Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Sistemleşmiş, şahane bir felsefi düşünce.
Bir varlık nedir?.. Bir takım yönelimlerin toplamı... Ben bir yönelimden başka bir şey olabilir miyim? Hayır, bende bir sona doğru yol alıyorum. Ya türler?.. Türler de kendilerine özgü ortak bir sonuç olan yönelimlerden başka bir şey değillerdir? Ya hayat?.. Birbiri ardınca gelen etkiler ve tepkiler.. Yaşarken bütün kütlemle etkilenip tepkiler veriyorum... Öldüğümde de moleküllerimle etkilenip tepkiler vereceğim... Yani hiç ölmeyecek miyim? Hayır, şüphesiz ki bu anlamda ne ben ölüyorum, ne de herhangi bir şey... Doğmak, yaşamak ve ölmek, şekil değiştirmekten başka bir şey değildir... Her şeyin başlangıcı olan canlı ve duyarlı moleküle varıncaya kadar doğa da acı çekmeyen ve zevk almayan hiç bir şey yoktur.
Vücudu hemen tepki verdi. Teni ateş gibi yanıyor, gözlerine inanamıyordu. Emin olmak için zinciri çıka- rıp kapıyı açtı ve Clay'in kapıda duran muhteşem gö- rüntüsünü beynine kazıdı. Clay kravatını gevşetmiş, gömleğinin yaka düğmesini açıyordu. Julia, onun boynuna sarılmak, dudaklarına yapış- mak ve onu gördüğüne ne kadar sevindiğini
Sayfa 275
Reklam
Biz birbirimize tutunmuştuk ve 17 yaşımda bize tutunmak isteyen yavrumla huzur dolu evimiz cennet bahçesine dön­dü adeta. Tek sıkıntımız maddiyattı. Her ne kadar dert etme­sem de eşim zorlanıyordu. Bir şeyler yapmalıydım, ama na­sıl? Kızım daha 1 yaşındaydı, ben ise henüz 18. Sonunda kızımla çalışabileceğim bir iş buldum: Kreşte aşçılık. Hem yemek
Sayfa 20
Ne kadar çok hâtıra ve insan... Niçin Boğaz'dan ve İstanbul'dan bahsederken bütün bu dirilmesi imkânsız şeylerden bahsettim. Niçin geçmiş zaman bizi bir kuyu gibi çekiyor? İyi biliyorum ki aradığım şey bu insanların kendileri değildir; ne de yaşadıkları devre hasret çekiyorum. (...) Hayır, aradığım şey ne onlar, ne de zamanlarıdır. (...) Hayır muhakkak ki bu eski şeyleri kendileri için sevmiyoruz. Bizi onlara doğru çeken bıraktıkları boşluğun kendisidir. Ortada izi bulunsun veya bulunmasın, içimizdeki didişmeden kayıp olduğunu sandığımız bir tarafımızı onlarda arıyoruz. (...) Hepsi idealin serhaddinde susmuş bu insanların hikmetinde kaybolmuş bir dünyayı arıyorum. İstediğime onlarla erişemeyince şiire, yazıya dönüyorum. Onu musikinin kadehinden istiyorum; kadeh boşalıyor, susuzluğum olduğu gibi kalıyor; çünkü sanat da aşk gibidir, kandırmaz, susatır. Ben seraptan seraba koşuyorum. Her başına koştuğum pınarda muammalı çehreler bana uzanıyor; bilmediğim, seslerini tanımadığım dudaklar benimle bitmez tükenmez işaretlerle konuşuyorlar, fakat hiçbirinin dediğini anlamıyorum; ruhum dudaklarından ayrılır ayrılmaz hiçbir şeyin değişmediğini görüyorum. Belki onlar da bana kendi tecrübelerinden, her adımda karşılarına çıkan sert duvarlardan bahsediyorlar; "Biz de senin gibiydik," diyorlar. "Hiçbir suale cevap alamazsın. Asıl olan içindeki hasrettir; onu söndürmemeye çalış."
Mesele, gerçeğin yanlış ya da doğru olsun, ne kadar işimize yaradığını kendimize itiraf etmekte düğümleniyor; insan, gerçekliğin yaratılıp kabalaştırılmasının her aşamasında görevde; gerçek ona her türlü çıkarı için ilham veriyor; erkek— iktidar, kadın— hak, düşünce özgürlüğü— eşitlik benzeri ikilemelerle de derinleştirildiği iddia edilen meseleler daha da bulanıklaştırılıyor ve içinden çıkılmaz noktalara taşınıyor.
Kişi ne zaman kendisiyle tanışır?. S 76
Demek oluyor ki ayrılığı farkettiren hasret ise, belki sona değil ama sonuna erdirecek olan da aşktır. Hasılı dört menzile sahip bir dairenin içindeyiz: ayrılık menzili, hasret menzili, acı-ızdırab menzili, aşk menzili. Dikkat edilirse düz bir çizginin, bir doğru'nun içine bu menzilleri yerleştirmekten kaçınıyorum; yani 'önce'
Sayfa 76
Reklam
Her ne kadar fanatik Hıristiyan, fanatik Müslüman, fanatik milliyetçi, fanatik komünist ve fanatik Nazi arasında belirgin farklar bulunmaktaysa da, bunları harekete geçiren fanatizmin aynı kökten geldiği kabul edilebilir. Onları, etki alanlarını genişletmeye ve dünya egemenliğini ele geçirmeye doğru iten güç için de aynısı geçerlidir. Adanmışlığın, inancın, iktidar hırsının, birlik-beraberliğin ve özverinin bütün biçimlerinde kesin bir benzerlik vardır.
Kemalizm terimini ilk kez 8 Temmuz 1931 tarihinde yazdığı "Politika" başlıklı makalesinde kullandı. Bu tarihten itibaren de Kemalist ideolojiyi yorumlamaya çalışacaktı. "Kemalist" kavramının kimleri içine aldığını ve başlıca karakterinin ne olduğunu açıklamaya çalıştı. Bu çerçevede ilk olarak bağımsızlık ilkesini ele aldı.
Şehrin büyüklüğü arttıkça, dindarlık azalmaktadır", daha doğrusu, insanda yabancılaşma etkisi yaratan şehircilik unsurları yükseldikçe dindarlık seviyesi düşmektedir. Çünkü şehrin büyüklüğü arttıkça üstündeki gök daha az görünür olur, doğa ve çiçekler de azalır, duman, benzin ve teknik araçlar artar, şahsiyet azalır, gittikçe kitleye doğru indirgeniriz. Şehir ne kadar büyükse, suç oranı da o kadar büyüktür. Dindarlık şehrin büyüklüğü ile ters orantılı, suç doğru orantılı bir yol izler. Bu iki fenomenin sebebi ortaktır. İkisi de, tatbiki, "yaşanmış estetik" olarak adlandırabileceğimiz şeyle doğrudan bir bağ içindedir.
Sayfa 106
Etrafında yalnızca ölüm ve felaket olduğunu görmüş; nasıl ki bir zamanlar dünyayı sular bastıysa, şimdi de ateş çemberi sarmış her yerini. Bu nedenle güvercin kanatlarını açmış, yerle bir olan ormandan başka bir memleket, barışın hüküm sürdüğü bir yer bulmak için uçmuş. Barışı bulmak için dünyamızın üzerinde uçup durmuş, fakat ne tarafa doğru uçtuysa sadece bu yıldırımları ve insanların şimşeklerini görmüş, dünyanın her yerinde savaş varmış. Bir zamanlar sular altında kaldığı gibi kan ve ateş denizi altında kalmış yeryüzü, tufan geri gelmiş; güvercin dinleneceği bir yer bulmak için tüm ülkelerin üzerinden, içinden uçmuş (...) (...) Felaket tufanı gittikçe daha da yükselmiş ve insanlığın üzerine çökmüş, gitgide daha da yayılmış yangın. Ne yazık ki bugün bile hala dinlenecek bir yer bulamadı güvercin, insanlık da barışı bulamadı hala; fakat güvercin aradığını bulamadan evine dönemez, bulamayınca da sonsuza kadar dinlenemez.
Reklam
Kelimelerin varlığımızın gizemine nüfuz edebileceğini düşünmek ne kadar da boşuna! Eğer doğru kullanılırlarsa cehaletimizi kendimize kanıtlayabilirler.
Sayfa 26 - Gayzer Kitap, 1. Baskı, Kasım 2019Kitabı okudu
“Sadece kendi bildiğini doğru sanma. Ne kadar acayip görünse de başkalarının isteklerine saygı göstər. Anlamasan da bir bildiği var elbette. Kimseyi düşkün sanma.”
Günün birinde uyandım, yatağımda doğrulup oturdum ve gülümsedim. Artık en ufak bir acı çekmiyordum ve birden, doğru insan diye bir şeyin olmadığını idrak ettim. Ne yeryüzüne ne de cennette. Öyle biri, öyle tek bir kişi yok. Sadece insanlar ve her insanın içinde bir tutam doğru insan var ama kimsede, bizim diğerinden beklediğimiz ve umduğumuz şey yok. Kusursuz insan diye bir şey yok ve o mutluluk veren harikulade tek adam aslında hiç var olmadı. Sadece içlerinde ışık kadar moloz da olan insanlar...
Sayfa 101Kitabı okudu
Sınıftaki Atsız: Öğrencileri, Atsız'ın iyi bir hoca olduğunu, derste açıkça propaganda yapmadığını söylüyorlar. 1950-51 ders yılında Haydarpaşa Lisesi'nde talebesi olan Altan Deliorman şöyle diyor: "Devrenin yarısından çoğunu ders vermekle geçirirdi. Anlatır, öğretirdi. Çok da iyi öğretirdi... Yazılı notlarını açıkça okurdu. Kimin
Zirveye doğru gidiyorum, Kanat doluyum. lifiri karanlıkta yolu görüyorum, Fener doluyum. Işık ve kum doluyum, Ağaç, yol, köprü, nehir, dalga doluyum. Yaprağın sudaki gölgesiyle doluyum, "Ama ne kadar da yalnız içim."
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.