Öyle bir hayat ki, en başında yaşanması gereken duygular, yaşamın diğer evrelerine emenet edilmiş.
Öyle bir toplum ki, tam düzenin istediği türden ;insan ruhunu silikleştiren. Bireyi sıkıştıran, öteleyen ve kusan.
Öyle ki zaten postmoderleşmeye çalıştırılan toplumlar yavaş yavaş, kültürden bilimden bağnazlıkla uzaklaştırılarak, kirli insani ilişkilerin kokuşarak yayıldığı bir hastalığa dönüşür. Ve nüfuz edemediğini de kirletmek ister. Tam burada bunalan, ama çıkış yolunun var olduğunu bilen, ümitli bir birey var ise eğer - çünkü hayat mücadeleye değer. Çünkü mücadelenin nereden yeşereceği belli olmaz. - işte buradan yeni ufuklara yol alınabilir. Sevgi ve insan olamaya dair tüm unsurlar başka bir yerde de var edilebilir. Ve geride kalanlar da er ya da geç değiştirilebilir. Değişecektir.
Şu açıdan da bakacak olursak : eserde bir çok psikolojik betimlemelere yer verilmiş. O kadar güzel noktalara değinilmiş ki, insanın karanlıklaştıran yanlarına bir ayna adeta. Ben insanın bu karanlık yanlarını rutubetli bir duvara benzetirim hep. Sürekli nem alır, kokar ve küflenir. Bu rutubeti yaratan güruh, bir fiskeyle bu duvarın devrilmesini isteyen düzendir.
Aslında o toplumun sadece fiziki olarak ötelediği Kuru Kız, rutubet almamış kuru kalmayı başarabilmiş bir duvardır benim gözümde. Yaşasın kuru kızlar.