Yaşadım da yoruldum, bir ağır-işçi gibi,
Uyudum da uyandım, binlerce kişi gibi.
Bana düşünmek vardı, payıma onu aldım,
İşledim de işledim bir hüner-işi gibi.
Yaşadım da yoruldum,bir ağır işçi gibi.Uyudum da uyandım, binlerce kişi gibi.
Bana düşünmek vardı, payıma onu aldım. İşledim de işledim bir hüner işi gibi.
Horlandı, beğenildi, inandım, alınmadım. Yolun geleceğini çizdim, geçmişi gibi....
Osman fakir ana ve babanın oğludur.
Babası çocuk Osmanı tarlada çalış-
masını için ağaya söz verdim,Yoksa
ağa bu saatten sonra işçi nereden bulacak düşüncesiyle işe göndermek
ister.
Cılız incecik çocuk Osmanı anası uykudan kaldırmayı kıyamasada
acımasız baba yataktan atarak
uyandırır ve işe gönderir.
Osman tarlada ağır işte bin bir zorlukla çalışır.Ağa çocuğa 25’lık verir.Osman 25’liği götürüp annesini
verir.
Kabul, asla ilk günkü ışıltısında olmuyor hayat ;ama yine de, yıllarını anılarını temizlemeye vermiş ağır bir işçi kelamı bırakabilirim şuraya ; barış geçmişinle her gün yeniden, yeterince uğraşırsan eser kalmıyor kirden...
Ortaçağ'ın en dayatmacı uygulamaları orta dan kalkmıştı gerçi, ama birçok işçi yarı-dayatmacı politikalar altında, çok ağır şartlarda çalışıyordu. 1351 İşçi Yasası yürürlükten ancak 1863'te kaldırıldı. 1562-1563 yıllarında yürürlüğe konulan Zanaatkarlar Yasası da benzer şekilde zorunlu hizmeti mecburi kılıyor ve işçilerin sözleşme süreleri bitmeden işverenlerinin yanından ayrılmalarını yasaklıyordu. Üstelik bu yasa işçileri dava etmek için hala kullanılıyordu. İşçilerin sözleşme ihlalini yasaklayan revize edilmiş bir Efendi ve Hizmetli Yasası (Master and Servant Act), 1823 ve 1867 yıllarında parlamento tarafından benimsendi. 1858 ile 1867 arasında bu yasalar uyarınca işçilere on bin dava açıldı. Bu davalar da genelde ilk adım olarak, hakkında şikayet bulunan işçi tutuklanırdı. Bu yasalar 1875'te hepten yürürlükten kaldırıldıkları güne dek, sendika örgütlenmesine karşı da sık sık kullanılmıştır. .
Böylesine bir sürüye eşlik ederek nasıl o kıza layık biri olabilirdi? Yüzleştiği bu sorun onu dehşete düşürüyor, işçi sınıfına mensup biri olmanın ağır yükü altında bunalıp eziliyordu. Her şey onu baskı altında tutmak için adeta işbirliği içindeydi - ablası, ablasının evi ve ailesi, çırak Jim, tanıdığı herkes, yaşamındaki her bağlantı. Hayat ağzında buruk bir tat bırakıyordu. O zamana kadar hayatını kabullenmiş ve çevresiyle birlikte mutlu mesut yaşamıştı. Hayatı, kitap okuduğu zamanlar dışında asla sorgulamamıştı, fakat nihayetinde onlar sadece kitaptı, adaletli ve olanaksız bir dünyaya dair masallardan ibaretlerdi. Fakat şimdi o dünyanın mümkün ve gerçek olduğunu, Ruth adında çiçek gibi bir kadının o dünyanın merkezinde yaşadığını görmüştü; bundan böyle buruk tatları, acı veren arzuları ve umutla beslendiği için insanı boşuna heyecanlandıran ümitsizliği bilmek zorundaydı.
Yaşadım da yoruldum, bir ağır-işçi gibi,
Uyudum da uyandım, binlerce kişi gibi.
Bana düşünmek vardı, payıma onu aldım,
İşledim de işledim bir hüner-işi gibi.