine bildirdiklerine (aşağıdaki hususlara) inanmadıkça onun imanı geçerli olmaz.
a. Münker ve Nekir sorgusuna inanmak. Bunlar iki heybetli ve ürpertici şahıs (melek) olup (ölen) kulu doğrultup kabrine oturturlar. O sırada kulda beden ve ruh bir arada bulunur. O şahıslar kula Allah'ın birliği ve
Herhangi bir bakımdan üstünlüğü bulunan, insanlığın doğanın hazin bir biçimde sunduğu altıda beşine dahil olmayan her insanın, kırk yaşından sonra belirli bir insansevmezlik ruh halinden kurtulması zor olacaktır. Çünkü, doğallıkla, ötekilerle kendiliğinden dostluk kurmuş ve yavaş yavaş hayal kırıklığına uğramıştır, onların hem kafa yönünden hem de yürek yönünden, hatta çoğun iki yönden de, kendisinin gerisinde kaldıklarını ve kendisiyle uzlaşmadıklarını görmüştür; bu yüzden onlarla ilişki kurmaktan kaçınmayı tercih eder; genel olarak da, herkes kendi içsel değerinin ölçüsüne göre, yalnızlıktan, yani kendi kendisiyle olmaktan hoşlanır ya da nefret eder.