Siz hiç çocukken, sırf hayatta kalabilmek umuduyla nefesinizi tutma çalışması yaptınız mı? "Babam beni gömüp gittikten sonra üstümdeki toprakları atarak dışarı çıkabilirim belki," diyerek...
Böyle bir umuda tuttundunuz mu?
Her zaman derim, "zordur her dönemde kadın olmak," diye. Eseri okuduktan sonra anladım ki en çok o
"Beni yüzüstü gömün, çünkü yeterince gördüm!" (Hakan Günday)
Böyle bir cevheri yeni yeni tanıyan benden, yeni yeni tanıyacaklara özel olsun bu inceleme;
Şule Gürbüz, Dolmabahçe sarayında antika saatleri tamir eden bir yazarımızmış. Çok boyutlu ve çok katmanlı metinler yazmasının yanı sıra, karakter ya da kurguya değil daha çok
“hep kurşunlamışlar yalnızlığı çoklar sokağında
herkesler var olmuş
bir sen ben ölmüşüm
ölmüşlük ne ki yaşanmamış mutluluklarda
ölmüştük ne ki tutkusuz yaşamlarda”
5 Mayıs 1973 yılında Ankara/Kızılay’da henüz 25’inde gencecik bir fidan düşer yere, kimsesizdir, bir başına. Çoklar sokağında bir yalnızdır, ölümünü bekler öylece. Yeğeni şöyle der
Eserin Türk edebiyatında birden çok varyantı bulunmakla birlikte en ünlüsü Ali’ nın- Kıssa-i Yusuf adlı eseridir.Nazan Bekiroğlu da bu kıssayı Yusuf ile Züleyha- kalbin üzerinde titreyen hüzün adlı kitabında anlatır.Yusuf kıssası kıskançlık, iffet, ayrılık acısı, aşk,doğruluk ve haklılığın karşılıksız kalınmayacağını anlatan güzel bir hikayedir. En güzel yanı ise hikayenin Kuran güvencesi altında olmasıdır.Su güzel söz ile de incelemeyi bitirelim , Her yan Züleyha dolu
Yusuf olmak yürek ister.. Umut dolu kitaplara...
Yûsuf ile ZüleyhaNazan Bekiroğlu · Timaş Yayınları · 202114,8bin okunma
Spoiler içerir
Yıl 1959. Elimizdeki kitap içinde yazılanlardan gayri kendine ait bir başka maceranın da ana karakteridir. Fakir Baykurt bu kitabı 28 yaşında yeterli edebi ve toplumsal bilgiye haiz bir vaziyette kaleme almıştır. Kitabı bitirdikten sonra "Yunus Nadi Roman Armağanı Yarışması"na göndermiş ve dokuz kişilik jüriden yedi oy
Ahzen-el Kasas (أحزن القصص)
-En Hazin Kıssa -
Bir başka Yusuf hikayesi bu
Düştüğümüz kuyuya taht kurduk
Züleyha, gömleğimin yamalı yıllarında gördüğüm düştü
Bıçak gibi keskin bakışlar önünde iffete bürünmüştü
Bir başka Yusuf hikayesiydi bu, sanki tersine dönmüştü
Kara-kuru bir sûret gözüme Züleyha görünmüştü
Günaha çağıran şehvet
Hem kötülük nedir? Kime göredir? Hal midir, irade midir? Şeytan sonra! Kötülüğün nesidir? Sebebi midir, bahanesi midir? Benzeyeni midir, benzetileni midir? Temsil midir, gerçek midir? Kıssa mıdır, mesel midir? Dahası Adem kendi kaderinin neresindedir?
En eski ve ilk ateş ile toprağın kavgası! Şeytanın Adem'e secde etmemesiyle başlıyordu bu
Turan Dursun bu kitabında objektif olamamanın, okura tarafsız bir eser verememenin en güzel örneğini göstermiş. Kitap diyorum ama bir kitap da değil bu eser, Dursun’un çoğunlukla 2000’e Doğru dergisinde yazdığı yazılarının kitaplaştırılmış hali. 2000’e Doğru dergisi dedikten sonra da yazıların objektif olmama durumu zaten anlaşılıyor. Doğu
"Bu kıssa Allah'ın, bir kulunu yani Hz. Yusuf'u, imkansızlığın en dibinden yani kuyudan alıp en yüksek mertebeye nasıl ulaştırabileceği konusunda âyetlerle doludur. Can gözüyle bakan, can kulağıyla dinleyenler için elbette."
Hepimizin Kur'an'ı Kerim'de anlatılan diğer kıssalara oranla daha aşinası olduğumuz Hz.
Okuyun, bir şey kaybetmezsiniz :))
Bilakis Kutsal Kitaptaki 'Tanrı'nın kelamı' olarak anılan bütün sözlerin sadece çeşitli peygamberlerin hayal gücünden kaynaklandığını anlarsınız . Ne hikmetse Tanrı'dan gelen mucizeler (denize ikiye bölmek, mağaranın kapısına örümcek ağı örmek vs.) sezonu da kapanmış bulunuyor günümüzde ki bizler Tanrı'nın gücüne sahit olamıyoruz...
Sunu artik kabul edin ; sorgulama bir hastalık degildir ,sorgulayınca kimse çarpılmaz. Asıl çarpılma sorgulamadan körü körüne itaat etmekle geliyor :))
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
“Târîh”i “tekerrür” diye ta’rîf ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
°°
Bir Yahudiyle bir münafık, şu veya bu meseleden kavga ediyorlar. Yahudi, hesaplaşmak üzere, münafığı, Allah Resûlünün huzuruna davet ediyor:
- Haydi gidelim; O hükmetsin!..
- Hayır, Kâab Bin Eşrefe gidelim!
- Nasıl olur?..Onun gibi âdil bir hâkime gitmek dururken Kâab'dan nasıl bahsedebiliyorsun?
Münafık çaresiz kalıyor ve Büyük Huzura çıkıyorlar...Taraflar meselelerini anlatıyor, iddialarını ileri sürüyorlar...
Allah Resulünün verdikleri hüküm Yahudiden yana... Fakat münafık razı olur mu Peygamber adaletinden... Hemen çekiyor Yahudi'nin eteğinden ve diyor ki:
- Seninle Ömer'e gidelim, o hüküm versin...
- Nasıl olur, Peygamberinin hükmünü Ömer nasıl değiştirebilir?
- Ne olursa olsun, kalk gidelim!
Ömer'in karşısındalar... Yahudi söz alıyor:
- Bu dâva üzerinde hüküm almak üzere evvelâ Peygamberinize gittik. Lehimde hüküm verdi. Şimdi bu adam razı olmuyor o hükümden... Senin yeniden karar vermeni istiyor. Israrına dayanamadığını için geldim. Lüzum yoktu.
Hazret-i Ömer, münafığa hitap ediyor:
- Ne dersin, doğru mu bunlar?
- Evet...
Bunun üzerine kılıcını çekiyor Ömer ve haykırıyor:
- Ben Allah Resûlünün hükümlerinden razı olmayanlar hakkında işte böyle hükmederim!
Ve münafığın kellesi düşüyor... O zaman Cebrail (as) iniyor ve Allah'ın Resûlüne hitab ediyor:
-Ömer, hakla bâtıl arasını ayırt etti"
ve Ömer'e, ayırt edici 'Faruk' lâkabı takılıyor.