Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Osman⛧

Osman⛧
@inthenothingness
16 y.o
Dostlar şakayla karışık yaptıkları yorumlarla bizim kusurumuzu bildiklerini ama bizi olduğumuz gibi kabuk ettiklerini açığa vururlar; dolayısıyla da dünyada bir yerimiz olduğunu açığa vurmuş olurlar.
Reklam
Özgür insan, seveceksin denizi hep sen! Deniz aynan senin; ruhunu seyredersin Onun sonu gelmez dalgalarında, derin Bir uçurum senin yüreğinde gerçekten.
İnsan boğulmamak için nasıl bir saman çöpüne bile sarılabiliyor!
Sayfa 579Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Acı ve üzüntü, engin bir bilinç ve derin bir yürek için her zaman zorunludur.
Sayfa 330Kitabı okudu
İnsan doğru bakmayı bilince sanıklar göze gerçekten de güzel gelir.
Sayfa 227Kitabı okudu
Reklam
Eksiksiz bir sağlıktan ve kusursuz bir bedenden kaynaklanan sakin ve neşeli bir mizaç; duru, canlı, nüfuz edici ve doğru kavrayan bir zekâ; ılımlı, yumuşak bir istenç ve bunlara uygun olarak, iyi bir vicdan: bunlar, yerini hiçbir rütbenin ya da zenginliğin dolduramayacağı üstünlüklerdir.
Nasıl oldu hatırlamıyorum, şöyle bir sır devşirmiştim: "Halsiz ve sıhhatsiz, tasarısız ve hatırasız, üzerinde güneşi ve iç çekişleri unuttuğum bir kuru döşekten başka şeyim olmadan, geleceği ve bilgiyi kendimden uzaklaştırdım. O döşekte uzanık kalır ve saatleri sayarım; etrafta, kendimi mahvetmeye çağıran aletler, nesneler. Çivi fısıldıyor bana: Kalbini del, çıkacak azıcık kan seni ürkütmemeli. - Bıçak laf dokunduruyor: Ağzım şaşmazdır: Bir saniyede vereceğin kararla sefaleti de utancı da alt edersin. Pencere, sessizliğin içinde gıcırdayarak tek başına açılıyor: Yoksullarla sitenin tepelerini paylaşıyorsun; atılsana, açılmamın değerini bil: hayatın anlamıyla ve anlamsızlığıyla beraber pestilin çıkacak. - Bir ip de ideal boynu bulmuş gibi, yalvarıcı bir gücün tonuna bürünerek dolanıyor: Seni daima bekledim; senin korkularına, yılgınlıklarına ve hırçınlıklarına şahit oldum; buruşmuş örtülerini, kudurmuşluğunla ısırdığın yastığı gördüm; tanrıları taltif ettiğin sövgüleri işittim. Merhametli olduğumdan senin için üzülüyorum ve sana hizmetlerimi sunuyorum. Zira şüphelerine bir cevap ve ümitsizliklerinden kaçış bulmaya burun büken herkes gibi, sen de kendini asmak için doğmuşsun"
Dağarcığımdaki sözcükleri art arda ortadan kaldırdım. Kıyım bittiğinde tek biri sağ kaldı: Yalnızlık. Mutlu uyandım.
"Bütün sağlıklı insanlar sevdiklerinin ölmesini az çok istemişlerdir."
Kaynakları açısından zengin, düşündüğümüzden daha yaratıcı ve daha merhametli olan Zaman, bize yardımcı olabileceği gibi, bizi her an küçük de düşürebilir.
Reklam
Doğmuş olmamak, sadece bunu düşünmek... ne büyük mutluluk, ne büyük özgürlük, ne büyük uzay!
Uyumsuz şu noktada aydınlatır beni: yarın yoktur. Bundan böyle derin özgürlüğümün ussal dayanağı budur işte. Burda iki karşılaştırma yapacağım. Önce gizemciler kendilerine verecek bir özgürlük bulurlar. Tanrılarına gömülmekle, onun kurallarına boyun eğmekle, kendileri de gizliden gizliye özgür olurlar. Kendiliğindne benimsenmiş tutsaklıkta derin bir bağımsızlık bulurlar. Ama bu özgürlüğün anlamı nedir? Herşeyden önce kendi kendilerini özgür buldukları, özgür olmaktan çok, serbestliğe kavuştukları söylenebilir. Aynı biçimde, tümüyle ölüme (burada en açık uyumsuzluk olarak ele alınan ölüme) yönelmiş uyumsuz insan, benliğinde billurlaşan tutkulu dikkatten başka herşeyden sıyrıldığını duyar. Ortak kurallar karşısında özgürlük tadar. Burada varoluşçu felsefenin başlangıç izleklerinin tüm değerini korudukları görülüyor. Bilince dönüş, günlük uykunun dışına kaçış uyumsuz özgürlüğün ilk adımlarını belirtir. Ama amaçlanan varoluşçu din söylevi, onunla birlikte de temelde bilinçten sıyrılan şu tinsel sıçramadır. Aynı biçimde (ikinci karşılaştırmam bu), ilkçağ tutsakları da kendi kendilerinin değillerdi. Ama kendilerini hiç sorumlu bulmamaktan başka birşey olmayan özgürlüğü tanırlardı.* Ölümünde ezen, ama kurtarn, soylu Romalı elleri vardır. * : Alçak gönüllülüğün bir savunması değil, bir olgu karşılaştırması söz konusu. Uyumsuz insan uzlaşmış insanın karşıtıdır.
Suçlar sabit fikirlerden doğar. Evliliğin kutsallığı bir sabit fikirdir. Bu kutsallıktan bağlılık duymamanın suç olduğu fikri gelişir ve bu nedenle de evlilik yasası bu tür suçlara kısa ya da uzun süreli bir ceza getirir. Ancak bu ceza "özgürlüğü kutsal" olarak ilan edenler tarafından özgürlüğe karşı bir suç olarak görülmelidir ve kamuoyuda sadece bu anlamda evlilik yasasını kınamıştır. Toplum, her bireyin kendi hakkını elde etmesini istiyor ama sadece toplumca tanınan hakkı, toplumun kendi hakkını istiyor, gerçekten bireyin kendi hakkını istemiyor. Ancak Ben, kendi erk yetkinliğime dayanarak Kendime hak veririm ya da alırım ve her türden üstün erke karşı asla tövbe etmeyen bir suçluyum. Kendi hakkımın maliki ve yaratıcısı Ben, Kendimden başka hiçbir hak kaynağı tanımam, ne Tanrı'yı, ne devleti, ne doğayı, ne de şu "ebedi insan haklarıyla" birlikte insanın kendisini, ne insansal ne de tanrısal hakkı. Hak - "kendinde ve kendisi için". Demekki Bana ilişkin olmaksızın! "Mutlak hak!" Demekki Benden kopuk! Kendinde ve kendisi için varolan! Bir mutlak! Ebedi hak! Hakikat gibi!
Yoksulluk, daha önce gördüğümüz gibi, zenginliğin ilk ve temel kaynağıdır; yoksulluk türetmiştir ilk kapitalisti. Ekonomistlerin üzerinde konuşmayı pek sevdiği "artı değer" ortaya çıkmazdan önce işgüçlerini satmaya hazır baldırı-çıplak insanların olması gerekirdi. Onların yoksullukları var etti varlıkları. Ortaçağın sonlarında
Öteki YayıneviKitabı okudu
ne zamandır alıntı paylaşmıyorum :)
Ayrıcalıkların birçoğu zamanla ortadan kaldırıldı, ama bu sadece kamunun ve devletin yararı içindi, Benim güçlenmem için yapılmadı. Örneğin tebaaların miras olarak başkasına geçmesinin kaldırılması sadece bir tek efendinin mirasçı olmasını sağlamış, halkın efendisini, monarşik erki güçlendirmiştir; Böylece tek efendiye kalan tebaa mirası
Gerçekten de, beşikten mezara dek yoksulluk, yoksunluk ve yarınına güvensizlik içinde yaşayacağını önceden bilen bir işçi için bu insanı körelten, kütleştiren çalışmanın ne gibi bir ilginç yanı olabilir? Her sabah muazzam bir işçi kitlesinin yeniden o hazin işlerinin başına geçtiklerini görünce, insan ister istemez onlardaki irade gücüne, işlerine duydukları inanca, kurulmuş bir makine gibi her gün yoksul bir yaşamı sürdürme alışkanlıklarına şaşıp kalıyor. Bu öyle bir yaşam ki, ne yarınlara umut var, ne kendisi, ne de hatta hiç değilse çocukları için düşünen insanlar arasına girebilme umudu var... kendisi bir yana bari çocukları doğanın nimetlerinden yararlanabilseler, bir avuç azınlığın yararlandığı bilimin, sanatın güzelliklerinden, zenginliklerinden yararlanabilseler!
Sayfa 233 - Öteki YayıneviKitabı okudu
Reklam
"Siyasi özgürlük"ten ne anlamalıyız? Bireyin devletten ve yasalarından bağımsız olması mı? Hayır, tam tersine: Bireyin devlete ve devlet yasalarına bağlılığını. O halde neden "özgürlük"? Çünkü birey, artık bir aracı vasıtasıyla devletle arasına mesafe koymamaktadır, bizzat devletle doğrudan ilişki içindedir; birey devlet
Sayfa 96 - NorgunkKitabı okudu
Dünya Ruhu: Öyleyse senin bütün didinip durmalarının ve ıstıraplarının amacı budur; sen bunun için varsın, nasıl ki diğer bütün her şey bunun için varsa. İnsan: Fakat hayattan bana kalan nedir? Hayatım dolu olduğunda dert ve tasa; eğer boşsa can sıkıntısı. Bunca zahmet, meşakkat ve ıstırap karşılığında nasıl bana böylesine sefil bir ödül sunarsın? Dünya Ruhu: Ama yine de bu ödül senin bütün sıkıntılarına uygundur ve tam da onun yetersizliği nedeniyle böyledir bu. İnsan: Bu gerçekten benim anlama kabiliyetimin ötesinde. Dünya Ruhu: Biliyorum. - (kenarda) Hayatın değerinin tamda onun istenilmeye değer olmadığını öğretmesinde yattığını ona söylemelimiydim? Bu yüksek adanış için önce hayatın kendisinin onu hazırlaması gerekir. Söylediğim gibi bir bütün olarak bakıldığında her bir insan hayatı bir tragedyanın niteliklerini sergiler ve biz kural olarak hayatın bizi düş kırıklığıyla dolu umuttan, boşa çıkmış emellerden, suya düşmüş tasarılardan, çok geç farkedilmiş yanlışlardan başka birşey olmadığını ve şu kederli şiirin içinde barındırdığı hakikatin onun için de geçerli olduğunu anlarız: O zaman yaşlılık ve tecrübe el ele, Götürür onu ölüme ve anlatır ona, Böylesine acılı ve uzun bir arayıştan sonra Bütün hayatının yanılgılarla dolu olduğunu.
Demekki, günümüzde kapitalist üretim biçiminin ortadan kaldırılmasından sonra, cinsel ilişkilerin düzeni hakkında yapabileceğimiz tahmin, ağırlıklı olarak olumsuz türdendir, çoğunlukla neyin artık olmayacağıyla sınırlıdır. Peki, gelecek olan nedir? Bu, yeni bir kuşak yetiştiğinde belli olacaktır: Bir kadının rızasını hayatlarında hiçbir zaman para ya da diğer toplumsal güç karşılığında elde etmek zorunda kalmamış bir erkek kuşağı ve ne kendini aşk dışında başka herhangi bir düşünceyle bir erkeğe ne de sevdiği erkeğe kendini vermeyi ekonomik sonuçlarından korkarak reddetmiş bir kadın kuşağı. Bu insanlar geldiğinde, bugün yapmaları gerektiğine inanılan şeyi hiç umursamayacaklardır; kendi pratiğini yaratacak ve her bir birey kendi pratiğine karşılık gelen kamuoyuna uygun yaşayacaktır, işte o kadar.
Hayatımızın tabloları kaba mozaiklerle yapılan resimlere benzer, ki yakından bakıldığında hiçbir etkisi yoktur, güzelliklerinin anlaşılabilmesi için belli bir bakış mesafesi gereklidir. Dolayısıyla arzu ettiğimiz bir şeyi ele geçirmek için onun değersiz ve doyurucu olmaktan uzak olduğunun anlaşılması gerekir; her zaman daha iyi şeylerin beklentisiyle yaşıyorsak eğer, aynı zamanda çoğu kez geçmişte kalan şeyler için pişmanlık ve özlem de duyarız. Diğer taraftan içinde bulunduğumuz anı sadece gelip geçici, ömürsüz bir şey olarak görür ve ona sadece hedefimize ulaştıracak bir araç nazarıyla bakarız. Dolayısıyla çoğu insan, hayatının sonuna gelip de geriye dönüp baktığında bütün ömrü boyunca geçici olarak yaşadığını görecek ve dikkat etmeksizin ya da tadını çıkarmaksızın bakıp geçtiği bir şeyin hayatın ta kendisi olduğunu - bir başka söyleyişle, yaşamayı beklediği (ya da beklentisi içinde yaşadığı) şeyin bizzat kendisi olduğunu görüp şaşıracaktır. Dolayısıyla insan hakkında genel olarak umutla şaşkına dönmüş vaziyette ölümün kollarında dans ettiği söylenebilir. Keza ne doymaz bir varlıktır insan! Ulaştığı her tatmin yeni bir arzunun tohumudur, dolayısıyla onun ebediyen dayanılamaz arzularının sonu yoktur.
Devlet tüm soğuk canavarların en soğuğudur. Soğuk soğuk da yalan söyler ve sürüne sürüne şu yalan çıkar ağzından: "Ben, yani devlet, ben halkım." Yalandır bu! Yaratıcılardı halkları yaratan ve bir inancı, bir sevgiyi onların üzerine asan: Böyle hizmet ettiler onlar yaşama. Yok edicilerdir onlar, tuzaklar kurarlar birçokları için ve devlet derler buna: Bir kılıç ve yüzlerce ihtiras asarlar insanların üzerine. Halkın hala var olduğu yerde, anlamaz o halk devleti ve nefret eder ondan kem gözmüş gibi, törelerin ve yasaların günahlarıymış gibi. Şu ipucunu veriyorum size: Her halk, iyi ve kötüyü kendi diliyle anlatır; bunu komşu anlamaz. Halk, dilini töreler ve yasalarla oluşturur. Fakat devlet, iyiyi ve kötüyü anlatan her dilde yalan söyler; ve her ne konuşursa yalandır - ve sahip olduğu her şey de çalıntıdır.
Varsayalım insan soyu kaldırılıp her şeyin kendiliğinden gelişip olgunlaştığı, sütlerin balların yerden kaynadığı, yiyeceklerin dallarından koparılmayı beklediği, herkesin gönlünden geçirdiğini hiç vakit kaybetmeksizin önünde bulduğu ve elde etmekte hiç güçlükle karşılaşmadığı *Utopia* ülkesine götürüldü; o zaman ne yapardı bu insanlar? Ya can sıkıntısından ölürlerdi, ya kendilerini asarlardı ya da olmadı birbirlerine düşerler, kavga dövüş birbirlerini boğup öldürürlerdi.
Reklam
Hayatımız mikroskobik mahiyete sahiptir; Zaman ve Mekanın güçlü mercekleriyle gerilip uzatılarak hatırı sayılır ölçekte büyütülmüş küçücük, bölünmez bir noktadır.
Özgürlüğe Tehdit!
Vatanseverliğin kaçınılmaz kıldığı bu korkunç ziyan, ortalama bir zekâya sahip bir kişiyi bile bu hastalıktan kurtarmaya yeterli olmalıdır. Gene de vatanseverlik daha fazlasını beklemektedir. İnsanlar, vatansever olmaya zorlanmaktadırlar ve bu keyfiyet için bir bedel öderler; yalnızca 'savunucuları'nı destekleyerek değil, aynı zamanda kendi çocuklarını da kurban ederek. Vatanseverlik bayrağa bağlılığı gerektirir, ki bu da anneyi, babayı ve kardeşi öldürmeye bile hazır olacak bir itaat anlamına gelmektedir.
Sayfa 103 - Agora KitaplığıKitabı okudu
Çoğunluklara Karşı Azınlıklar
Partinin suçları, bir körün bile görebileceği kadar ortadayken, dalkavuklarını bir araya toplamak zorundadır; bu sayede üstünlüğü temin edilmiş olur. Ne var ki bu üstünlüğün kurbanları -ihanet edilmişler, aldatılmışlar ve mazlumlar- bu zafere karşı olmak yerine, onun safında durmaya karar vermişlerdir. Özgünlükten ve kendi ahlakını oluşturmaktan yoksun olan bu çoğunluk, kendi kaderini her zaman başkalarının ellerine bırakmıştır. Sorumluluk alma yetisinden uzak bir şekilde, yıkıp yok etmeye doğru bile olsa liderlerini takip etmiştir. Dr. Stockman haklıydı: "Aramızda gerçeğin ve adaletin en büyük düşmanları, bir kütle halindeki çoğunluklardır, kahrolası kütle halindeki çoğunluklar." Hırsı ve inisiyatif kullanma yeteneği olmayan bu kitle, hiçbir şeyden yenilikten olduğu kadar nefret etmez.
Sayfa 89 - Agora KitaplığıKitabı okudu
Bilim ve endüstri, bilgi ve uygulama, icat ve bunun yeni icatlara uzanan bir yol olarak pratiğe geçirilmesi, kafa emeği ve el emeği, düşünce ve maddi emeğin ürünü... Bütün bunlar kendi aralarında birbirleriyle ilintili kavramlardır. Her icadın, her ileri adımın, insanlığın varlığını her büyütüşün temelleri, geçmişteki ve şimdideki kafa ve kol emeği toplamının içlerine uzanır. Mademki bu böyle, o halde bu göz kamaştırıcı toplamın minnacık bir parçası üzerinde bile hak iddia edebilmek, "bu benimdir, sizin değil" diyebilmek mümkünmüdür?
Öteki YayıneviKitabı okudu