Hacib Subaşı, kendisine gelen emri Ebû Sehl Hamdûy ve Sûri’ye göstererek savaşmaktan başka çaresini kalmadığını söylemişti. Onlar ise bu karara itiraz etmesinin daha doğru olacağı şeklinde görüş belirttiler. İlginç olan Subaşı’nın savaşmak üzere harekete geçtiği Sultan Mesud’a bildirildiğinde onun vermiş olduğu tepkiydi. O, kararından dolayı pişman olarak Ebû Nasr-ı Mişkân’a: “Acele ettik. Hacib ve askerin durumunun düşman karşısında ne olacağını bilmiyoruz.” demişti. Görüldüğü üzere sultan da Selçuklular karşısında bazı şeylerin çok da iyi gitmediğinin farkına varmış, ancak vermiş olduğu emri geri çekmesi gibi bir durum artık mümkün olmamıştı.
Türkiye, sözde Avrupa Birliği'ne girecekti. Başlarındaki zatı muhterem (Erdoğan) yıllar önce bunun tam tersini savunmuş ve buyurmuştu ki: "Avrupa Birliği, Katolik Hıristiyan Ülkeler Birliğidir". Fakat şimdi en fazla isteyen o idi. Müzakere üstüne fazla isteyen o idi. Müzakere üstüne müzakereler yapılıyordu... "Az kaldı azıcık daha dişimizi sıkalım", "Girdik, gireceğiz" sözleri sarfedildi. Amma ve lakin, Avrupa Birliği şart üstüne şart koştu, Kuzey Kıbrıs'tan Türk Askeri'nin çıkartılmasını; Kürdler'e, diğer etnik kökenden gelen vatandaşlarımıza ve Aleviler'e ayrı kimlikler verilmesini talep etti. Binlerce masum vatandaşımızı, askerimizi, memurumuzu, din adamımızı, öğretmenimizi şehit eden eli kanlı bölücü terör örgütü PKK'yı açıkça destekledi; Türkiye'nin verdiği tavizler hemen uygulamaya konulur iken, nedense, terörist örgütler listesine dahi almadı. Türkiye'nin üyeliği bir türlü gerçekleşmedi. Ortak ülke gibi içeriği belirsiz bir konuma itildik, daha doğrusu onlar oldu ortak, biz ise pazar! Bir süre sonra Avrupa Birliği gazete manşetlerinde görünmez oldu, büyük şehirlerde Avrupa Birliği'ne girişimizi kutlayan törenlerden eser kalmadı.
İmam Evzaî bir vaazında şöyle demiştir:
"Ey insanlar! İçinde bulunduğunuz nimetler ile kalplere ulaşan Allah'ın yakılmış ateşinden kaçmak üzere kuvvet kazanın. Çünkü, içinde çok az faydalanacağınız bir yurtta bulunmaktasınız. Dünyadan en çok faydalanan devirlerden sonra onların yerine siz bırakıldınız. Onların ömürleri sizinkinden daha
Belki de insan çıplaklığını ilk kez bronza,mermere dökenler,renklerle resmedenler,dinler tarihindeki inanışa göre “pagan” olarak anılsalar bile,Tanrı’ya daha yakındılar.Onlar,insan çıplaklığını,Tanrı’nın mükemmelliğinin yeryüzündeki yansıması olarak algılamışlardı.
yük haline gelmiş bir hayat kimin adına çekilir ?
yaşamak sadece yorgunluğun adı olduğunda ümidi kim sunar gözbebeklerine ?
ortalık bunca kalabalıkken içimi kör karanlık sükûtlarda ıssızlaştıran nedir?
bir sürü hayatın içinde kendi hayatımı kaybediyorum.
başkalarının yalanları neden benim içimi yakıyor?
onlar yalanlarından sırça köşkler kurmuşken..
ama ben onlarla aynı sofrada..
ah insanlar.. cümleten.. ne kadar tenekeden yüreklerimiz..
"Doğruyu bulsalar, ona uymazlar; sapıklığı bulsalar ona uyarlar."⁴⁴
"Onlar, olabilen bütün delilleri de görseler, yine iman etmezler."⁴⁵
Bu kimseler dinî gerçekleri kabul etmemekte kararlı ve ısrarlı oldukları için, onlarla ilmî ve aklî tartışmalar yapmanın hiçbir faydası yoktur.
Tartışan zat şöyle dedi:
-Madem ki, Kur'an'ın âyetleri doğru ilmin ölçüleri ve anahtarlarıdır. O halde, neden müslümanlar bir çok İlmî ve imanı konularda ihtilâf etmişlerdir?
Ben şöyle dedim:
-İnsanların (ve müslümanların) ihtilâf etmeleri kaderin bir hükmüdür. Onun için, bunun önünü al mak mümkün değildir. Ancak Allah teâlâ'nın rahmet edip hidayet ettiği kimseler, aralarındaki ihtilâfları asgariye indirirler ve hatta onu faydalı hale getirirler.
Bunu bildiren âyet-i kerimede şöyle buyurulmuştur:
"Allah zorunlu olarak isteseydi, insanları bir tek ümmet haline getirirdi. (O bunu zorunlu olarak istemediği için) onlar ihtilâf edip dururlar. Ancak, O'nun merhamet ettiği kimseler ihtilâf etmezler. Allah bunları örnek olarak yaratmıştır."
Gerçek şu ki, sadaka veren erkekler ile sadaka veren kadınlar ve Allah (c.c)'a güzel bir borç verenler, onlar için kat kat arttırılır ve cömertçe verilecek bir ecir de onlarındır!"
Hadid Süresi 18. Ayetin Meali
“İhlas ile böyle hizmetler edip, bu yolda nefislerini hiçe sayan insanlar vardır. Onlar öyle bir devlete erişmişlerdir ki, başka hiçbir devletle bu kıyas bile edilemez. Siz hizmette bu dereceye ulaşamasanız da, böylelerini kabul ve takdir ediniz.”
Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya. Yeryüzünün, gökyüzünün güçlülerine avuç açanlar, yaltaklanmasını bilenler için.
hep aynı; onlar doğru görünümündeki yalanlar ve yalan görünümündeki doğrulardı. asla doğru olmadığım ve olamayacağım bildiğimiz halde yalan söylemeyi istemek ile doğruyu yazmak arasında ne fark var? ömrüm boyunca hep doğruyu söylemek istedim, ama şimdi görüyorum ki onlar hep yalandı.
Bu aşamadaki zevk alan kişiler, değişimi değerlendirmek için bağımlılık davranışını gerçekleştirmek fazlasıyla zaman geçirirler. Olumsuz sonuçlar, onlar için ya henüz olmamıştır ya da yararlarından çok daha azdır.
İnsanlar rüyalarının peşinden koşuyorlar, rüyalar değişiyor fakat onlar asla uyanmıyor. Rüyalar değişir fakat siz bu rüyada veya o rüyadasınızdır, kendinizi karanlıkta kaybedersiniz. Aydınlanmak, rüyaları değiştirmek, eski bir rüyadan başka bir rüya durumuna geçmek, eski rüya yerine yeni bir rüya yaratmak değildir. Eğer birisi size bu bir rüya, bir hayaldir derse, başka bir rüya yaratmaya başlarsınız.
Şems, arayışında görmenin en değerli yanının sevgi
gözü ile görmek olduğunu anlar. Onun için gezdiği yerlerin, gördüğü yüzlerin anlamı vardır. Her bir yüzü tanımak ve anlamak ister. Çünkü her birisi, onun arayışı içinde olduğu güzel Allah tarafından yaratılmıştır. Onu görmenin tek yolu sevgidir.
“Bana Mecnun gözüyle bak. Çünkü sevgiliye hep sevgi ile bakılır. Bunun için Allah Kuranda Allah onları severi onlar da Allah'ı severler demiştir. Bütün engel Allah'ı yeterince veya olması gerektiği gibi sevmemek ya da sevmeyi bilmemektir. İnsanlar Allah'a sevgi ile bakamazlar.
Allah'ı sevgi gözüyle aramak gerekir.”