Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bizimkilere Drew'den bahsedince,
" Seri katile bebeğim diyor . Siz kızlar iyice cozutmuşsunuz o saçma diziler, kitaplar yüzünden."
Sayfa 134 - Ephesus YayınlarıKitabı okudu
Seri katil Jahbulon olayı
Bilirsiniz, Karındeşen Jak, Londra'da 31 Ağustos 1888 günü Mary Ann Nicholls adında bir fahişeyi öldürmek suretiyle kriminoloji sahne­sine çıkmış, arka arkaya cinayetler işlemek, polise ve basına "Karınde­şen Jak" imzası ile mektuplar ve bir seferinde de bir kurbanının vücudundan bir operatör maharetiyle çıkarttığı böbreği yollamak sure­tiyle etrafa dehşet saçmış ve nihayet 9 Kasım 1888 günü Mary Jane Kelly adındaki fahişeyi öldürdükten sonra geldiği karanlıklara gömülüp gitmiş ve kimliği saptanamamış bir cani idi. Uzun yıllar bu canavarın kim olabileceği hususunda kitaplar yazıldı, filmler çevrildi. 1957-1961 yıllarında, Londra'da görev yaptığım sırada, bu konuda bir opera yazılmış olduğunu dahi duydum. Bu doğru mudur, doğru ise opera sah­neye konmuş mudur, bilmiyorum. Cani adayları arasında kimler yoktu ki. Nihilistlerden Kraliçe Vic­toria'nın torununa, cinayet işlendiğinde nerede bulunduklarını kanıtla­yamayan bir takım sabıkalıdan tanınmış operatör ve avukatlara kadar çeşitli sosyal sınıflardan kişilerin adları ileri sürüldü ve tartışıldı. Sher­lock Holmes'in yaratıcısı Conan Arthur Doyle, katilin kadın olabi­leceğini ileri sürdü. Bu suretle Karındeşen Jak teorisinin karşısına bir de Karındeşen Jill teorisi çıktı, ama kitaplarında her türlü esrarı çöz­mekte uzman Conan Doyle de gerçek hayatta yaya kalmış oldu.
Reklam
Belayı Büyük Göstermek   Kitleleri zorbalıkla, korku ve dehşet hisleriyle elde etmek isteyenlerin, bilinçli şekilde başvurdukları yollardan birinin de propaganda olduğu ortada. Terör, propaganda için, az kuvvetinin çok görünmesi için eylem yapıyordu. Derler ki bir zamanlar bütün hayatını vakfedercesine Yahudi aleyhine, Siyonizm aleyhine kitaplar yazan biri Yahudi’nin adamıydı. Öyle bir hale getiriyordu ki Yahudi’yi, senin kafanda şöyle bir imaj doğuyordu: Yahudi’yle asla baş edilmez. Geçen yıllarda Amerikan istihbarat örgütü CIA ile ilgili seri filmler gösterilmişti. Adamlar istedikleri ülkede karışıklık çıkarıyor, işine gelmeyeni öldürüyor, yeni önderler icad ediyor, hatta ihtilaller düzenliyor, gizli ordular besliyorlardı. Bunlar sözüm ona gizli işler, ama tutuyor Amerika bunu dokümanter olarak film yapıyor, hem kendi seyrediyor, hem de serbestçe dış ülkelerde gösterilmesine ses çıkarmıyor. Belki bunu teşvik ediyor. Sen bunları izleyip Amerika için: Ne fena insanlar, diye düşünmüşsün, bu o kadar önemli değil. Asıl: -Bu adamlar her şeyi yapar, korkunç güçleri var, bunlara karşı gelinemez, en iyisi kuzu kuzu ne derlerse onu yapmak, diyorsun ya, böyle düşünüyorsun ya, işte bu önemli. Maksat da bu olmalı. Yine bir CIA raporu açıklanmış. Bu rapora göre şöyle deniyor: -Biz bütün dünyada 200 küsur muhabir ve 200 tane de yorumcu istihdam ediyoruz. Bunlar Amerikan menfaatleri doğrultusunda haber verir, icabında haber senaryoları yazar, yorumcularımız ise köşe başlarına oturmuşlardır ve dünya olaylarını Amerikan menfaatleri doğrultusunda yorumlayıp, kamu oylarını yönlendirirler.
Modern ulus-devlet anlayışı ciddi olarak ancak 1500'den sonra, başka dillerde yazılmış çok sayıda kitap ulaşılabilir hâle geldiği zaman gelişmeye başladı. Petrarca ve Erasmus gibi hümanist bilginler eserlerinin Latince çevirileri sayesinde uluslararası tanınırlık kazanırken anadilde yazılmış eserler (Boccaccio'nun yazdığı Decameron ve Chaucher'in Canterbury Hikâyeleri gibi) o zamana kadar kişisel ya da sahnelenme amaçlıydı. Seri üretimi yapılmış kitaplar bilhassa dayanıklı ve ulusaldı. Yazılı diller Avrupalı ulusların tanımlayıcı özelliği olmaya başladığı için yöresel aksanların fonetik yazımları bir sisteme bağlandı. Her dilin ürünleri ihraç edilebiliyordu fakat giderek ulusların kültürleri dışarı kapalı hâle geliyordu. Kendi kaderini tayin ve kişisel vicdan sonraki beş yüzyılın idealini oluşturdu ve bu model Aydınlanma'dan sonra tüm dünyaya yayıldı.
Tekrar edeyim: Türkiye'de gerçek manasıyla Marxist yoktur. Bilgi ve idrak seviyelerr bu nazariyeyi ve ona karşı yüz senedenberi yapılan ilim ve felsefe ten­kidlerini anlamaktan çok uzak ve bilerek bilmeyerek Sovyet emperyalizminin emellerine hizmet eden ajanlar ve bunları gazetelerinde, dergile­rinde, kültür müesseselerinde koruyan gafiller vardır. ikinciler birincilerin tesiri altında, aynı tel­kin ve tahrik şebekesi içinde çalışıyorlar. Mâhutlar gazetelere, dergilere, radyolara, devlet hizmetlerine sokulmuşlardır. Yayınevleri kurmuşlardır. Seri halinde kitaplar veya mecmualar cıkarmışlar, Kültür, edebiyat ve plastik san'atlar maskesi altında halkın ve gençliğin iliklerine zehirlerini akı­tırlar.
Sayfa 24
Ödünç Alınan Kitaplar Geri Verilsin Lütfen :)
İlim talebesi birçok kişi bir kitap ödünç aldıklarında onu (geri vermeyi) geciktirerek ihmalkar davranırlar. Bazen onu bozmuş ve kaybetmiş olabilirler veya onu çokça geciktirirler de o da unutulur sonda da kaybolur. Ben de bundan senelerdir şikayet etmekteyim. (Şikayet ettiğim şey) bazı talebelerin bir kitabı ödünç aldıklarında onu geri vermeyi düşünmemeleridir. Bu şekilde benim yüzlerce kitabım kayboldu. Özellikle de kaynak kitaplar. Bu yüzden de bir seriden kitap kaybolduğunda o seri(nin faydası) düşer. Şüphesiz, kitabı sahiplerine geri vermek emanettendir.
Reklam
Johannes von Gutenberg, elma şarabı presini yaklaşık Jolarak 1454 yılında hareket edebilir kurşun harflerle metin baskısı yapabilme işine uyarlamadan önce, ahşap baskı Avrupa'da bir asır boyunca görüntüleri yeniden üretmenin yolu olmuştu. Çin baskı tekniğinde her bir piktogram için ayrı ahşap şablonlar ve su bazlı mürekkep kullanılırdı. Gutenberg ise Hollanda'dan gelen yeni yağlı boyaları kullanmayı ve düşük kalite kâğıtları tercih etti. Kitap sahibi olmak o zamana dek bir ayrıcalıktı ve okuma kabiliyeti genel olarak rahiplere atfedilmişti. Kitaplar yoğun şekilde işlenmiş, çoğu zaman süslemeleri olan (Lindisfarne Incil'inde olduğu gibi), el yapımı eserlerdi. Başlı başına birer adanmışlık timsaliydiler ve her kopyada metin kısmen bozuluyordu. Basılı kitaplar seri üretimin başlangıcı oldu. Paris ve Venedik kendi yazı harflemelerini geliştirerek ("Roman" ve "Italik") tekniği uyarladılar.
Dostoyevski'nin kumar borcu falan filan...
Serbest bırakılmasının ardından Dostoyevsky'nin yazın yaşamına yeniden girme çabaları tam bir borç ve tefeciler bataklığına saplanmasına neden oldu. Erkek kardeşi Mikhail'le birlikte Vremya (Zaman) adında bir dergi çıkardı. Bu dergide Sibirya deneyimlerinin anlatıldığı Ölüler Evinden Anılar!” seri olarak yayımlandı. Sansürcülerle yapılan tartışmalar sonucunda Vremya kapandı ve iki kardeş bu kez de Epokha (Dönem) adında yeni bir dergi çıkarmaya başladı. Mikhail'in 1864'te ölümüyle hem dergi finans açısından güvenilir bir kişiyi kaybetmiş oldu hem Dostoyevsky bir de kardeşinin eşi ve çocuklarının da gelirini sağlama sorumluluğunu üstlendi. İhtiyaç Duyan Yazar ve Akademisyenlere Yardım Derneği'nden ödenek almasına karşın Dostoyevsky prensip nedir bilmeyen yayıncı Stellovsky'nin tuzağına düştü ve onun için imzaladığı borç senetleri ve hiç de adil sayılmayacak anlaşmalarla eli kolu bağlandı. Stellovsky, Kasım 1866'ya kadar en az 160 sayfalık yeni bir eser talep ediyordu. Eğer kitap teslim edilmezse yazarın geçmiş, şu an ve gelecekteki bütün eserlerinin telif hakları Stellovsky'ye devredilecekti. Dostoyevsky üzerinde çalışmakta olduğu Suç ve Ceza'yı teslim etmek istemediği için söylediklerini dikte etmesi amacıyla bir sekreter tuttu ve Stellovsky için "Kumarbaz"ı oluşturdu.
Sayfa 389 - Bilgi YayıneviKitabı okudu
Her iki işi de yapmış birisi olarak söylemeliyim ki kitap eleştirmenleri, sinema eleştirmenlerinden çok daha iyi durumdadır. Çünkü film eleştirmenleri evden çalışamaz, sabahin 11'inde gösterime gitmek zorundadır ve -bir iki önemli istisna dışında- bir bardak kalitesiz şeri karşılığında onurlarını satmaları beklenir.
Sayfa 23 - Kapra
Kitaplar genel hatlarıyla bürokratlar tarafından tasarlanır, öyle çok elden geçerdi ki sürecin sonunda ortaya çıkan ürün seri üretim hattının sonundaki Ford marka arabadan daha bireysel olmazdı.
Reklam
Şimdi de sana taptaze bir havadisim var kitap çıkarı­yoruz. Her ay Akış Kitaphanesi başlığı altında bir seri kitap­lar. Birinci kitapta birtakım hikâyeler, tetkikler, şiirler ola­cak. İkinci kitap, İsmet Hüsnü’nün şiirlerine tahsis edilecek. Üçüncü kitap da galiba benim.
Tefsir ilminin konusu, murada delalet etmesi bakımından Kur’ân ayetleridir; meseleleri ise ayetlerin bu yönden özellikleridir. Buna göre “Tefsir, Allah’ın kelamının Onun muradına delalet etmesi bakımından hallerinin incelendiği ilimdir.”8 Bu inceleme, dil bilimlerinden ve diğer şerî bilimlerden destek alınarak yapıldığı ve tefsirin kendisine özgü tümel kuralları son derece az olduğu için Molla Fenârî tefsirin tam anlamıyla bir bilim olmadığını söylemiştir. Buna karşın Muhyiddîn Kâfiyecî, murada delalet etmesi bakımından Kur’ân’ın iki temel özelliği olan muhkem ve müteşâbihi diğer bütün başlıkların kendisine irca edileceği tümel kurallar halinde tanımlayarak tefsirin bir ilim olduğunu iddia etmiş ve daha sonraları “usülü’t-tefsîr” veya “ulümu’l-Kur’ân” denilen kitaplar arasında sayılabilecek bir eser yazarak (etTeysîr fi kavâidi ilmi’t-tefsîr) tefsir ilmini tedvin işini üstlenmiştir.9
uzun ama okunur
Bu tabaka, İslâm ülkelerindeki kültürlülerin bü­yük bir çoğunluğunu oluştururlar. Bunların bir kısmı orta derecede kültürlüdür. Büyük bir kısmıda hakim­ler, avukatlar, doktorlar, mühendisler, edebiyatçılar, öğretim elemanları, idareciler ve siyasetçiler gibi yüksek kültürlülerdir. Bunlar Avrupa kültürüyle yetişmişlerdir. Islâm hakkında sıradan
Bölüm 2: Cehaletin Kutsal İttifakı
1603'de kurt adam oldukları iddia edilen yaklaşık altı yüz sözde shapeshifters (şekil değiştiriciler) yakılarak öldürüldü. Birçok bilge adam, bu çılgınlığı kitaplar yayınlayarak durdurmaya çalışsa da, işkenceler devam etti. 1764'de kan emici 'Beast of Gevaudon' (Gevaudon Canavarı) üç yıl boyunca Fransa'da korku saldı.
Herdem KitapKitabı okudu
Öğretmenler, Cumhuriyetin ilk yıllarında "çevre" niteliğine sahip bir topluluktu. Hepsinin olmasa bile çoğunun tanıdığı ortak otoriteler, okuduğu ortak dergiler, kitaplar vardı. Mesela Finlandiya’yı anlatan Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı kitap, o zamanki öğretmenlerin neredeyse tümünün bildiği ve okuduğu bir kitaptı. Bakanlık da tüm öğretmenlerin yararlanması için mesleki kitaplar yayınlamaktaydı. MEB, öğretmenler için şimdiki dönemle kıyaslanamayacak kadar nitelikli yayınlar yapmaktaydı, “öğretmen Kitapları" diye bir seri vardı. Bu yayınlar, öğretmenler arasında muazzam bir etkileşim yaratmaktaydı ve en önemlisi de öğretmenleri akademik bir çevre haline getirmekteydi.
67 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.