Kapitalist sistemi ellerinde tutanların demir ökçeleri altında ezilen işçilerin, emekçilerin öyküsüdür bu kitap.
Milatta sonra 2700' lü yıllarda yazılıp 20. yüzyıl Amerika' sını anlattığı için bilim kurgu sınıfına sokulmuş bir kitap olmasına rağmen, kitapta anlatılanlar bizzat yaşamın içinden, hatta yaşamın kendisi...
Kitabı okurken resmen kendimizi gördüm ve böyle kitaplar okudukça fark ediyorum ki birçok ülke, halk benzer deneyimlerden, benzer acılardan geçmiş. Sadece zamanlama farkı var. Kiminde 200 yıl önce yasanmış, kiminde 100 yıl önce, kimindeyse günümüzde yaşanmaya devam etmekte...
Uzun çalışma saatleri ve düşük ücretlerle köle gibi çalıştırılan halk ve onların üstünden çok yüksek paralar kazanan kapitalist şirketler, iş adamları... Yoksuluğundan kurtulup, daha insanca yaşamak için örgütlenip düzeni değiştirmeye çalışan işçi sınıfı ve düzenin bozulmasını, yüksek kârlarının ellerinden gitmesini istemeyen "Demir Ökçe"ler...
Roman distopik, bilim kurgu gibi görünse de 20. yüzyıl başlarındaki Amerikan tarihinden kesitler sunarak hayal ile gerçeği birleştiriyor...
Komünistlerin ya da sosyalistlerin dine karşı olmaları hep eleştirilir. Bu kitabı okuyunca anladım ki kiliseler ve onların din adamları yoksulu, işçiyi sömüren demir ökçelerin yanında yer almışlar. Yoksullara sabrı öğütleyip, zenginlerin refahının bekçiliğini yapmışlar. Hal böyle olunca kalabalık işçi sınıflarında dine, dini kurumlara nefret oluşmuş. Öyle ya Tanrı neden yoksulun yanında değil de kapitalist demir ökçelerin yanında...
Sorgulatan, düşündüren, öğreten ama en çok da üzen bu kitabı ölmeden önce mutlaka okuyun...