Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Herkesten özür dilerdi ve bu beni sinirlendirirdi. Sanki dünyaya geldiği için özür diliyordu, rahatsız etmekten korktuğu için, sanki fazlaydı o, sanki davetsiz gelmişti. Tabii ki davet edilmiştin. Ve çok şükür ki benim için davet edilmiştin. Oturma planı yapılırken seni benim yanıma koymuşlardı. Ben geldiysem, orada olacağını bildiğim için geldim, yoksa belki de gelmezdim. Benim yanımda olmak, hayatı bana daha güzel bir hale getirmek için davet ve icat edildin. Herkesten özür dileyen sen, neden haber vermeden gittin, benden sıkılıyor muydun? Üstelik özür de dilemedin bu sefer, hiçbir şey demedin. "Öldüğüm için özür dilerim" demedin bana.
Biraz uzun ama okunmaya değer.Tam günümüzü anlatıyor!
Halk gülmeye başlayınca Vaktiyle bir memleketin idarecileri, halkın dertlerini unutmuşlar. Bir taraftan enflasyon ve hayat pahalılığı artarken; diğer yandan halka özveri ve diğergamlıktan bahsediyorlarmış. Bu arada bütçe açık vermeye, hazine boşalmaya başlamış. İdareciler bunu önlemek için mallara yeni zamlar yapmışlar, yeni yükümlülükler getirmişler. Ülkenin hakimi, adamlarını gönderip halkın tepkisini ölçmek istemiş. Tabii gelen haberler fena: -Efendimiz, halk çok şikayetçi. Hepsi burnundan soluyor. Kızgınlıkları had safhada. Ertesi hafta yeni zamlar yapılmasını emretmiş hakim. Sonra yine adamlarını gönderip halkın nabzını öğrenmek istemiş: -Efendimiz, bu sefer halk, ha ayaklandı; ha ayaklanacak. Sarayınızın kapılarına dayanırlarsa şaşmayın. Hakim yine sakin, bir hafta sonra yeniden zamlar yapılmasını istemiş. Bu seferki zamlardan sonra gelen habercilerin yüzleri gülüyormuş: -Efendimiz, çok şükür tehlike geçti. Halk sokaklara dökülmüş; gülüyorlar, oynuyorlar. Kimsenin hiçbir şeyden şikayet ettiği, hele zamları düşündüğü falan yok!.. Hakim bu haberi duyar duymaz sarayın kapılarını sürgületmiş ve demiş ki: -İşte bu sefer halkın sabrı zorlanmaya başlamış; zamlara son verin.
Sayfa 151Kitabı okudu
Reklam
EFELYA'dan... ........ Elif, Ferhat'ı daha yakından tanımak için, çocukluğuna dair hatıralarını anlatmasını istedi ondan; sonra sesine bir avuç fesleğen katıp: “Dur, önce anneni anlat, çok merak ediyorum, yaşıyor değil mi?” “Yaşıyor değil mi?” cümlesiyle Ferhat birdenbire dağılmıştı. “Hayır, yaşamıyor; çocukken kaybettim
Gözyaşına şükür (Cevhere Sultan)
"Aziz evlatlarım, siz tabii benim yoksul evime, sergime değil; gönlüme geldiniz. Şu mübarek günde, bu garibi sevindirdiniz. Allah da sizi sevindirsin. Ne yapalım, biz böyle olduk. Duadan başka elimizden bir şey gelmiyor. Kaderimiz böyleymiş. Eger Cenab-ı Hak her nimet elimizden aldığı gibi gözyaşını da alsaydı da ağlayamasaydım ben ne olurdum." diyerek ağlamış bizi de ağlatmıştı Cevhere Sultan'ın bu sözünü ne kimseden duymuş ne de bir kitapta görmüştüm. Sonraları da ne duydum ne de gördüm.
“Sihire inanıyor musunuz?… Umarım inanıyorsunuzdur.” Elbette yavrum… Bu isimle bilmiyorum tabii, ama ismin ne önemi var? Kesinkes Fransa’da farklı, Almanya’da farklı isimler verilmiştir. Tohumları büyüten de, güneşin ışımasını sağlayan da, seni iyileştiren de aynı iyi şeydir. O kendi adımızla çağırılmanın önemli olduğunu düşünen biz zavallılar gibi değildir. O Yüce İyi Şey bizim için endişelenmekten vazgeçmez, senide korusun. Dünyamız gibi milyonlarca dünya yaratmaya devam eder. Ona hoşunuza giden adı verin… Ama Yüce İyi Şey’e inanmaktan, dünyanın onunla dolu olduğunu hatırlamakdan vazgeçmeyin. … Şükür duasını söylerken Sihir sizi dinledi. Söylediğiniz her ilahiyi dinler. Önemli olan duyulan mutluluk. Ah yavrum, mutluluk verene başka ne isim lazım…
Sayfa 256Kitabı okudu
"Var olmak, bir yerde bulunmak anlamında mı soruyorsun?" "Bulunmak mı Mina? İyi düşün. Sadece yer alarak mı?" "Yok kendin olarak, tabii kendin olacaksın. Sen olarak var olacaksın. Yani kendin olarak orada olacaksın değil mi?" Gözleri yumuşuyor. Buradan doğru bir yerlerde gezindiğimi anlıyorum çok şükür. "Bunu iyi anla ve iyi anlat Mina. İnsan var olmadan, gerçekten yaşamış olmaktan bahsedemez. Yaşama sanatını icra edemez. Takılır kalır yaşamda. Kapılar hep suratına kapanır. Çünkü çakma kimliğindedir, ilerleyemez, yol alamaz. Her birimiz benzersiz bir tasarımla kendimiz olmak için buradayız. Yaşam bizden çakma bir versiyonumuzu değil, gerçeğimizi ortaya koymamızı bekliyor." Susuyorum ve bekliyorum. Devamı gelecek, biliyorum. Bu bakışı, bu duruşu artık iyi tanıyorum. Birazdan döküleceklerin çok önemli olacağını da. Nitekim geliyor: "Yaşamdan alabilmek için önce yaşama kendini sunacaksın. Sahneye çıkıp kendi gerçeğini oynayacaksın ki alkış alasın. Yoksa yok isen, 'Ben oynamıyorum, ben kendimi yaşama sunmuyorum, diyerek öyle kazık gibi yer işgal ediyorsun demektir. Bu durumda sen tekrar eden ayrılıkçı, hayırsız, korku kaynaklı düşünceler ve dolayısıyla bunları yansıtan oluşunla, sadece ortamı bulandırıyorsun demektir ki, o bulantı senin yaşamında da işte kendini gösterir. Bir bulantı girdabında döner durur hep daha dibe inersin."
Reklam
"Burada hayat o kadar sakin değil. Gece gündüz her gün çeşitli toplardan atılan şarapneller ve diğer mermiler başlarımızın üstünde patlamaktan uzak kalmıyor. Kurşunlar vızıldıyor ve bomba gürültüleri toplarınkine karışıyor. Gerçekten bir cehennem hayat yaşıyoruz. Çok şükür, askerlerim pek cesur ve düşmandan daha dayanıklıdır. Bundan başka hususi inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor. Doğrusu onlara göre iki semavi netice mümkün: Ya gazi ya da şehit olmak Bu sonuncusu nedir bilir misiniz? Dosdoğru cennete gitmek. Orada Allah'ın en güzel kadınları, hurileri onları karşılayacak ve ebediyen onların arzusuna tabii olacaklar. Yüce saadet."
Masa Kitap - Mustafa KemalKitabı okudu
İbrahim Ethem'e sorar Belhî: "- Şükür mevzuunda ne yaparsınız?" "- Bulunca şükrederiz, bulamayınca sabrederiz!" Gayet tabiî olarak böyle cevap verir. Bu ahlâkın ta kendisidir. "- Horasan'ın köpekleri de böyle yapar!" Der Şakik... "- Ya siz ne yaparsınız?.." "- Bulunca dağıtırız, bulamayınca şükrederiz!.."
Sayfa 131 - Büyük Doğu YayınlarıKitabı okudu
Korkunç mu? Ah! Korkunçtu ama sadece acısı değildi mesele, tabii acı da müthişti ve uzun süre geçmedi. En güzel süsümü benden almalarının onur kırıcılığı da değildi sadece, tabii bu da kötüydü. Fakat daha kötüsü de vardı: Sinekleri kalçalarımdan ve arka ayaklarımdan nasıl kovacaktım artık? Siz kuyruğu olanlar, ne yaptığınızı hiç düşünmeden sinekleri kovalayıveriyorsunuz; o sineklerin üstünüze konup ısırıp durmasının ve onları kovalayacak hiçbir şeyinizin olmamasının nasıl bir işkence olduğunu anlayamazsınız. Sana söyleyeyim, bu hayat boyu süren bir haksızlık, hayat boyu hissedilen bir kayıp. Fakat Tanrı'ya şükür artık yapmıyorlar bunu.
Şükür Baban
Şükrü Baban’a gelince... Malum, Zihni Paşa’nın oğlu idi. Zihni Paşa, Kürt Teali Cemiyeti’nin ikinci başkanıdir. Aynı zamanda, Sadrazam Talat Paşa’nmda yakın dostudur. Şükrü Baban, Kürt meselesinde çok çekingendi. Zaten 1979 yılındaki ölümüne kadar ben, onun Mali Vekiliydim. Çünkü ken­disi felç olmuştu. Bütün işlerini ben yürütüyordum. Sırası gel­mişken, vekalet olaylarından şunu anlatayım: Şair Mehmet Akif Ersoy ölünce, vasiyetinde, “Beni Süleyman Nazif ile Profesör Nazım Baban’ın mezarları arasına gömün” demişti. Vasiyeti yerine getirilmişti. Ancak bugünkü Londra asfaltı açılınca tam onların mezarlarına rastlıyordu. Akif’in mezarına belediye sahip çıktı. Şükrü Baban ile Süleyman Nazif’in varisi olan Dışişleri Bakanlı­ğındaki akrabasına, mezarlara sahip çıkması için tebligat yapıldı. Şükrü Baban adına vekaleten ben gittim. Naim Bey ve hanımı için iki kefen ve iki tabut yaptırdım. Mezarlığa götürdüm. Biraz sonra işçiler ile belediye bandosu geldi. Mezarlığı açtık, kemikle­rini kefene koyduk, tabutları yerleştirdik. Süleyman Nazif’in de mezarı açılmıştı. Kafası mezarın kenarında duruyordu. Kendisi­ne nefretim olduğu için, oradan geçerken, heyecanlandım ve kas­ten olmasa da ayağımla kafa kemiğine dokundum. Dokunmamla tekrar mezara yuvarlandı. Ağzındaki altın dişleri dökülmüştü, işçiler ceplerine koydular, ben de görmezlikten geldim. Sonra, bando ile tabutlar alındı; merasimle, tabii ben de ön safta, şehit­likte hazırlanan yere, M. Akif ortada ve diğerleri iki tarafta olmak üzere gömüldüler.
Reklam
İmamların, müezzinlerin hatla, kıraat ilmi ile, hususen musiki ile yakından ilgilenmeleri bizim kültür tarihimiz açısından hiç de garipsenecek yahut hayret edilecek bir şey değil, aksine nerede ise tabiî denebilecek bir hadise. Fakat Cumhuriyet ideolojisinin, eğitim-öğretim tarzının ve uygulamalarının, ayrıca İmam Hatip Okulları ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın mesele ile ciddi düzeyde ilgilenmeyişlerinin, (aslında farkında bile olmayışlarının demek lazımdı) ortaya çıkardığı derin boşluklar ve inkıtalar imamları da, müezzinleri de, hocaları da -istisnaları elbette hariç- güzel sanatlarla irtibatsız hale getirmişti. Mescitlerimizi de yetim ve bakımsız yahut (Allah affetsin) zevksiz ve incelikten, tevazudan yoksun... (Şimdi çok şükür biraz daha iyi durumdayız, uzun yıllar tarihî camilerde görev yapıp da mabedin içindeki o nefis hatlardan, istiflerden, levhalardan hiç anlamayan, onları okuyamayan fakat ahkâm kesen çokça meslektaşımız olduğu malumdur. Bu yüzden ciddi ihmaller ve büyük kayıplar da maalesef çok olmuştur).
Sayfa 34 - Dergah YayınlarıKitabı okuyor
Zaman. Törpüleyici. Biriktirici. Azdırıcı. Öfkeleri, tortuları, kiri pası, sabrı, korkuları, sevgiyi. Bir tünel. Karanlık. Vagonların tekdüze gürültüsü artmış. Uzun. Uzun ve siyah ve hızlı. Derken, aniden, bembeyaz doğaya çıkış. Buz tutmuş cama hohlayıp vadiye bakardı. Ortasından akan köpüklü suya. Hep buradan başlıyor geçmiş. öncesi silik, parça
Sayfa 37 - SeyahatKitabı okudu
Belki de sadece dünden önce yaptıklarımı değil, içsel olarak nasıl olduğumu da bilmeye ihtiyacım var. Tabii eğer içselliğim varsa. Ruhun sadece yapılan şey olduğunu söylüyorlar ama eğer birinden nefret ediyorsam ve bu hıncı içimde besliyorsam, Tanrıya şükür bu bir içim olduğu anlamına geliyor. Nasıl diyordu düşünür? "Odi ergo sum*" *Nefret ediyorum o halde varım.
"Peki, zaman durdurmak isteğinin aksini de yasamiyor musun? Zaman denen mefhumun korkunç genişliğinden, beklenen günlerin bir türlü gelmemesinden... "O da oluyor tabii, o zamanlar da kitaplara minnet ediyorum. Bir eşya, beni kendim olmaktan alıkoymaya muktedirdir. En çok kitapların içine düştükten sonra, gerçeğe dönmek istemediğim zamanlarda seziyorum bunu." "insanin kendi olabilmesi, ya da baskalarinin yerine yasamak... Bundan mi bahsediyorsun? Yani okudugun mesnevilerdeki, gâvur romanlarindaki insanlara dönüşmek." "Kitap okurken, acılarını sadeleştirmeden yazanlara tesadüf ettigim zaman şunu idrak ediyorum en çok: Böylesine yoğun bir acıylq muhatap olan sadece biziz sanyoruz ama çok sükür sandigimiz kadar yalnız değiliz."
264 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.