"Aşk, bir bedende iki kişi."
“Ey aşk...! bir mucize gerçekleştir şimdi
Şapkandan bir kumru havalansın
Bana öyle büyük ki bu kalp,
Gelsin yüreğime yuvalansın”
Kitabı okurken sımsıcak bir yürek buldum. Yaşam kavgasının molalarında, sıcacık bir poğaça, buğusu üstünde demli bir çay, sevgi ve vefayla beslenmiş hoş bir muhabbet, zifiri
Martıları Seven Adam ‘ı uyku tutmamış, yatağında dönüp duruyordu. Çünkü onu martılardan daha mutlu eden tek bir şey vardı, o da Fransız Teğmenin Kadını Patrice’ydı ve onu düşlerken gözüne uyku girmiyordu. Hava aydınlanırken
Quasimodo,
Aşık olunamayan adam;
içinde yaşadığı çağ gibidir, çarpıktır, biçimsizdir, bir gözü kördür, sağırdır, sevgisizdir, ruhu karanlıktır. Uzaktan bakmak istersiniz. Acınasıdır ama sevilesi değil.Halktır.
Phoebus,
Aşık olmayan adam;
ün düşkünüdür, gösterişlidir, bencildir, kibirlidir, kan emicidir, vicdansızdır. Çekinilesi ve
Zülfü Livaneli kalemini ilk kez okudum. Bana kimin önerdiğini hatırlamıyorum :)) ama iyi ki de bu öneriye uymuşum.. Serenad ;müziğin, edebiyatın, sanatın, bilimin, tarihin harmanlandığı bir yaşanmış gerçeklik hikayesi. Anlatımının sağlam, kurgunun güzelliği ve kelimelerin hafif naiflği kitabı akıcı bir şekilde okumanıza vesile oluyor.
Kitabın
" Her baba, aslında bir imadir oğluna.
Mevsimler, yıllar ve hayat,
Ah, böyle böyle geldim huzura,
Çiğnedim babamın sancı sırtını,
Gittim raylarda unutulan hikayelerin kahrına.
Ben o dişi taşların oyuklarında duaydım artık..
Alışır, alışır diye düşünürken,
Merak oldum ona.
...
Anneler erken,
Ölümlerine yakın sevilir,
ANLAŞILAN ALIŞMIŞIM, SENSİZ OLMAZ!..
Hayat hem uzun, hem çok kısa. Gerçek aşk mı? Ömürde bir başa gelir, o da belki...
Kimi zaman hepimiz karşımızdakini idealize etme eğilimini gösterebiliyoruz. Bize bağdaştırmak, kendimize benzetmek uğruna müthiş çabalar sarfediyoruz. Ehh.. Yaşamak istiyoruz o tutkuyu.Eskimeyen, bitmeyen gerçek sevda öyle
Merhaba sevgili okurlar.
"Her şeyi anlatmak gelir içimden"#82782415
Her şeyi anlatmak gelir içimizden, anlatmak... ve sonrada çekip gitmek.! lakin anlatamıyoruz işte, bazı şeyler ki ne yazıya dökülebiliyor, ne de dilimiz dönüyor anlatmaya.
Öncelikle kısaca değerli yazarın hayatına biraz değinmek
Zülfü Livaneli'nin muhteşem romanı "Huzursuzluk," derin bir etki bırakarak bizleri kendi iç dünyamıza davet ediyor. Sayfalarda kaybolurken, kahramanların acılarına ve sevinçlerine ortak oluyor, nefes alıp verirken de onlarla aynı duygusal dalgalara yelken açıyoruz. İbrahim'in çocukluk arkadaşı Hüseyin'in beklenmedik
Cebeci İstasyonunda bir akşam üstü
Kimse bilmiyordu bizi.
İncecikten bir yağmur yağıyordu yollara
Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi
Sıcak bir kara sevda yüreğimizin başında Bağdaş kurup oturmuştu, acımsı, buruk.
Mühürlenmişti ağzımız bir sessizlik içinde Sessizliği üstümüzden atamıyorduk.
Bir saçak altında kararsız, yorgun
Saatlerce duruyorduk.
Kimse görmüyordu bizi.
Cebeci İstasyonunda bir akşam üstü
Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi.
Kitaptan bahsetmeden önce hepimizin hakkında bişiler bildiği yazardan bahsetmek istiyorum ama doğru ama yanlış ama eksik..
Herkes bir şeyler biliyor çünkü Livaneli çok yönlü bir insan.
Araştırmaya kalktığınızda karşınıza 275 bin sayfa çıkıyor. Seveni çok sevmeyeni çok
kimine göre müzisyen,
kimine göre yönetmen,
kimine göre kurgusu başarılı
YAŞAR KEMAL ile neden bu kadar geç tanıştım? Edebiyatımızın en büyük deryası belki de kendisi. Bu deryaya girmek beni korkutuyordu. Kendimi hazır hissetmem gerekiyordu. Bu yüzden bir süre farklı farklı eserlerle kendimi alıştırdım ve kendisi, hayatı hakkında biraz araştırma yaptım. İçten içe kemiriyordu beni O'nunla ve eserleriyle tanışma isteği.
Kartallar uçar mı bir harâbeden
Köprülerden benim yârim geçer mi
Sen neden bu kadar güzelsin, bilmem
Taşırsın yeryüzüne ebedî tohumları
Ben ise kuruyacak bir suyun mahkûmuyum
Avuçlayıp öpüyorum kumları
Bir karadelikten bakarken hayat
Meydan okuyanlar kim bu serâba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar ceylan koşması
Sen nasıl bu kadar yollar
İlk defa bir kitabı anlatmaya hangi cümleler ile başlayacağımı bulamadım. O kadar çok anlatılacak duygu varken, atlarım, unuturum kaygısı yazmamı yavaşlattı. Ne kadar anlaşılır olabilir bilmiyorum ama denemekten de kendimi alamıyorum.
Ana karakterler Tehmine ve Zaur’un okuyuculara birer mektubu var, naçizane yazdığım, birazcık da olsa