Ahmet Muhip Dıranas, Cumhuriyet’ten sonraki Türk edebiyatının önemli bir
fikir ve sanat adamıdır. Ki O sadece edebiyatla değil, resim, fotoğrafçılık gibi sanatın pek çok dalıyla yakından ilgilenmiştir. Dıranas’a göre sanat insanoğlunun ferdî ve maşerî ölüme karşı bulduğu tek çaredir.
Dıranas, hocası Ahmet Hamdi Tanpınar gibi, şiirde dil ve
Her tarafta sesler! Geceyi bölen sesler, her geçen dakika iyice karanlığa bürünen sessizliği daha da derinleştiren sesler, uyumama engel sesler var etrafta. Odamın her tarafını zihnim gibi işgal ediyorlar. Açık pencereden içeriye girmeye çalışan rüzgar her defasında perdeye takılıyor. Aralarındaki bu sürtüşmenin sesine, olaya seyirci olan
“Kim nasıl tanıyorsa beni,
Öyleydim işte.
Sağ tarafımda deniz,
Solumda rüzgar…”
💨
Turgut Uyar🌊
Ağustos, Turgut Uyar ayıdır.
Hem doğumu hem sonsuzluğa gidişi bu aydadır.
O edebiyatın Büyük Saati, Göğe Bakma Durağımız,
en güzel dizelerin şairi, kalemlerin ustası.
95. Doğum Günü kutlu olsun...
#4Ağustos1927🎂
Bugün Onunla ‘Göğe Bakalım’:
youtu.be/IabU__sb9eE
Toplu Şiirler kitabını okumuştum. O yüzden aşinayım eserdeki birçok şiire. Ama şiir öyle bir tür ki yüzlerce, binlerce okusan yine okumak istiyor, o duyguyu ilk okumuşçasına tadıyorsunuz.
Gülten Akın
Bir dönem "Yaşayan En Büyük Türk Şairi" seçilmiş.
Aldığı ödülleri saymakla bitmez.
Birçok şiiri bestelenmiş, bir şair,
Sıkıntıyla kıpırdanıyordu olduğu yerde adam. İlk defa böyle bir yere gelmişti. Çok izlemişti dizilerde, filmlerde. Ama nasıl olacağını bilmiyordu gerçekten bu işin Türkiye'de. Her şeyimizle özenti bir ülkeyiz diye düşündü, psikologlarımız neden farklı olacak ki. Irvin Yalom kitaplarını hatırladı. Yo Divan'ı değil, o son dönemde yazdığı
Gavurlar övüyor şimdi İstanbul'u
ama yarın demir ökçeleriyle
uyuyan bir yılan gibi ezecekler onu
Ve çekip gidecekler bırakıp öylece
İstanbul bırakmasın hala uykuyu
İstanbul peygamberin yolundan ayrıldı
Onu baştan çıkardı kurnaz batı
Dalarak utanç verici zevklerin koynuna
İhanet etti duaya ve kılıca
Küçümsüyor artık savaş alanından akan teri
bir gün gelecek bu gün de
bir anı olacak nasılsa
oturduğumuz bu masa
bu kum saati, bu rüzgâr, bu eski
komodin
bu kırık
sandalye
bu kelepir yürek
bu aşk
nasılsa.
Büyük adamları anlamak zordur, dertlerine ortak olup, yüksünmeden taşıdıkları yüklerini üleşmek çok daha zordur. Koca bir ömrün adandığı, uğruna sıkıntılar çekilen, hor görülen, cemiyetten tecrit ettiren davanın ne ve ne için olduğunu fehmetmek ise oldukça elzemdir.
Üstad'ın eserlerini okurken Salih Mirzabeyoğlu'nun "Mevzuunda
Dağları uyutur koynunda kavgalara gidince; sonra aşk olur, kadın olur bana gelince ki aşkın saati, gömleği, takvimi yoktur; uçarı bir rüzgâr gibidir. Ansızın ne yana dönse yüzümü o ufka çeviririm. Sonrasını... Sonrasını ben bilirim...
KASIMLARDA
Sen hiç yerle bir olmuş kentler gördün mü?
Gördüm dediğim de ne? Nerede ne zamandı
Bende benim buruk tarihim gibi durur.
Bil bunu.
Zaman ki nedir
Kasımlarda bir yaprak
Bir çocuğun gidip gelen ağzı
Bir gül
İçip yarıda bıraktığın bir bardak su.
Benim Topağacı’ında tam orda bir gülcüm vardır
Kasımlarda kapalı dükkânlar gibidir yüzü
En eski rüzgârlar gibidir.
Ben ki uzak bir istasyonda durmuş bir gar saati gibiyim
Rüzgâr üşüşmüş içine.
Bil bunu.
Sen, kadın, neydin orada, hangi dalı, hangi dilimi bu sonsuz yelpazenin?
Uzaktın şimdiki gibi.
Ormanda yangın!
Mavi haçlarla yanıyor.
Yanıyor , yalazlanıp yanıyor, parıldıyor ışık ağaçları halinde.
Devrilip göçüyor çatırtılarla. Yangın. Yangın.
Ve ateş yongalarından yaralı ruhum hora tepiyor.
Seslenen kim? Yankılarla doluşmuş bu sessizlik ne?
Özlem saati, sevinç saati, kimsesizlik saati, hepsinin içinde benim saatim!
Bir boru ki içinden rüzgar şarkıları geçmede.
Vücuduma düğümlü bir ağıtlar tutkusu.