Biz kadınlar güzel yama yapar, leke çıkarır, kırıkları onarır ve hep -mış gibi yaparız. Bu esnada biteviye açıklamalarda bulunuruz kendimize. Bir savunma halindeyiz gündüz gece. Ya suçluluk duyuyoruz, elimizde matkaplar oyuyoruz vicdanımızı, işlemediğimiz günahlardan bile kendimizi mesul tutmanın yollarını buluyoruz ya, bravo bize; yahut da defansta duruyor, sevdiğimizi aslanlar gibi, kaplanlar gibi savunuyoruz, sadece dış dünyaya değil, en çok da kendimize karşı, kendi yüreğimize.
Erkek dehasının ve başarısının doğası gereği bencil olduğuna kanaat getirmişiz bir kere. Fedakârlık üstüne fedakârlık yapabiliriz; erteler, saklar, bastırırız, yeter ki mutlu olsun eşimiz/nişanlımız/sevgilimiz. Vaziyeti idare etmek üstüne kurulu ilişki ve evlilik anlayışımız. Çalışıyorsak işimizi bırakırız bu uğurda, hobilerimiz varsa, dert değil, onları da geri plana atarız; sofrada ve hayatta önce başkalarını doyurur, en son kendimize bakarız; arzularımızı, çocukluktan kalma hayallerimizi atlas bohçalara sarar, güve yemesin diye naftalinler, dolap tepelerine kaldırırız. Erteleriz kendimize kavuşmayı, çıkmaz ayın son çarşambasına. Kendi ellerimizle yarattığımız tuzdan heykelciklere taparız, farkında bile olmadan. Sanatçı ruhlu veya egosu yüksek yahut mesleğinde şöyle hırslı, kariyerinde böyle başarılı erkeklerin ziyadesiyle talepkâr olmalarını doğal karşılar, hayatımızın merkezinde durduklarına inanırız. Tereddütsüz onların yörüngelerine giriverir, döner dururuz bir ateşin etrafında pervane.