Ben de herkes gibi ne kadar büyük bir kaybeden olduğumu düşünmeden, küçük zaferler peşinde koşuyordum. Son sözü söyleyenin tartışmayı kazandığı, daha çok bağıranın haklı görüldüğü, daha çok rağbet edilenin başarılı sayıldığı bir dünyada yaşıyorum.
Hatta henüz icat edilmemiş silahlar da insanoğlunun içindeydi. Yani insan bir savaş alanıydı. Ceket , gömlek, pantolon ya da etek giymiş, kravat takmış, tıraş olmuş, kokular sürmüş bir savaş alanı. Gülümseyen bir savaş alanı. Öpen hatta, okşayan, konuşan, susan, çiçekler alıp çiçekler veren bir savaş alanı...
Peki bir barış bahçesi olamaz mıydı aynı insan ?
Şöyle güllerin kuş cıvıltılarına, kuş cıvıltılarının güllere karıştığı, mutlu yüzlerle dolu rengarenk bir barış bahçesi ?
Çünkü gökkuşağı; kötü günlerin içinde umutla beklenen iyi günleri simgeler
Bazen açlıktır, yoksulluktur ve hastalıktır
Bazen ise var olabilmeniz için bütün güzelliğini cömertle sunar size. Hayatınızda en çok değer verdiğiniz bir insanı alıp götürebilir sizden uzaklara. Bir hüzündür. Bazen de mutlulukların en güzelidir. Sevgidir. Birlikte yaşamak ne ise ta kendisidir. Paylaşmaktır. Dostluk ve kardeşliktir. En renksiz anların rengarenk sevincidir. Gökkuşağı sahip olduğumuz güzelliklerin farkına varabilmektir.
Beynim idrak edebilmek için hızla çalışıyor. Hayat çoğu zaman böyledir. Bir şeyi - birini, bir duyguyu, bir bilgiyi- öyle uzun zaman beklersiniz ki karşınıza çıktığı anda apışıp kalırsınız. Boşluk boşluk olmaya o kadar alışır ki kendi kendine kapanmayı beceremez.