Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
LOJMAN Lojmanda oturmak ayrı bir yaşam tarzı. Herkesin kocasının aynı işi yaptığı bir aileler topluluğu bu. Çalışmayan kadınlar için standart bir hayat: Sabah aynı saatte, hatta aynı dakikada evinden çıkan üniformalı kocalar, pencereden kocalarının servis araçlarına binişini seyreden kadınlar, öğleye kadar ev işleri, öğleden sonra kadın
http://www.hakanevrensel.com/guneydogudan-oykuler-2/Kitabı okudu
Bizim ufak tefek şoför Süleyman, rektörün siyah arabasını kıvrak hareketlerle otobana çıkardı. Çok şükür, adım adım ilerleme sıkıntısını aştık. Çünkü bu yolda hiç olmazsa sağda emniyet şeridi vardı; bütün siyah büyük arabalar gibi bizimki de bu yasak, bomboş şeritten gidebiliyordu. TEM otoyolu hıncahınç doluydu, binlerce araba kilit
Doğan KitapKitabı okudu
Reklam
sıdıka
Casuslar Mahallesi – Nooluyo kız, evin içinde döt baş açıkta? Erotik şop mu burası çocuğum? Aile evi! Sıdıka, sana söölüyorum, git üstüne bi şey giy. Vallahi, saniyede on dört terlik atarım, noolduğunu şaşırırsın. – Yaa anne, kendin söölüyosun “evin içinde” diye. Evin içinde, hatta kendi odamdayım, yazlık giysilerimi deniyorum. Hayret
Sayfa 11 - Sıdıka - Casuslar MahallesiKitabı okuyacak
Bu güzel metaforların şifresini kendi başına çöz; derinlemesine düşün onlar hakkında. Bu yüzden hikayeler üzerinden konuşuyorum. Onlar üzerinden hiç kimse konuşmamıştı. Niçin ben bu küçük hikayeler üzerinden konuşuyorum? -sadece nasıl düşüneceğine dair sana birkaç ipucu vermek için. Bunlar bu hikayeler üzerine yapılan yorumlar değiller; ben bir
9. BÖLÜM SONSUZ SABIR Bir zamanlar cennet meyvesini işitmiş olan bir kadın vardı. Ona tamah etti. Adına Sabar diyeceğimiz bir dervişe sordu, “Bu meyveyi nasıl bulabilirim ki böylece mevcut bilgiye erebileyim? “Sana verebileceğim en iyi tavsiye benimle çalışman olur,” dedi derviş. “Fakat böyle yapmazsan, kararlı bir şekilde ve bazen yerinde
Kendimi sokaklarda sefalet çekerken bulduğumdan beri, insanlar geçmişimi merak ettiler. Bu konuma nasıl geldiğimi sorarlardı. Bazıları tabii ki profesyonel anlamda ilgilenirdi. Sokaklarda yaşamaya nasıl başladığımla ilgili beni sorgulayan çok sayıda sosyal hizmet görevlisi, psikiyatrist ve hatta polis memuru ile konuştum. Ama sıradan pek çok insan da bana bunun hakkında sorular sorardı. Neden bilmiyorum ama sanki toplumun bazı bireylerinin nasıl unutulup gittiği insanların ilgisini çekiyor gibi. Bir kısmının, "Çok şükür benim başıma gelmedi", "Herkesin başına gelebilir," hissi ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Fakat bu bence, insanların kendi hayatları hakkında iyi hissetmelerini de sağlıyor. Onların, "Hayatımın kötü olduğunu düşünebilirim, ama daha da kötü gidebilirdi, bu fakir herif olabilirdim," diye düşünmelerine yol açıyor.
Reklam
Hannah Arendt'ten Martin Heidegger'e Evden çıkıp da arabaya bindiğim andan itibaren bu mektubu yazıyorum.Şuan yazabiliyorum, ama gecenin geç vaktinde bunu yapamayacağım.( Yazı makinasıyla yazıyorum, Dolmakalemim bozuk ve el yazım da artık okunmaz oldu ). Bu akşam ve sabah bütün bir ömrün onayı demek.Aslında beklenmedik bir onay. Garson, adını
Sayfa 72
Tabii onların dediklerine uysam, servet de hazır, şan da şöhret de. Şükür, namus ve haysiyet duygumu yitirmedim. Açlıktan ölmenin de bir şeref olduğu anlar vardır.
Halk gülmeye başlayınca  Vaktiyle bir memleketin idarecileri, halkın dertlerini unutmuşlar. Bir taraftan enflasyon ve hayat pahalılığı artarken; diğer yandan halka özveri ve diğergamlıktan bahsediyorlarmış. Bu arada bütçe açık vermeye, hazine boşalmaya başlamış. İdareciler bunu önlemek için mallara yeni zamlar yapmışlar, yeni yükümlülükler getirmişler. Ülkenin hakimi, adamlarını gönderip halkın tepkisini ölçmek istemiş. Tabii gelen haberler fena:  -Efendimiz, halk çok şikayetçi. Hepsi burnundan soluyor. Kızgınlıkları had safhada.  Ertesi hafta yeni zamlar yapılmasını emretmiş hakim. Sonra yine adamlarını gönderip halkın nabzını öğrenmek istemiş:    -Efendimiz, bu sefer halk, ha ayaklandı; ha ayaklanacak. Sarayınızın kapılarına dayanırlarsa şaşmayın.    Hakim yine sakin, bir hafta sonra yeniden zamlar yapılmasını istemiş. Bu seferki zamlardan sonra gelen habercilerin yüzleri gülüyormuş:  -Efendimiz, çok şükür tehlike geçti. Halk sokaklara dökülmüş; gülüyorlar, oynuyorlar. Kimsenin hiçbir şeyden şikayet ettiği, hele zamları düşündüğü falan yok!..  Hakim bu haberi duyar duymaz sarayın kapılarını sürgületmiş ve demiş ki:  -İşte bu sefer halkın sabrı zorlanmaya başlamış; zamlara son verin.  
"Tabii. Mesela Highland'deki gizli kalende sır gibi sakladığın, egzotik cariyelerden oluşan bir hareme rastlamadım" Tanrıya çok şükür dedi içinden. "Onları burada mı tuttuğumu mu sanıyorlar?" "Tam da anlatıkları o hain kötü adamsın!"Farah sinirden peçetesini ona fırlattı. Dorian peçeteyi yakaladı."Beni sevmiyorsun zaten" dedi hafifçe."Ne fark eder?"
yabancı yayınlarıKitabı okudu
Reklam
Tabiatın apaçık kanun ve kuralları tabi bulunduğu hakikati politika nazariyetcilerini ve iktisatçıları da etkiledi. Gezegenler belirli yörüngelerinde ve hiçbir zaman onlardan dışarı çıkmadan seyahatlerine devam ediyorlardı. Halbuki dünyadaki insanların hareketleri; kuvvetlinin zayıfa hükmetmesi ufak bir azınlığın lüks için de yaşamasına karşılık büyük bir çoğunluğun sefalet içinde ıstırap çekmesi, savaşlar, ahlaksızlıklar, tamahkârlık ve insanların kökleştirilmesi gibi politik adaletsizliklerle damgalanmıştı. Tabiatın bu kanuni düzeni karşısında şaşıran aydınlar insani faaliyetlerin bu nizamsızlığını bir izaha bağlamanın lüzum ve önemini farkettiler. Bunun cevabı 18. asırda verildi. İnsani faaliyetlerdeki bu keşmekeş insanın tabii kanunlarla uyumlu olabilecek davranış düzenleri bulamamış ve kuramamış olmasından, öteki taraftan da cemiyetin dokusunu tarihsel olayların çizmesine müsaade edilmesinden, ileri geldiği hakikati ortaya çıktı. Bu keşmekeşin tedavisine yarayacak ilacı filozof Thomas Hobbes bir asır önce bulmuştu. Bu da şuydu: Politika tam ve kesin bir bilim haline getirilmeliydi. Böylece aydınlar, bir Kepler veya bir Newton’ın çıkarak cemiyet ilmini meydana getirmesi gerektiğinde birleştiler. Bununla beraber jean Jacques Rousseau'nun işaret ettiği gibi, bu ilmin, deneysel bir şekilde incelenmesine imkân yoktur. Çünkü bu deneyleri düşünebilmek için büyük bir filozofa ve bunları uygulamak için de en büyük bir hükümdara ihtiyaç olacaktı. Fakat çok şükür ki, bu gibi deneylere lüzum yoktu, çünkü hakikat mantık yolu ile ana prensiplerden pek güzel meydana çıkarılabilirdi.
''Hayatı benim gibi romanlardan, şiirlerden, filozoflardan, müziğin ilk şırınga ettiği marazdan öğrenen kimseler, hep büyüklüğün, vazgeçişin, kendini esirgemeyişin, maddiyata kıymet vermeyişin, ruhsal yükselişin büyüsüne kapılıyorlar ve bunu olabildiği kadarıyla kendilerine yaklaştırmaya çalışıyorlar. Ancak bütün bu yüksek şeylere talip olan,
Edebiyat öğretmeni , - Daha ana dilini bilmiyor , bir de kalkmış Türk edebiyatını öğrencek! diye benimle alay etti. Sonra yine sordu : - Söyle bakayım , maamafih kaç kelime? - Bir. - Bir kelimeymiş! - İki efendim. - İki kelime , öylemi mi? - Üç efendim. - Hele şükür , tabii üç kelime , işte böyle yazılır : Maama-fih. Sınıfta kal da aklın başına gelsin! Bendeniz , haşa minelhuzur , bu cenabet kelime yüzünden liseyi bitiremedim.
268 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.