“Ekim düşüş demektir. Baudelaire’in de korktuğu soğuk karanlıklara dalışın habercisidir. Benim gibi iflah olmaz bir tedirgine varlığın sarsılmasını, benliğin marazi bir şekilde çözülüp dağılmasını çağrıştırır.”
1956 yılında yazılan roman, ismini Guy Vaes’in yukarıdaki dizelerinden alıyor. Çekici ve huzursuz edici, her satırda yazarın dehasına övgüler düzdüğünüz ve aynı zamanda yarattığı anti kahramanın zihnine, içsel yolculuğuna, buğulu şekilde ilerleyen öyküsüne nasıl adlandırırsanız artık, lanet okuduğunuz bir yapıt.
Laurent Carteras adlı gencin yavaş yavaş çevresinden kopuşu; arkadaşlarının zihninden, iş ortamından silinişini konu alan romanda Kafka’nın Gregor Samsa’sı akıllara geliyor. Ama onun aksine Laurent onu kim olarak görmek istiyorlarsa o kişi olmayı kabul ediyor. İnsanlara açıklama yapmaktan imtina etmesi onun gerçekliğini daha da silinir kılıyor.
“Peki ya kendi kişiliği ne olmuştu? Cesedi bir çukur dibinde çürümekte miydi? Yoksa California istikametinde hareket eden bir kargo gemisinde iş mi bulmuştu? Bu soru cevapsız kalsa da kesin olan tek şey vardı: Başkalarının bilinci onunkini istila ediyor, elinde kalan tek şey olan hafızasını temellerinden kemiriyordu.”
Cortázar’ın eseri çok sevdiği ve “kral kanı taşıyan bir yazar keşfettiğim düşüncesiyle dehşete kapılarak dondum kaldım.” cümlelerini kurduğu bir eser için ben naçizane iyi ki bu özel eseri okudum diyorum. Herkese değil, huzurunu bozma pahasına edebiyatın zorlu yollarına girmekten çekinmeyen azınlığa tavsiyemdir