Öyle bir şehirdir ki aşk,
Alevden daha sıcak, nefesten daha yumuşak.
Öyle bir düştür ki aşk,
Yüzyıl uyanmak istemiyiz bu düşten, bir kere uyursak.
.
-Aşktan daha anlamlı bir şey yok,
Her şey aşktan, her şeye değer aşk.-
Siz hiç kendinizi balkon lambası gibi hissettiniz mi?
Evet, ilk duyduğunuzda kulağınıza, yani aslında dimağınıza tuhaf gelmesi muhtemel bir söylem olduğunun farkındayım ama ben kendimi bazen odanın içindeki lambayı yakıp söndürmek için yan yana duran bir duya odanın ışığını kapatırken yanlışlıkla basıldığı için geceden açık unutulan bir balkon
“Sevgi sözcüğünde öyle çok anlamlı, canlandırıcı, belleğe, umuda hitap eden bir şey vardır ki, en düşük zekâ ve en soğuk yürek bile bu sözcüğün pırıltısından bir şeyler hisseder.”
Üç tür toplum düşünelim: Bir, bugünkü toplum; burada istenmeyen işler ücretli kölelere verilir. İkinci bir sistem düşünelim; burada istenmeyen işler, onu anlamlı kılmak için en iyi çabalardan sonra paylaşılır. Üçüncü bir sistem düşünelim; burada insanlar gönüllü olarak yapmayı seçsinler diye, istenmeyen işlere yüksek ekstra ücret alınır. Pekâlâ, bana öyle geliyor ki, son iki sistem de -müphem bir söyleyişle- anarşist ilkelerle tutarlıdır.
Bir gün ermişlerden birine sormuşlar: “Sevginin sözünü edenler ile sevgiyi gerçekten yaşayanlar arasında ne fark vardır?”
“Bakın göstereyim” demiş, ermiş.Bir sofra hazırlamış. Bu sofraya sevgiyi dilinden düşürmeyen ama dilden gönüle indirmeyen kişileri çağırmışlar. Hepsi yerlerine oturmuşlar.Derken, sıcak çorbalar ve arkasından da “derviş kaşığı” denilen bir metre boyunda kaşıklar gelmiş.Ermiş: “Bu kaşıkların sapının ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye bir şart koşmuş. “Öyle kaşığın çukur kısmına yakın yerden tutmak yok.”“Peki” demişler ve çorbayı içmeye başlamışlar. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden, sofradaki hiç kimse, çorbayı döküp saçmadan bir türlü ağzına götüremiyormuş. En sonunda, bakmışlar bu iş olmuyor, çorbadan vazgeçmişler. Öylece, aç aç kalkmışlar sofradan. Onlar sofradan kalktıktan sonra, ermiş: “Şimdi de sevgiyi gerçekten bilip yaşayanları çağıralım sofraya” demiş.Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen insanlar oturmuş sofraya.Ermiş: “Buyrun bakalım” deyince de, her biri uzun saplı kaşığım çorbaya daldırıp karşısındaki kardeşine uzatıp içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş olarak, şükür içinde sofradan kalkmışlar.“İşte” demiş ermiş. “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim ki, kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz. Şunu da unutmayın ki hayat pazarında alan değil, her zaman veren kazançlıdır. "
“Sevgi sözcüğünde öyle çok anlamlı, canlandırıcı, belleğe, umuda hitap eden bir şey vardır ki, en düşük zekâ ve en soğuk yürek bile bu sözcüğün pırıltısından bir şeyler hisseder.”
Eğer aşka bir sınır konmuşsa, biliyorum ki Tanrım, bunu sen değil, insanoğlu yapmıştır.
.
.
Tanrim! Bu geceyi bizim için mi bu kadar güzel, bu kadar anlamlı yarattın? Benim için mi yaptın bunu? Hava ılık, ay açık penceremden içeri giriyor, gökyüzünün uçsuz bucaksız sessizliğini dinliyorum. Evrenin bütün varlıklarına karşı öyle derin bir hayranlık hissediyorum ki kalbim tarifi imkânsız bir huzur içinde eriyip gidiyor. Dualarımı bile çılgın bir aşk içinde ediyorum. Eğer aşka bir sınır konmuşsa, biliyorum ki Tanrım, bunu sen değil, insanoğlu yapmıştır. Şimdi insanlar aşkımı hoş görmeyeceklerdir. Tanrım senin gözünde bunun kutsal bir aşk olduğunu söyle bana!
.