YouTube kitap kanalımda Nietzsche Ağladığında kitabı için hazırladığım videoyu izleyebilirsiniz: ytbe.one/nLLeUV0Up5k
100 tane kişisel gelişim kitabına bedel bir kitap okumak ister misiniz? O halde şu an doğru incelemeyi okuyorsunuz demektir.
Bu incelemenin altına yazılan her yoruma karşılık olarak sizi çok geliştirecek ve bakış açınızı
DOĞDUM, GÜN YOK! BÜYÜDÜM, GÜN YOK!
1 Mart 1922 tarihinde TBMM'nin açılış konuşmasında ''Köylü, milletin efendisidir.'' demişti Atatürk. Bunu söylerken elbette samimiydi. Muhtevasında köylünün milletin temeli olduğunu söylemişti belli ki. Ancak yüzyıllar boyu köylü ne eder, ne yapar, nasıl yaşar hep bir muammadır. Kendi sınırları içerisinde ayrı
"Nasıl buluyorsun bu yıl kendini
"Göğsündeki ruhbilimsel saate göre
Bana sorarsan, yıllar önce nasılsan
Öylesin gene
Hepsi hepsi bir kedin öldü sadece."
Tomris Uyar ablamıza doğum günü vesilesiyle yazdığı bu dörtlüğü kendime ithaf ediyorum...
İtirazı olan karşı tarafa lütfen... :))
“Yıllar da durulmayan
Şaka gibi ama seneler öncesinden bi ruh başka bi ruhun hissettiklerini nasıl bu kadar iyi hissedebilir.. bu bana uçuk geliyor.
Her karakterde delicesine iniyoruz onların ruhlarına kitapla. Kadınsı yaratıcılığın ve derinliğin diplerinde boğuldum ben okurken. Okumadan da hissedemezdim sanırım. Bir aile ve anne baba ve çocuklarla bizi adım adım
.
Tencere
Esra Turap
Kendisinden başka herkesin her işine burnunu sokmaya bayılan Batı, pusulayı hepten şaşırıp artık duygularımıza da yön verme derdine düştü! Farkındasınızdır, bilhassa yüzyılın son yarısında her meseleye güya bir reçete bulup “şöyle davranın” demeyi de aşarak, “bu durumda şöyle hissedin” diyor.
Elbette bunu açıkça değil,
''Bir gün bir şeyi istersin, ertesi gün tutkuyla, ölesiye ona bağlanırsın, daha ertesi gün onu istediğinden utanırsın, arzun yerine geldiği için hayata lanet edersin. İşte insan hayatta kendi isteğinin peşinden serbestçe giderse böyle olur. Bastığımız yeri yoklayarak yürümeliyiz; bazı şeylerden gözlerimizi çevirmeliyiz, mutluluk hülyalarına
''Ve sonunda ey erkek okurlar, kadın okurlar, beyler, hanımlar, genç kızlar, bu üç öykünün, kişileri içlerine kapanık ve tanınmadan yaşamak zorunda kalsalar bile, yaşayacaklarını biliyorum. Kendi yaşayacağımdan emin olduğum kadar bundan eminim. Nasıl? Ne zaman? Nerede? Bunu yalnızca Tanrı bilir…''*
Yaman Adam (ya da ‘’Tam Bir
AFORİZMAYI SEVEN OLUR SEVMEYEN OLUR. BURAYA BIRAKIYORUM :)
HALİL CİBRAN - AFORİZMALAR
1- Ne söylediklerime inanmanı, ne de yaptıklarıma güvenmeni isterim –çünkü sözlerim senin düşüncelerinden ve yaptıklarım gerçekleşmiş umutlarından başka bir şey değil.
2- Sana açıkladıklarında değil, açıklayamadıklarındadır insanın gerçeği. Bu yüzden, onu
Gazah'da [Kazah] 1751'de saygıdeğer bir ailede doğdum ve 2 yaşındayken babamı kaybettim... İki yıl sonra Lezgiler... sürekli Gürcistan'a akınlar düzenlemekteydi... ve bölgemizde öyle bir açlık vardı ki, insanlar sığırlar gibi ot yemekteydi... Olduğumuz yerde kalırsak açlık, hırsızhk veya şiddet sonucunda kesinlikle yok olacağımızı gören annem (senin anneannen) benimle birlikte Erivan'a doğru yola çıkmıştı; amacı insanların barış ve bolluk içinde yaşadığı ve ablamın epey iyi durumda bir adamla evlendiği Vağarşapat'a ulaşmaktı. Ama seyahatimizin ikinci gününde Lezgiler kervanımıza saldırarak her şeyimizi çalmıştı. Yaşlıları öldürmüş, gençleri esir almışlardı ve ben de onlarla birlikteydim. Annem yaşlı ve zayıf olduğundan onu orada çırılçıplak soyarak çaresiz bir hâlde bırakmışlardı. Bir süre sonra beni Iran kenti Gence'de Çolokh Seferbek adında üst düzey bir İranlıya satmışlardı ve hassas bir insan olan bu kişi gençliğime acıyarak bana bir köle gibi davranmamış, kendi kızı gibi büyütmüş ve bana Farsça okuma yazma ve din öğretmişti. İki yıl sonra, çalışmalarımda ilerleme gösterdiğimden ve Seferbek insanlığının boşa gitmediğini görünce beni ailesine katmaya karar vermiş ve 7 yaşındayken beni, bir molla tarafından hazırlanmış evlilik akdiyle kendi oğluna nişanlamıştı. Dört yıl sonra 11 yaşıma geldiğimde velinimetim evleneceğim günü belirlemiş ama tam o sırada nişanlandığım kişi epey hastalanmıştı.
Az sonra bu çiçeği daha yakından tanıyabilirdim. Küçük Prens’in gezegeninde her zaman bir sıra yapraklı basit çiçekler bitermiş. Bunlar az yer tutar, kimseyi rahatsız etmezlermiş. Bir sabah çimenler içinde görünüverirler, akşama kaybolurlarmış.
Ama bu çiçek günün birinde, nereden geldiği belli olmayan bir tohumdan doğuvermiş. Küçük Prens, öbür
Varoluşçuluk Varoluşçuluğun el kitabı gibi bir şey. El kitabı derken bir konuyu iyi anlatabilmek için baside indirgemiş verdiği örneklere bakarak söylüyorum bunu. Sartre’nin varoluşçuluk ilkesi üzerine yapılmış o kadar kaliteli analizler var ki yazarın anlatımı çok basit kalıyor. Bu analizlerden alıntı yaparak aktarmaya çalıştım. Üç bölümden oluşan 126