Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bugün, kreşten üniversiteye kadar eğitimin her safhasını geçmiş fakat hiçbir noktada iyi ve dürüst bir insan olması gerektiğini işitmemiş genç bir insanı tasavvur etmek pekâlâ mümkündür. Bu insan, ilk önce yazmayı ve hesap yapmayı öğrenmiş, daha sonrasında fizik, kimya, etnoloji, coğrafya, siyasi teoriler, sosyoloji ve tüm bilimsel disipline vakıf olmuştur. O, pek çok gerçeği ezberlemiş, en iyi ihtimalle düşünmeyi öğrenmiş fakat ince ve asil bir ruh olamamıştır. Tarihi, sanatı, edebiyatı, ahlâkı pek az dinler olduk.
Sayfa 97
Harika!
Başka deyişle bu felsefenin kozmogonileri, daha önceki mitlerin bir ye­niden ele alınması ve devam ettirilmesinden başka bir şey değildir. Bu dönemde kendini gösteren doğa filozofunun kendisi de daha önceki dönemde varolan kahin-şair-peygamber tipinin devamından başka bir şey değildir.Bu bağlamda olmak üzere Cornford Yunan entelektüel tarihi­nin başlangıçlarında ortaya çıkan ve kişiliklerinde aynı zamanda esin­lenmiş peygamber, şair, müzisyen, kahin, sihirbaz çizgilerini birleşti­ren, benzerine çağımızda Kuzey Asya topluluklarında rastlanan bir tür insanın, daha sonra şair, kahin ve bilge olarak üç ayrı insan tipine ay­rıştığını, filozofun işte bu üçüncü tipi temsil ettiğini söylemektedir. Bu üç tip arasındaki ilişkilerin Yunan entelektüel tarihi boyunca bazen uz­laşma, daha çoğu zaman ise bir çatışma şeklinde cereyan ettiğini dü­şünmektedir. Bu bağlamda olmak üzere şairin geçmiş, kahinin gelecek, filozofun ise zaman-dışı olanı konu alması bakımından aralarında bir işbölümünden bahsedilmesi mümkün olmakla birlikte, onların zaman zaman birbirlerinin alanlarına girmiş ve problemleriyle ilgilenmiş ol­dukları da ortaya çıkmaktadır. Bu arada filozof zaman-dışı, ezeli-ebe­di, ölümsüz gerçeği aramak, onunla tanrısal esinlenmeye, vahye daya­nan bir yolla ilişki kurmak ve düşüncelerini de şiir, aforizma, mitos olarak dile getirmek özelliklerini kazanmıştır
Reklam
Descartes “Roman bir zehirdir, fakat öyle bir zehirdir ki bazı zehrin panzehiri olduğu hâlde roman ile zehirlenenlere panzehir olmaz.” demiş olsa da roman zehirlenenleri ona aramazlar. Ta sonuna kadar o zehir ile lezzetlenmek isteyip, ondan geçemezler. Fiil ve hareketlerini romanlardaki hayallere uydurmak isterler. Onlar kendilerini oradaki kahramanlara benzeterek yüksele yüksele o kadar yükseklere çıkarırlar ki kendilerini oradan aşağıya bıraktıkları vakit, o kahramanların düştükleri pamuk şiltelere, kuş tüyü döşeklere tesadüf etmeyip de başları taşa çarptığı vakit gerçeği anlarlar. Kimi hayallerden çıkıp aklını başına devşirirse de iş işten geçmiş bulunur. Kimisi ise sonuna kadar hayal ile gider.
Sayfa 107 - Bilge Kültür SanatKitabı okudu
İyiyle kötünün kıyamet gününe kadar sürecek olan ölüm kalım savaşı, insanlığın yediği en büyük kazıktı. Toplum düzeninin en kestirmeden sağlanması ve otoritenin daima ayakta kalması için atılması gerekmiş olan bir kazık. Çünkü her insanın, aynı anda, hem iyi hem de kötü olduğu gerçeği kabul edilirse, hayranlık duyulup peşinden ölüme gidilen kim varsa, yani gelmiş geçmiş bütün liderlerin kimliğinde lekelenmeler başlayacaktı.
“Her insanın, aynı anda, hem iyi hem de kötü olduğu gerçeği kabul edilirse, hayranlık duyulup peşinden ölüme gidilen kim varsa, yani gelmiş geçmiş bütün liderlerin kimliğinde lekelenmeler başlayacaktı. Kafalar karışacak, düşünceler çarpışacak ve kimse kimse için hayatını feda etmeyecekti.”
Ve bu iki insan karşılaşınca ve gözleri buluşunca, bütün geçmiş ve gelecek artık bütün önemini yitirir, yalnızca o an, ve gökkubbe altında her şeyin aynı el tarafından yazıldığı gerçeği vardır, bu inanılmaz gerçek vardır. Aşk'ı yaratan ve çalışan,dinlenen ve güneş ışığı altında hazineler arayan her kimse için sevilecek birini yaratmış olan el. Çünkü, böyle olmasaydı,insan soyunun hayallerinin hiçbir anlamı olmazdı...
Reklam
"Artık düşünceleri de acı verici bir hal almaya başlıyor. Geçmiş, diye düşünüyor, yalnızca değiştirilmiyor aynı zamanda yok ediliyor. Kendi hafızanız dışında bir kayıt yoksa, en belirgin gerçeği bile nasıl ortaya çıkarabilirsiniz ki?"
Geçmiş yalnızca değiştirilmekle kalmamış,resmen yok edilmiş,diye geçirdi aklından.İnsan,kendi belleği dışında hiçbir kayıt olmayınca en belirgin gerçeği bile nasıl kanıtlayabilirdi ki?
Bir insanın ruhu bir hayvana geçebileceği gibi, insandan hayvana geçmiş olan bir ruh da tekrar bir insana geçebilir. Ama gerçeği hiç görmeyen bir ruh insan bedenine geçemez.
Bana gerçeği söyleseydiniz, sevgilim, geçmiş hakkında tüm gerçeği... Unutmaya çalışırdım ve güven içinde, dupduru bir yeni yaşama doğru yola çıkardık yeniden.
Reklam
Hayal, gerçeği hep istediği biçimde kurar; ama gerçek, hep kendi biçiminde oluşur. İşin kötüsü, hayal, kafasına dank etmiş, geçmiş gerçekleri bile, yoğurur, biçimler, kendi istediği biçime sokar- hayalin elinde, en ‘gerçek’ gerçekler bile gerçekliklerini yitirirler. Hayal gerçeğe ulaşamaz — ulaşsa bile, onu gerçek olmaktan çıkarır, hayal kılar.
"Oysa insanın tek gerçeği o anda yaşadıkları ve bir an sonra yaşamak üzere olduklarıdır. Keşke şimdinin yaşanmakta olması geçmiş ve onun şartlanmalarından tümüyle özgür olabilseydi! Çünkü geçmiş yeniyi anlamamızı engeller. Şimdi bağımsız bir andır ve aslında insanın tek rehberidir, ama çoğumuz buna izin vermiyoruz. Çünkü şimdinin otantik yaşantısı genellikle şartlanmalarımızla çeliştiğinden, insana ürkütücü gelir. Şimdinin zengin yaşantıları tehdit olarak algılandığından, geçmiş ya da gelecek şimdiye davet edilir."
Sayfa 14 - Metis YayıneviKitabı okudu
K hakkındaki gerçeği geçmiş zamanda yakalayamazsam, gelecekteki K ile uğraşmanın ne anlamı vardı?
Sayfa 39
Müspet ve Klasik Eğitim
Medeni dünyada okul eğitimi son derece zihinsel, bilimsel olup pek az insancıl ve hümanisttir. Alışılagelmiş terimleri kullanırsak bu eğitimin ifrat derecesinde "müspet", tefrit derecesinde "klasik" olduğunu söyleyebiliriz. Bugün, kreşten üniversiteye kadar eğitimin her safhasını geçmiş fakat hiçbir noktada iyi ve dürüst bir insan olması gerektiğini işitmemiş genç bir insanı tasavvur etmek pekâlâ mümkündür. Bu insan, ilk önce yazmayı ve hesap yapmayı öğrenmiş; daha sonrasında fiziğe, kimyaya, etnolojiye, coğrafyaya, siyasi teorilere, sosyolojiye ve tüm bilimsel disipline vakıf olmuştur. O, pek çok gerçeği ezberlemiş; en iyi ihtimalle düşünmeyi öğrenmiş fakat ince ve asil bir ruh olamamıştır zira bizler; tarihi, sanatı, edebiyatı, ahlâkı pek az dinler olduk.
Mantık evliliğinin de işe yaramadığı gerçeği!
Güçlü duygular muhakeme sürecinde kaos yaratabilse de, duyguların farkında olmamak, özellikle geleceğimizi belirleyen kararları tartmakta yıkıcı sonuçlar doğurabilir: Hangi mesleğin seçileceği, iş güvencesi yüksek bir yerde mi, yoksa daha riskli ama ilginç bir işte mi çalışılacağı, kiminle flört edileceği, ya da evlenileceği, nerede yaşanacağı, hangi evin kiralanacağı ya da satın alınacağı gibi. Bu tür kararlar salt mantığa dayanarak alınamaz; kişinin güdülerine ve geçmiş deneyimlerden derlenmiş duygusal bilgeliğe ihtiyaç vardır. Kiminle evlenileceği, kime güven duyulabileceği, ya da hangi mesleğin seçileceği gibi konularda salt biçimsel mantık işe yaramaz; bunlar duygular olmadığında aklın köreldiği alanlardır.
Sayfa 50 - VarlıkKitabı okudu
1.399 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.