John Steinbeck 1962’de Nobel kazanmış değerli bir yazar. Hayatını kazanmak için çabalamış, birçok işte çalışmış, kitaplarında da çok iyi bir şekilde yansıttığı hayatın acımasız gerçeklerini tecrübe etmiş. Ki zaten böyle bir birikime sahip olmayan birinin, insanı bu denli etkileyebilecek eserler yazabileceğini düşünmüyorum… Steinbeck, kendi
Ahlak anlayışını edebi kurgu içinde ele alan Tolstoy'un okuduğum en iyi öykü kitaplarından birine imza atmış olduğunu söyleyebilirim.
Rus edebiyatının en iyi ismi olmakla kalmayıp kitaplarının popülerliğini ülkemizde de koruyor olması, beğenilmesinden değil, Oğuz Atay gibi popüler kültürün de bir kurbanı olduğunu rahatça söylemek mümkün.
Şunu açıkça ifade edelim ; Türk toplumunda çekirdek ailenin geldiği durum içler acısı. Merkezi olarak bunun sebebi ahlaksızlığın salgın bir hastalık gibi yayılması. Peki ne oldu da son 20 yılda toplum bu noktaya geldi.
Aile üzerinden bir analiz yapmamız gerekiyorsa ; Erkeğin sadakatsizliğinin stabil bir grafik eğrisi hep vardı. Ama kadınların son dönemdeki sadakatsizlik trendinin doyumsuzluk ve erkekleri lükse ulaşmak için bir araç olarak kullanmalarının geldiği nokta inanılmaz bir seviyesizlikte.
Gerçekten objektif bir değerlendirme yapmak isteyenleri duymak için bu soruyu soruyorum.
Sevgili üstat Rabbim rahmet eylesin, gene döktürmüş kaleminden incilerini...
İnsanlığa faniliğini hatırlatacak, yüreğinde bir çalar saat inşa etmesi gerektiğini ve saatin alarm sesine kulak vererek artık dirilişi hatırlama vaktidir.
Üstat dirilişi hedefleyen kişileri "diriliş erleri" olarak tanımlıyor. Diriliş erleri ben demekten
Hacı Agalansak da mı Hacılansak, Hacılanmasak da mı Hacı Agalansak?
Efendim? Peki, peki yeterince anlaşılmadı farkındayım… Biraz daha açık olmakta fayda var...
Kitaba tam 35 alıntı yapmışım. Daha fazlasını pek ala yapabilirdim. 105 Sayfalık bir kitap nasıl bu kadar anlam yüklü olabilir, nasıl bu kadar halimizi ve ülkemizi anlatabilir size
BİR DERİN OKUMA DENEMESİ
Georges Perec’in Kayboluş’undan söz edilmişti. Hiç E harfi kullanmamış diye. Niyeyse aklıma geldi. Ardında Bilge Karasu varmış meğer. Perec bulanıklaşınca anladım. Kılavuz. Asıl oymuş aklımda. Zaten ne olacaktı ki ya Gece ya Kılavuz.
Bilge Karasu da hiçbir eserinde VE bağlacını kullanmamış ya, Perec işte onu
"İnsanoğlu, atomları bir arada tutan gizemli güce ulaşana dek karşısına çıkan ne varsa ele geçirdi.Bu doyumsuzluk, en sonunda dünyanın sonunu getirdi."
Yeryüzünün bütün güzelliklerini kendi bencil amaçları uğruna sömürmüş olan insanların ve onları bekleyen geleceğin tasvirinin yapıldığı karanlık bir dünya. Eser bir suçluyu, katili
Tüketim çağında yaşadığımız bir gerçek. Doyumsuzluk, yetersizlik çoğu bireyde hat safhada yaşanır hale geldi. Üstüne eklenen marka takıntısı da çabası. Rabb'imiz, nimetlerini kullarının üzerinde görmek ister fakat hayatlarının merkezine koymalarını istemez. Nimete karşılık, şükür ve kanaat bekler.
"Hâlık-ı Rahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisat ise nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır."
On Dokuzuncu Lem'a
Selamun aleyküm. Bir şey deneyeceğim. Bu aslında bir inceleme ama buradakileri incelemelerin aksine ilginç, daldan dala atlamalı, bol alıntılı, güldürmeden düşündüren uzun bir inceleme. Aynı şeyleri farklı cümlelerle aktaran kitaplardan alıntılar yapıp karma olarak sunacağım bir inceleme. Yazı boyunca yaratıcının varlığına dair bir ispat
Günahların gün geçtikçe estetize edildiği günlerden geçiyoruz… Günahseverliğin prim yaptığı günlere kaldık adeta… Önceleri gizlenilen, saklanılan, utanılan günahlar şimdilerde izhar ve ifşa ediliyor…
Öyle ki gün geçtikçe günahlar toplumsallaşıyor, normalleşiyor ve yasallaşıyor… Günahla barışık olma pervasızlığı sınır tanımıyor…
İster istemez
Gece’de direnmişti metin. Okur, tamamlamak adına tuğla ekledikçe alttaki tuğlaları sarsılan bir inşaat veya bir ayağına çivi çaktıkça diğer ayağındaki çivinin gevşediği masa gibi asla nihayete ermeyecek bir süreç ile karşı