"Hoca" ve "usta" olgusu felsefe tarihi boyunca, çok ilginç bir süreç içinde, (bazen canlı bir ilişki, bazen bir okuma-okunma ilişkisi olarak) örneklenip durur:
"Öğrenci" ve "çırak" filozof, önce neredeyse körükörüne bağlandığı "hoca" ya da "usta"sını, sonradan, yine, neredeyse toptan yadsır (sanki, delice aşık olduktan sonra, sevgilisinin orasında burasında çirkinlikler bulmaya başlar). Bu sürecin bir başka ilginçliği de, şu : sanki, hem ilk bağlanma hem de sonraki
kopma ne kadar şiddetli ve derin olursa, "yetişen'" filozof da kendi felsefesini o kadar güçlü kılar. "Hoca-öğrenci", "usta-çırak" ilişkisiyle felsefe tarihini şöyle bir hızlıca taramak gerekirse : Sokrates - Platon, Platon - Aristoteles, Descartes- Spinoza, Spinoza - Leibniz, Locke - Hume, Leibniz + Hume - Kant, Kant -Hef,'- ' Hegel - Marx, Schopenhauer - Nietzsche,
Frege - Wittgenstein ...
Felsefe tarihinin (yeterince bilinen) ilk "hoca-usta"sı Sokrates, diyalog'a (felsefeye) girişmeden önce, bir gence,
"Görüyorum ki bedenin güzel; şimdi bakalım ruhun da güzel mi ... " der. Öğrencisi Platon'a göre de, "felsefe güzel bir insanı
sevmekle başlar". (-Acaba Platon Sokrates'ten ironi de mi öğrenmiş?! ... )
Sokrates'in "güzel genç" idealini XX. Yüzyıl'da Wittgenstein sürdünnüştürama onun gençleri de boyuna ölmüşler (David, Frank, Francis ... ). -Bu da işin başka bir yanı olsa gerek ...