Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Hiç unutmam tevkifinden bir hafta önce lhsan'la beraber Halic'i sandalla geçiyorduk. Koluma hafifçe vurarak fısıl­ dadı: "Şu Süleymaniye camiinin minareleri arasına, minarelerin arasını dolduracak büyüklükte bir resim asmalı ... Bir gece, kim­ seye sezdirmeden ... Mustafa Kemal'in resmini . . . Sabahleyin, kar­ şısında Mustafa Kemal'le uyanmış bir Beyoğlu gözünün önüne geliyor mu? lşte meydan resmi dediğim zaman ben böyle bir şey düşünüyorum." lhsan'a hak vermiyor musunuz? - Haklı, evet... Nedime Hanım, Ayşe'ye gülümsedi: - Sen "Mustaf a Kemal" ismini hiç duydun mu? - Hayır efendim. Resmini de görmedin öyleyse ... - Görmedim. - Peki! Ben yarın sana bir tane yollayacağım . . . Akşam baban gelince istemeyi unutma! - Peki efendim. - Adını da öğren! Mustafa Kemal... Söyle bakalım. - Mustafa Kemal... - Aferin!
Öyle düşünelim bakalım
Kazandıklarımın yanında kayıplarımın çok çok az olduğunu düşünüyorum.
Sayfa 153Kitabı okudu
Reklam
Pek de şaşılacak bir tespit değil herhalde? Kıkırdıyor. Sana veriyorum. Neyi veriyorsun? Kontrolü Nikki. Ne istediğini söyle. Tam olarak ne istediğini söyle. Senin dışında mı? Nerene dokunmamı istersin? Ne hızla? Göğüs uçlarını ısırmamı mı istersin yoksa kulaklannı mı? Dilimi o enfes deliğine daldırmamı mı istersin? Söyle Nikki. Bana ne
Sayfa 164
Ben seni düşünüyorum seni Hani tıpkı o ilk günlerdeki gibi Kalbim diyorum kalbim . . Her şey biliyor her şey Sen biliyor musun bakalım Seni nice sevdiğimi Üstüne titrediğimi Geldiğimi Gittiğimi Hadi!
Sayfa 347Kitabı okudu
adam olacak çocuk :D
"Söyle bakalım küçük, ne yapmayı düşünüyorsun büyüyünce?" "Cehennemde çiçeklendirme yapmayı düşünüyorum."
Yılışıkça gülerek kafamı okşadı. "Söyle bakalım küçük, ne yapmayı düşünüyorsun büyüyünce?" "Cehennemde çiçeklendirme yapmayı düşünüyorum." Hemen çekti elini kafamdan. Defolup gitti sonra da başımdan.
Reklam
Ercan Kesal
Artık hiç kimsenin bir başkasını düşünecek hali yok. Kimsenin bir başkasıyla işi yok. Bu yüzden çok yalnız ve çaresiziz. Üstelik yeryüzünün sanki bizden öncesinin olmadığını, bizden sonra da olmayacağını zanneden zavallılar haline getirildiğimizi düşünüyorum. Kapitalizm sürekli olarak "ne kadar önemlisin sen, hayır demesini bil, sen çok kıymetlisin" diyor. Ya, bir " evet " de bakalım önce. Ne zaman yoruldun da " hayır" demek zamanı geldi.
Yoksa sevdiklerime kavuşmayı mi nasip edeceksin? Bu yakın olacak mı Ya Rabbi?
Kendisi kim bilir nasıl bir naz u niyaz içinde büyümüş, ne azim bir anne-babanın şefkat ve merhameti ile beslenmiş bu vücutlar şimdi nerede yatıyorlar. Şimdi düşünüyorum. Şehit olursam ben de mi böyle solgun yapraklı birkaç kel ağacın dibine gömülüp terk edileceğim. Fakat bu ne kadar merhametsiz ve ne kadar feciydi. Bu bakalım bana da aynı akıbeti mi göstereceksin? Yoksa sevdiklerime kavuşmayı mi nasip edeceksin? Bu yakın olacak mı Ya Rabbi?
Güven
Bir çocuk kitabı okudum. Hikâyede bir kedi var bir de fare... Dost olamazlar mı? Hikâye değil mi, neden olmasın? Çeviriyoruz sayfayı. Kedi fareye bir yiyecek uzatıyor. Fare almıyor, kesin zehirlidir diye düşünüyor. Çeviriyoruz. Kedi fareye bir oyuncak uzatıyor. Fare almıyor, kesin tuzaktır diye düşünüyor. Böyle böyle çeviriyoruz sayfaları. Aralarındaki mevzu bir neticeye bağlanmadan farenin annesi çıkageliyor, yavru fareyi kaptığı gibi giriyor bir ağaç kovuğuna. Yavru fareye nasihat veriyor: “İnsanlara güvenmeyeceksin!” Bir çocuk kitabında, bu mesajın ne işi var diye sorgularken, bir yandan da paronayak bir toplum olma yolunda böyle böyle ilerlediğimizi düşünüyorum... Bir bir geliyor mesajlar zihnime, “Türkün Türkten başka dostu yoktur”, “Babana bile güvenme”, “İnsan insanın kurdudur” gibi... En büyük sorunlarımızdan biri de bu değil mi? “Kimseye Güvenme!”.. Güvenmeyelim ve sürekli tedirgin yaşayalım. İki değil, dört, altı, sekiz gözümüz olsun. Kesin arkamdan bir iş çeviriyor, kesin başka bir şeyler dönüyor diye düşünüp herkese şüphe ile bakalım ve uykularımızdan olalım. Zerre kadar huzurumuz kalmasın ama güvenmeyelim! Böyle mi koruyacağız kendimizi? Etrafımıza yalnızlıkla, kaygıyla, güvensizlikle ördüğümüz duvar mı koruyacak bizi? Daha makul bir önerim var. Güven... Sev... Ama temkinli ol. Kendi hesabıma şunu söyleyebilirim: Yaşayacağım en büyük hayal kırıklığını, korkarak yaşamaya tercih ederim...
SAF KORKUNUN ELEŞTİRİSİ
Herhangi bir felsefeyi formüle ederken ilk sorumuz hep şu olmalıdır: Ne kadarını "bilebiliriz?" Şu anda neyi bildiğimize ya da bir zamanlar neyi bilmiş olduğumuza emin olduğumuzu nasıl bilebiliriz? Tabii, bunlar bilinebilir şeylerse... Yoksa bütün bunlan unutup, utanarak bir köşede mi oturmalıyız? Zaten, Descartes da "Zihnim, bacaklanmla arkadaş olabilmişse de vücudumu asla kavrayamaz" derken bu konuya temas etmiyor muydu? Sırası gelmişken, "bilinebilir" derken, duyularla algılanabilen ya da zihnin kavrayabildiği şeyleri kastetmiyorum. Benim demek istediklerim, "bilinebilen" ya da "bilinebilirliğe" ait olan ya da en azından, bir arkadaşınıza hakkında bir şeyler söyleyebileceğiniz şeylerdir. Evreni gerçekten "bilebilir" miyiz? Tanrım, China Townda yolunu bulmak bile bu kadar güçken... Aslında işin püf noktası şu: Orada, dışarıda bir şeyler var mı? Eğer varsa, neden var? Dahası, bu kadar gürültü yapmak zorundalar mı? Sonuç olarak diyebiliriz ki, "gerçekliğin" en büyük eksikliği, bir özden yoksun olmasıdır. Hiç özü yok demek istemiyorum; ama eksik olduğu kesin. (Burada sözünü ettiğim, Hobbes'un biraz daha küçük olarak tanımladığı şeydir) Bu yüzdendir ki "Düşünüyorum, öyleyse varım" diyen Karteziyen vecizesi şu biçimde daha iyi özetlenebilirdi: "Heey, surdaki saksofonlu kadın Edna değil mi?" Öyleyse, bir öz'ü ya da bir düşünceyi bilmek için ondan şüphe etmeliyiz, böylece, ondan şüphe ederek son durumunda içerdiği özelliklere ulaşınz ki bu özellikler, "şey"in kendisi içindedirler" ya da "şey'in kendisine aittirler"
Reklam
Söyle bakalım küçük, ne yapmayı düşünüyorsun büyüyünce? + Cehennemde çiçeklendirme yapmayı düşünüyorum.
Sokrates, Menon, ve Çocuk Köle
MENON: Evet SOKRATES: Peki, biliyor mu? MENON: Elbette hayır. SOKRATES: Kenarın iki kat uzunluğunda olduğunu sanıyor. MENON: Evet. SOKRATES: Şimdi bunları nasıl bir sırayla hatırladığına bak!.... ..... ... ..Kenarları iki katına çıkararak karenin de alanını iki katına çıkaracağını düşünüyor musun? Bir düşün bakalım! ÇOCUK: Düşünüyorum.
Aramıza dağlar denizler girdikten sonra hasret ve göreceklik bir kat değil kat kat arttı. Tez kavuşsak derim. Sen de öyle dersin, bilirim. Ama bakalım hadisat ne der? Hapisane penceresinden, yığın yığın yeşillikler arkasında Bursa'nın beyazlıkları ve keşişin dumanlara karışan etekleri görünüyor. Ben seni düşünüyorum. Senin çocukluğun bu yeşillikler arasında, bu kocaman, karlı dağın yamacında geçmiş. Ne tuhaf şey değil mi? Senin en güzel günlerinin geçtiği bu gök altında benim şimdi, bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen saatlarım uzayıp gidiyor... Her ne hal ise geç şimdi bunları...
geçmiş yıllara, o korkunç yıllara bakıyorum da yaşamın kısalığını düşünüyorum sık sık; her şey boş; dayanma gücüm köreliyor gitgide. çok genç yaşta bunalımına girmiş, hastalık hastası birisi varsa o da benim işte. ama yaşamak istiyorum yine de; biraz güven, biraz ün, biraz kendi kendimden hoşnut olmak istiyorum. korkunç bir ses "bunu hiçbir zaman göremeyeceksin!" diyor bana, başka bir ses de "dene bakalım!"
Nermin yola çıktı kalan ömrüne yetişmek için. Benim satacak evim yok. Param da yetmiyor ki biriksin. Başka bir şey düşünüyorum bakalım, hepimizi birden kurtaracak bir şeyler. Çünkü biliyorum ki bir başka ömür yok. Ve memlekette gayri safi umut çok.
Sayfa 5 - Ayşen Şahin
526 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.