Son 10 gündür bu kitapla yatıp kalkıyorum desem yalan olmaz... Okuma serüvenimde bu kitap bir kilometre taşı oldu benim için. Nedenlerini dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Çünkü anlatacak gerçekten çok şey var bu kitapla ilgili. Hepsini bir incelemeye sığdırmak mümkün olamayacağı için kendimce önemli gördüğüm bazı konuları masaya
Fedailerin Kalesi Alamut kitabı hariç pek meşhur olabilmesine vesile kitabı da işin aslı yoktur. Tüm edebi ağırlığını ve araştırmalarını bu kitabın üzerine vermiş ve harika bir eserin oluşmasını sağlamıştır.
Üniversitede her dönem zorunlu felsefe derslerimiz vardı zaten ilgim de olduğu için keyifle geçerdi dersler ama bu kitabı bilmiyor olmak beni gerçekten üzdü ve kesinlikle büyük bir eksiklik hissettim.
Yıllar sonra bu açığı kapatmış olmak bir nebze rahatlatıyor.
Kitap
Yedi Da Vinci Prensibi şunlardır:
Curiosità-Yaşama doymak bilmeyen bir merak devamli öğrenme için acımasız bir arayış.
Dimostrazione- Bilgiyi deneme yoluyla test etme, sebatkarlık, ve hatalardan ders alma arzusu.
Sensazione-Duyguların, özellikle hayati deneyimlerin bir aracı olan görüşün devamlı olarak rafine edilmesi.
Sfumato (lügat anlamıyla "Dumanla yükselmek)-Anlaşılmazlığı, paradoksu, ve belirsizliği kucaklama arzusu.
Arte/Scienza- Bilim ve sanat, mantık ve hayal gücü arasında dengenin geliştirilmesi. "Bütün beyin ile düşünme.
Corporalita-Zarafet, her iki eli de ustalıkla kullanbilme, fitness, ölçülü davranma.
Connessione-Her şey ve olay arasında ilişkileri anlama ve değerlendirme. Sistemli düşünme.
...
-Eğer hayallerinizin, hedeflerinizin, değerlerinizin, ve en güçlü isteklerinizin
günlük yaşamıniza nasıl entegre olduğunu anlamaya çalışırsanız- zaten yedi numaralı prensibi uyguluyorsunuz demektir.
Yukarı Mahalle Roman Eleştirisi
Gazap üzümleriyle gönlümü çalan yazar, bir kez daha bunu başardı. Bu hafta ufak bir gezim vardı. Sahafa gittiğimde kitabın ince oluşu çantamda ağırlık yapmaz düşüncesiyle onunla yolculuğuma başladım.
Yukarı Mahalle bir üçlemenin ilk kitabı devamında Sardalya Sokağı ve Tatlı Perşembe geliyor. Roman 1937
44 defa. Doğa'nın biriyle konuşurken "Haklıydı." demelerini de sayan biri olursa 44'ün de üzerine çıkar sanırım, onu da herkese içinden söyledi.
Bahsettiğim cümle aslında iki söz grubu: "saçlarım suyun altında dalgalanıyordu" ve "başımı çevirdiğimde saçlarım dalgalandı". 816 sayfalık bir kitapta (teknik
Leo Buscaglia...
Yaşamı çelişik adam diyorum ben ona. Yaşam demişken, doğumdan ölüme kadar geçen zaman parçasını kastetmiyorum tabi ki...
Sevgiyi, profesörlük yaptığı üniversitelerde ders olarak işleyip harika bir dille anlatan ve yaşama bu denli bağlı bir adamın intihar ederek ölmesi, hayatın gerçek yüzüne parmak uçlarımla dokunup sevmeme neden oluyor. Hayat da insan gibi çelişik değil midir? "Düzensizlikler içinde oluşan düzen" gibi güzel bir saçmalık...
Leo Buscaglia...
Çelişik adam...
İyi ki tanımışım...
Şu an önümde bitmiş ve kapağı kapatılmış Foucault Sarkacı kitabıyla bakışırken, koltukta kukumav kuşu gibi oturmuş, derin derin düşünüyorum. Daha doğrusu bu muhteşem eseri, hangi edebi sınıfa koyabilirimin çabasındayım.
Acaba, doğruluğu belgelerle kanıtlanmış gerçek tarih ile, varsayımsal veya sezgisel tarihin iç içe geçmiş biçiminin, gizemcilik
Lise yıllarında sadeleştirilmiş halini okuduğum eserin tam metin haliyle karşınızdayım,1800 sayfalık Tolstoyun kült eseri Savaş Ve Barış.
Öncelikle kitap hakkındaki duyduğum olumsuz yorumlara gelecek olursam kitapta fransızca konuşmaların tercümelerinin sayfa altlarinda numaralı şekilleriyle belirtilmiş olmasının okumayı zorlaştırdıgından,bir savaş okumayı beklerken aşk hikayesi okuduğundan yakınanlar olmus. Tolstoy 1.cildin önsözünde yer alan açıklamalarında bu konuya değinmiş;dönemin gerçeklerini göz ardı edemeyeceği için eserde fransızcaya yer vermiş ve Savaşı bir tarihçi olarak değil sanatçı kimliğiyle kaleme aldığı için olayın özüyle ilgilendiğini söyler,çünkü tarihçi sadece olayların sonuçlarıyla ilgilenir ona göre.
1800 lü yıllarda Napolyonun Rusyayı işgalini anlatan dev eserde aynı zamanda dönemin sosyal ve ekonomik koşulları,büyük çiftliklerde sürülen hayat,özellikle üst sınıf hayatı titizlikle anlatılıyor.
Savaş sahnelerini okurken barutun kokusunu burnumda hissettiğim,mermilerin vızır vızır kulaklarımın dibinden geçtiği,yaralanan askerin acısını uzuvlarımda hissettiğim bir okuma oldu.
Kitap bir davetle başlıyor ve çoğu ana karakter bu davette sahneye giriyor,sonraki sayfalar hikayenin içine alırken sizi,son sözde anlatılan özgürlük,irade,savaş ve eylemlerin uzamdaki yerleri hakkındaki her cümle kürsülerde okutulması gereken bir ders niteliğindeydi.
2. Cildini daha akıcı bulduğum, klasik denince akla gelen ilk eserlerden olan Savaş ve Barış, kanaatimce ;tarihi seven ,ciddi okumalar peşinde olan,her okur için muteberdir.
Sevgi ve Muhabbetle..
Rahmetli Mehmet Şevket Eygi'nin Millî Eğitim Bakanına yazdığı açık mektubu:
"Sayın Millî Eğitim Bakanımız
Ziya Selçuk beyefendinin dikkatlerine,
*Yük beygirine bol miktarda arpa, fındık, fıstık yedirseniz yine de yarış atı olamaz.
* Kalitesiz, vasıfsız bir elemanın maaşını iki, üç misline çıkartsanız, ondan iki üç misli hizmet ve randıman
Tolstoy'un Kreutzer Sonat adlı kitabı çok bilinmese de yayınladığı dönem büyük ilgi uyandırmış ve tartışmalara sebep olmuştur.
Kitabı okuyunca neden kitabın büyük tartışmalara neden olduğunu anlıyorsunuz.Yazarın evlilik kurumu, aşk, cinsellik, kadın-erkek ilişkileri ve kadınlar hakkındaki tespitleri ve görüşleri gerçekten sıradışı...
İçerisinde
Böll'ün gerek savaş hakkındaki düşüncelerini, gerekse de hayat hakkındaki görüşlerini çok beğeniyorum. Bana kalırsa kendisi zorlu bir dönemde birçok şeyi apaçık görebilen bir yazardı. İnsanlık olarak kimi boğucu dönemlerden geçerken, özellikle tam da o zamanlarda bazı gerçekleri fark edebilmek kolay olmadığı gibi ağır bir iştir de. Böll'ün kendisi
Nihayet, İkinci Dünya Savaşı’ndan bile uzun sürdüğünü düşündüğü ders bitti. Sahne bizimkinindi. Amfinin kapısının birkaç metre uzağında yakaladı kızı. “Pardon” dedi.
Bu “pardon”u size biraz anlatmam lazım. Belki de bizimki hayatında ilk defa “pardon” diyordu çünkü. Bu hitabı diline yerleştirebilmek ve doğru tonda “pardon” diyebilmek için de epey idman yapmıştı. Zira “pardon”u doğru tonlayamazsa kız yürüyüp gidecekmiş, “daha pardon demeyi bile bilmeyen” bizimkiyle rabıtayı daha kurmadan bitirecekmiş gibi hissetmişti.
Kız döndü. “Ne var, niye durdurdun beni?” isimli üç numaralı standart bakışını takındı. Bizimki “İsminiz Nur, değil mi?” diyerek girdi söze, “Sizinle bir şey konuşmak istiyorum da… Bahçeye, sakin bir yere gidebilir miyiz?” dedi.
Bu noktada bizimkinin kalbi durmamışsa bile, durmasına bir saniye kalmıştı. Kız “Ne münasebet?” derse oracığa yığılıp kalacaktı.
“Olur” dedi kız. Hiç konuşmadan merdivenleri inip bahçenin uzak bir köşesinde durdular. Bizimki, nefesini ve sesinin dengesini ayarlamaya çalışarak “Güzelliğin baharı kıskandırıyor” dedi tane tane.
Kız, bir an anlamamış gibi bakıp ardından iki kelimelik bir soru sordu: “Bahar kim?”
Bizimki, Üsküdar’da her zaman gittiğimiz çay ocağında bana bu hikâyeyi böylece anlatıp “Anama telefon açtım” dedi, “Okulu bitirince evleneceğim kızı sen bul dedim. İyi demiş miyim?”
Dışavurumculuk; eserin, tüm kişisel öyküler dışında bir duyguyu dışa vurduğunu savunur. Nitekim Chopin’in 2 numaralı piyano sonatı bir cenaze marşıdır. Kişisel tarihinizden sıyrılıp dinlediğinizde eser, onu böyle dinleyen herkeste aynı duyguları uyandırır. Ve bu duygu sanatçının deneyimleyip bize aktardığı duygudur. Bu anlamda bir iletişim kurulmaktadır.