On beşinci yüzyılda sık sık görüldüğü üzere şehre abartılı elbiseleriyle, büyük bir elçilik heyeti de gelmiş değildi. Son elçilik heyeti geleli iki gün oluyordu. Bu heyet, kralın büyük oğluyla Marguerite de Flandre’nin evlenme işini karara bağlayacaktı. Hatta Bourbon Kardinalinin de, sırf kralın hoşuna gitmek için bu kaba saba Flamanları ağırlamak yedirip, içirmek zorunda kalacağından dolayı canı sıkılmıştı. 6 Ocak’ta bütün Paris halkını ayağa kaldıran olay farklı bir şeydi. Çok eski zamanlardan beri birlikte kutlanan Krallar Günü ile Deliler Günü Bayramı o güne denk gelmişti, çifte bayram kutlanıyordu.”
Son sayfasının, son kelimelerinin de bitiminde bir hüzünle beraber içinde bulunduğumuz bu (modern) zamanın romantizminin ne kadar yüzeysel, ne kadar sıradan olduğunu düşündüren unutulmaz bir eser...
Kitap bittiğinde ilk aklıma gelen; aşkın içinde merhamet olmalı, yoksa dünyanın en güzel duygusu, felakete ve en iğrenç sonuçlara neden olabilir. Aşıksan, aşkın kin ve nefret barındırmamali, bu duygulardan sıyrılan sevgi ve aşk duygusu, dünyanın en güzel anlarını yaşatır , seni korur, kollar ve ısıtır. Sahipsiz bırakmaz. Sevdiği kişinin mutluluğuyla bile mutlu olur, ona zarar vermemek için, onu ürkütmemek için, kendi mutluluğunu bir kenara bırakır. Aşk, zaten fedakarlık ve kendinden vazgeçmek değil midir!.. Tabi bazı aşklar ise, kin ve nefret barındırır, bencillik üst düzeydedir. Benim olmuyorsan o zaman yaşamamalısın ve mutlu olmamalısın düşüncesini barındırır. Böyle bir aşkta, felaket ve kötülük doğurur. İşte kitapta bu iki aşk ve sonuçları mükemmel bir şekilde işleniyor. Eyy aşk sen nelere kadirsin.!! Herkese keyifli okumalar. Her daim kitapla kalın.
Kaç zamandır harıl harıl bu kitab`ı arıyordum. Zar zor bulmuştum çok pahalıydı, kalınlığından dolayı. Aramayı durdurmuştum ki, geçen gün staj/ iş çıkışı ( keyfim pek yoktu ) sevdiğim kitapçıma uğradım. İçeri adımımı atdığım anda o koku beni mest etdi. Kitapların içinde dolaştım durdum, aniden gözüme ilişti. O kadar sevindim ki, bir dostuma rastlamışım gibi oldum. " Altun Kitaplar" diye bir yayınevi var bizde. O yayınevinin kitapları hem ucuz hem kitap seçimleri güzel oluyor. Aldım tabii, kaçırırmıyım :)
Kitab`ı okurken, bu kadar aradığımdan dolayı beklentim büyüktü. Neyle karşılaşacağımı hiç bilmiyordum. Notre Dame`nin Kanburu kim acaba, nasıl ulaşacak bize diye. Aklımda her türlü hikaye vardı. Aşk yoktu. Aşksız olur mu? Olmaz. Ama klasiklerden bir şey okurken aşk hikayeleri düşünmüyorum.
Tahmin ettiğiniz gibi aşk hikayesiyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Kambur, sağır ( kilise çanları yüzünden ) çok fazla çirkin Quasimodo, çingene, insanın aklını baştan çıkaracak kadar güzel olan Esmiralda`ya olan masumane aşkını konu alıyor. Bu aşkın içine Quasimodo büyüten keşiş de dahil olunca ortaya garip çelişkiler çıkıyor. Aslında Esmiralda, başkasını seviyordur ya bi de o var :) Quasimodo,sevdiği Esmiralda ve minnet borcu duyduğu keşiş arasında kalacaktır.
Hugo, Quasimodo`nun aşkının akabinde, din adına insanların duygularının sömürülmesi, iktidar, para, güç sahiplerinin merhametsizliği, devlet adamlarının kendi zamanları harcanmasın diye yaptıkları haksızlıkları bildiğiniz/ söze gerek kalmayan kalemiyle iğneliyor bir nevi.
Sonu adeta beni benden aldı. Böyle bir son olur mu ki? Kaç gün düşündüm acaba gerçek olay mı diye. O kadar sahici gelmişti bana.
Okuyun, okutun diyeceğim kitapların başında geleceğinden kuşkum yok.
Yapmayacaktım. . Yazmayacaktım .. Bundan böyle kelimeler ile öldürmeyecektim kendimi. Dayanamadım :)) " ’A N Á Γ K H "
#spoiler
"ÖLDÜR BENİ HUGO "
Buram buram klasik edebiyat kokusu çektim ya genzime, ben iflah olmam :)
Notre Dame azameti ve tariihi ile dünyaya meydan okuyan katedral ... Romanın en gizli kahramanı o aslında ,bir insan ve canlı, nefes alan taşları ,Gargorye heykelleri ile bakışlarını Parisin üzerine dikmiş bir dev .. 1163 yılında yapımına başlanmış 1334 yılında bitirilmiş Gotik mimarinin en önemli örneği Notre Dame .. Hugo'nun anlayışında "mimarinin" ve "matbaa' nın tam bir savaş alanı mevcut.. O, taşlara işlenmiş tarihin, kağıt sayfalara bu kadar kalıcı olarak dökülemeyeceğini savunuyor romanında .. bir yandan da şöyle söylüyor sevgili Hugo ..
"Öldükten sonra yaşamak istiyorsanız ya okunmaya değer şeyler yazın. . .. yada yazılmaya değer şeyler yaşayın "
Romantik yazar Hugo .. Ilk romanı_imiş "Notre Dame'nın kamburu" öyle sayfaları var ki "kalbe kurşun " döküyor resmen :))
"Bütün kadınlar ve onları seven erkeler için denmiş " bu hikaye için ..
Ben yine kötü karaktere "aşık " :)) namı_diğer Monseigneur Claude yani hain papaz :)) her ne kadar baş kahraman ,gönüllerin prensi ,vefakar,talihsiz adam Quasimodo olsa da ..bana göre "aşk " demek kara cüppeli baş diyakoz demek :)) onun kalbinden ne kelimeler okuttu bize Hugo
"Öl " diyor .. "Madem benim değilsin ..
"Âlimim ama ilmi ayaklar altına alıyorum ..asilzadeyim ama adımı lekeliyorum; rahibim ama dua kitabını şehvet yastığı yapıyor, Tanrımın yüzüne tükürüyorum! Bütün bunları senin için yapıyorum, büyücü! Senin cehennemine layık olmak için"
Efendim .. Tüm bu kelimeler çingene kızı Esmeralda uğruna nakış nakış işleniyor kitaba ..
Bir kadın iki aşık .. Kadın bunu anlıyor mu "HAYIR" __ çünkü o gösterişli bir savaş giysisine tamah etmiş, içi boş, sadece parlayan bir zırh .. "Pöhhhhh " diyorum. "Nefret ettim senden Ploebus ..bilesin .
Devamında .. Esmeralda karakter olarak güzel ama lanetli :)) daha bebekken başlayan laneti ömrü boyunca peşini bırakmıyor , kitabı da merak edin diye spoiye girmek istemiyorum ama bir "patik" desem ip ucunu takip ederek karanlık ,münzevi kışın ateşsiz ve daima açlık olan bir zindana götürür bu iz sizi :)) gerisini okuyun :) tembellik etmeyin ..
Dip Not :)
13 ton ağırlığındaki "Emmanuel" çanı çaldığında ...
Jeanne D'arc ın yargılandığı. . Napolyonun taç giydiği bu mekanı gezin ..
37 şapelde 75 dev sütunun önünde 9000 kişinin ibadet fısıltıları duyulurken ..
Beni de Dumas Zola Ve Hugo'nun mahzenine "gömün" :)
Notre Dame’ın Kamburu’yla yıllar önce 1997 yapımı filminde tanıştım. Kilise çanlarının üzerinde sallanan bu adamın çirkin, kambur ve ürkütücü olması yaşımın küçüklüğünü de hesaba katınca filmin devamını keyifle seyretmeme ve kitabına merak duymama engel olmuştu.
Normal koşullarda herhangi bir gösterimi izlemeden önce kitabının olup olmadığına bakan ve eğer kitabı varsa önceliği ona veren biri olarak ben, Notre Dame’ın Kamburu’na -filmin üzerimdeki olumsuz etkisinden yıllar sonra- 1998 müzikalinde yeniden rastladım. İlk önce “Belle” bölümüne vurulduktan sonra oturup müzikalin tamamını izledim. Abartmadan söylüyorum ki boş kaldığım zamanlarda bazen kısım kısım bazen de tamamını yeni baştan izlerken buldum kendimi ve bu müzikal beni tamamen kitabın kendisine çekti. Sonunu bilmeme rağmen merakla kitabına sarıldığım için bana bir ilk yaşatmış oldu. Bu yüzden incelememi iki kısım halinde yapmaya karar verdim. Kitabın kendisi ve onu en etkili şekilde izleyiciye yansıtmayı başaran Notre Dame de Paris 1998 Müzikali.
Romanın anlatım zamanı 1831 yılı fakat hikayenin başlama tarihi 6 Ocak 1482. Kilise zangocu Qasimodo’nun papalar kralı seçileceği “Büyük Salon” adlı bölüm birinci olmak üzere kitap toplam 11 bölümden oluşuyor. İlk bölümler, 11.yüzyıl da dahil olmak üzere anlatım yılına kadar geçen süre içinde Paris’in gelişimini, şehri oluşturan yapıların tarihi değişimlerini zihinde canlandırmaya yardımcı olmak amacıyla uzun ve detaylı betimlemeler şeklinde anlatılmış. Ve tabi ki hikayenin asıl kahramanı olan Notre Dame’ın geçmiş dönemlerinden kalan izlerine de dokunarak detaylı tasvirlerde bulunmuş yazar. Bir klasik eserin ağırlığını bu sayfalarda hissetmiş ve onlarca yapı ismi arasında kaybolmuş olsam da, tasvirleri gözümde canlandırmaya özen göstererek ilerlemeye çalıştım. Ortaçağ’dan Rönesans’a geçişte değişim gösteren mimarinin, onun yerine geçen matbaanın ve diğer sanatların aydınlatıcı bilgileri eşliğinde devam ediyor hikaye. Çoğu insan için –arkeoloji okumuş biri olarak tasvirlere çok alışkın olsam bile benim için de- sıkıcı olabilecek bu bölümlerin aslında bilgi deposu olduğunu söylememde yarar var.
Roman herkesin az çok bildiği gibi, kambur, çirkin, bir gözü görmeyen ve kulakları çaldığı çanlardan dolayı uzun zamandır duymayan Quasimodo ile onun manevi babalığını üstlenmiş, Quasimodo’nun kendisini sahibi olarak gördüğü başdiyakoz Claude Frollo’nun Çingene kızı Esmeralda’ya olan aşkları üzerinde yoğunlaşmış bir şekilde işliyor.
İki zıt rengi ifade edecek kadar farklı ve sevilmekten yoksun olan bu karakterlerin aşklarını yansıtma biçimi de bir o kadar ayrı. Dinle olduğu kadar edebiyatla, bilimle iç içe yaşayan, erdem ve ahlakı hayatının merkezine koymuş olan Frollo’nun Esmeralda’ya duyduğu aşk, bildiği tüm gerçekleri yerle bir eden, yıllarca bağlı olduğu inançlarını tuzla buz eden kocaman bir balyoz gibi. Küçüklüğünden bu yana hüzünlü, ağırbaşlı ve ciddi bu adam merhamet duygusuna sahip olduğu söylense de bir kadına duyabilecek aşktan ve sevgiden yoksun. Bu yüzden böyle bir kadına aşık olmak onun için yıllarca ördüğü duvarları kendi elleriyle yıkmak demek. İçinde duyduğu ateşle benliğini ve yetilerini yavaş yavaş kaybeden ama yine de bunun için direnen Frollo’nun Esmeralda’ya olan sevgisi kendine karşı verdiği bir savaşa döndüğü için nefretle iç içe geçmiş durumda olsa bile Esmeralda’ya bir din adamı olarak söylediği şu söz beni çok etkiledi: “Cehennemden geliyorsan, seninle oraya gelirim. Senin olduğun cehennem benim cennetimdir.”
-Frollo’nun yüreğinin çaresiz çırpınışları zehre dönüşmüş olsa bile kendisine, Esmeralda'nın kayıtsızca aşık olduğu yüzbaşı Phoebus karakterine, onun sevgisizliğine ve duyarsızlığına olduğu kadar nefret duyamadığımı da ekleyerek devam ediyorum.-
Quasimodo’nun Esmeralda’ya olan aşkı ise, çirkinliğinden dolayı yıllarca halk tarafından aşağılanmış, hor görülmüş, mutsuzluğun habercisi olarak bilinen bu adam için Esmeralda’nın hayran olduğu güzelliğine ve onun tek bir merhametine karşılık neler yapabileceğini gösteren ilahi bir sevgi. İçindeki şefkat, o yoğun sevgi bir annenin yavrusunu korumasındaki kadar içgüdüsel, buz gibi bir kalbi eritip sızlatacak kadar da masum. Olay örgüsü Frollo’nun üzerinde daha çok durmuş olsa da Esmeralda’nın kendisinden ürkmesinden dolayı onu sessiz bir nefes gibi koruyan Quasimodo’nun Esmeralda’yla olan diyaloglarını ve onun için yaptıklarını kitabın kalbinin attığı yerler olarak nitelemem mümkün. (Spoiler vermemek için Quasimodo'nun yüreğimi sızlattığı kısımlara değinmeden geçmek istiyorum.)
Esmeralda'nın Phoebus'e duyduğu aşk ise bir o kadar parçalıyor insanın içini. Hayatı boyunca bir insanın tek amaç için yaşadığını ve tek bir zevki olduğunu, onları da bir kişi için elleriyle parçalayacak duruma geldiğini düşünün. Ölümün karşısında dimdik durduğunu, ölüm kapısını çaldığında bile sevdiği insanın isminden başka bir şey düşünmeyen birini. Belki aşırıya kaçan ama bir o kadar saf, duru bir sevgi...
Ve geliyorum bana kitabı deli gibi arattıran, sıraya koyduğum tüm kitaplara siz biraz bekleyedurun dedirten o muhteşem müzikale. Müzikal, kitabın başlıklarının biraz harmanlanmış haliyle öz içeriğini oluşturan bir taslak. Kitabı okurken ve bitirdikten sonra olay kurgusunun altındaki paragraflar yerini buldu ve ortaya iki şaheser çıktı. Kitabı okurken betimlemelerin ağır geldiği noktalarda kitaptan önce müzikali izlemiş olmak yardımcı bir unsur oluyor bu durumda. O açıdan önce müzikali izlemenizi tavsiye edebilirim. Karakterler kitabı okumadan önce defalarca izlediğim için mi yoksa yerlerine çok yakıştıkları için midir bilmiyorum, ne Quasimodo’yu onu canlandıran Garou’dan daha çirkin, Frollo’yu da Daniel Lavoie’den daha kötü hayal edebildim. (Frollo’ya aşırı nefret duyamayışımın sebebi de bu olabilir:) ) Müzikalde bulunan her insanı kıskanmıştım ilk izlediğimde, o sahneyi kıyısından köşesinden izleyebilmek için neler vermezdim diye düşünmüştüm. Şimdi kitap bitti ve aynı duygunun iki katını hissediyorum. Hem kitabı okuyup hem de o atmosferi yaşayabilmiş olduğumu hayal etmek bile tüylerimi diken diken ediyor.
Kitabın ve müzikalin sonunda da gözyaşlarına boğulduğumu söylemeden geçemeyeceğim. Okumakta geç kaldığım için üzüldüğüm bu kitabı rafıma kaldırırken daha önce de vermiş olduğum müzikalin linkini buraya bırakıyorum.
Yaşadığım güzel duyguları gerçek yoğunluğunda yansıtmaya çalışırken umarım aynı duyguları yaşamanıza vesile olurum. Şimdiden keyifli okumalar ve izlemek isteyenlere iyi seyirler.
Merhaba arkadaşlar ilk incelememi bu kitabı seçtim çünkü okuduğum kitaplar arasında en etkileyici ve bir o kadarda yorucu bir kitaptı.
Yazarımız Victor Hugo 1802 yılında Fransa Besonçon' da doğmuştur. Ve 1885 yılında vefat etmiştir. Eğitim hayatı düzensiz bir şekilde ilerlemesine rağmen Hugo pes etmeyerek Latin edebiyatı ile ilgili eğitim görüp Hukuk fakültesini kazanmıştır. İlk dergisi " Conservateur Litternaire" İlk şiir kitabı " Odlar ve Çeviriler " İlk romanı " İzlanda hanı " adlı kitapları olmuştur. Hugo , dünya edebiyatında da büyük bir iz bırakarak bir çok yazara ilham kaynağı olmuştur.
Kitabı okuldaki edebiyat kitabında ilk kez özetini görmüştüm ve etkilenmiştim. Aylardır bu kitabı okumayı düşünüyordum ve kitabı okurken " keşke daha önce okusaydım" dedim. Romanın anlatım zamanı 1831 yılıdır ama hikayenin başlama tarihi 6 Ocak 1482'dir. Kitap ' Büyük Salon ' adlı ilk bölümü olup 11 bölümden oluşmaktadır.
Notre Dame , Paris' te bulunan dünyaca ünlü bir katedraldir. Notre Dame'ın kamburu denilen aslında Quasimodo 'dur. Quasimodo , kambur , çirkin , bir gözü görmeyen , çan çaldığı için uzun süredir kulakları duymayan bir insandır. Hugo öyle bir betimlemişti ki okurken insanın gözünde bir canavar gibi görünüyor ama aslında altın gibi bir kalbi vardır. Esmeralda ise çok güzel bir kızdır. Birbirinden ne kadar zıt karakterler. Bir kilisenin zangocu Quasimodo ile Fransa dini lideri Claude' nin çingene kızı Esmeralda' ya duyduğu aşkı anlatıyor ama Esmeralda bir yüzbaşını seviyordur . Claude ile Quasimodo , Esmeralda' ya olan tutkunlarının ruhların da yaratığı fırtınaları ve iç çatışmaları anlatmaktadır. Kitap bazı yerlerinde yorsada muhakkak okunması gereken bir kitaptır. Okuyalım ve okutalım. NOT: İlk kez inceleme yazdığım için bir çok inceleme okuyarak ve araştırarak yazdım. Bir yanlışım olduysa affola...
Kitabın bütünü, on bir kısa kitaptan oluşuyor. İlk iki yüz sayfada o dönemin Paris’inin betimlemeleri oldukça yoğun. Betimlemeleri sevmiyorsanız sizi yorabilir, ben oldukça keyif aldım. Anlatım dili akıcı ve çevirisi bir iki yazım hatası dışında gayet güzeldi. Konusuna gelecek olursak kitap, kilisenin önüne bırakılan çirkin bebeğin hayat hikayesini ve bir çingene kızına duyduğu büyük aşkı anlatıyor. Aynı zamanda Fransa'nın krallık döneminin karanlık dönemlerinden kesitler sunuyor bizlere. Tüm olumsuzluklara, yoksulluğa, itilip kakılmalara rağmen, saf bir adamın duygu yüklü hikayesini okuyoruz. Son sayfasının, son kelimelerinin de bitimiyle, içinde bulunduğumuz bu ‘modern’ zamanın romantizminin ne kadar yüzeysel, ne kadar sıradan olduğunu düşündüren unutulmaz bir eserdi. Kitabı bitirdikten sonra, sırf 'güzellik' için bunların yaşanması gerekli miydi, güzellik gerçekten bu kadar önemli mi? diye düşündüm. Benim gibi küçükken kısaltılmış metnini okuduğunuz için erteliyorsanız, ertelemeden başlamanızı tavsiye ederim. Çok farklı bir deneyimdi asıl halini okuyabilmek. Anthony Hopkins’in Quasimodo’ya hayat verdiği, 1982 yapımı filmini de en yakın zamanda izlemek istiyorum.
Kitap çok çirkin, engelli ve kambur olan kilisenin zangocu ile Fransa' nın dini lideri Claude' nin çingene kızı Esmeralda' ya olan aşkını anlatıyor. Ama Esmeralda yüzbaşını seviyordur. Bu üç aşk etrafında dönen ve hayatı altüst olan saf bir kızla fedakar, sadık, kambur bir zangocun ağlatan, etkileyici hikayesi. Çokta yoruma gerek yok aslında yine muhteşem bir dünya klasiği ve her yazdığı efsane olan Victor Hugo...
35 yıl sonra tekrar okumak bana çok iyi geldi.Tavsiyemdir, çok eskiden okumuş olduğunuz kitapları tekrar okuyunuz.Bunu yaptığınızda yepyeni bir kitap okumuş olacaksınız. Viktor Hugo'nun harika bir finalle sonlandırdığı bu kitabı okuduğunuzda,son sayfayı bir türlü kapatıp kitabı kütüphanenize koyamıyorsunuz.Son cümlenin noktasına bakıp, dalıp gidiyorsunuz.
Kitabı okuduğuma göre artık filminide izleyebilirim. Çirkin Quasimodo ve çingene güzeli Esmeralda arasında bir dram. Çok beğenerek okudum. Yazar Notre Dame'ın ve Paris'in mimarisini uzun uzun en ince ayrıntısına kadar betimlemiş, okurken o bölümlerde biraz sıkıldığımı söyleyebilirim. Notre Dame'ın zangocu Quasimodo; kambur, çirkin bir insandır. Görüntüsünün altında altın gibi gibi bir kalbi vardır. Başdiyakoz Claude Frollo; Quasimodo'nun manevi babalığını üstlenmiş kötü kalpli bir insandır. Esmeralda'ya gönlünü kaptırmış, onu elde edemeyincede yok etmek için elinden geleni yapar. Esmeralda; çok güzel bir çingene kızıdır. Annesini bulduğu bölümde çok etkileyiciydi. Kitap herkesin okuması gereken güzel bir eser. Hele ki Qusimodo' nun kayboluşundaki gerçeği öğrendiğimde çok etkilendim.
“Dostluğun ne olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu.
“Evet,” dedi çingene; “erkek kardeşle kız kardeş olmak demektir, birbirine dokunan ama kaynaşmayan iki ruh, elin iki parmağı gibi...”
“Peki ya aşk?..” diye devam etti Gringoire.
“Ohh, aşk!” dedi kız, sesi titriyor, gözleri parlıyordu. “Aşk iki iken bir olmaktır. Bir erkekle bir kadının birbirine karışıp bir meleğe dönüşmesi... Aşk, cennet demektir.”
Sevgi demek, iki kişi olmakla beraber, yine de tek bir kişi olmak demektir. Bir erkekle, bir kadın birleşirler, melek olurlar. Sonra da göklerde uçarlar.
Kendiliğinden yetişir,kökleriyle tüm benliğimizin derinliklerini saran ve yıkıntı halindeki bir yürekte yeşermeye devam eder. Bu tutkunun ne kadar körse, o kadar inatçı oluşunu açıklamak mümkün değildir. Kendi içinde tutarlı olmadığında daha da güçlüdür.
On beşinci yüzyılda sık sık görüldüğü üzere şehre abartılı elbiseleriyle, büyük bir elçilik heyeti de gelmiş değildi. Son elçilik heyeti geleli iki gün oluyordu. Bu heyet, kralın büyük oğluyla Marguerite de Flandre’nin evlenme işini karara bağlayacaktı. Hatta Bourbon Kardinalinin de, sırf kralın hoşuna gitmek için bu kaba saba Flamanları ağırlamak yedirip, içirmek zorunda kalacağından dolayı canı sıkılmıştı. 6 Ocak’ta bütün Paris halkını ayağa kaldıran olay farklı bir şeydi. Çok eski zamanlardan beri birlikte kutlanan Krallar Günü ile Deliler Günü Bayramı o güne denk gelmişti, çifte bayram kutlanıyordu.”