Hırs yok, yetenek yok, fırsat yok. Talihi sayesinde yırtmıştı sefilhaneye düşmekten ve sonsuza dek süren bir şey değildi talih. Lu'nun onu terketmesi kötü olmuştu, ama anasının gözü birini arıyordu Lu. Bardağını dipleyip uzandı. Camus'nün Resistance, Rebellion and Death kitabını aldı... bir kaç sayfa okudu. Acı çekmekten, dehşetten ve insanlığın içinde bulunduğu sefaletten söz ediyordu Camus, ama bunu öylesine rahat ve süslü bir dille yapıyordu ki olup bitenlerden insan olarak da, yazar olararak da etkilenmediği izlenimi uyanıyordu okurda, başka bir deyişle, her şey güllük gülistanlıktı sanki. Koca bir biftek, salata ve kızarmış patatesi afiyetle yiyip, üstüne de bir şişe iyi Fransız şarabı içmiş biri gibi yazıyordu Camus. İnsanlık acı çekiyor olabilirdi, ama o çekmiyordu. Bilge biriydi muhtemelen, ama Henry yanarken haykıran birini yeğlerdi. Kitabı yere bırakıp uyumaya çalıştı. Uyku sorundu hep. 24 saatte üç saat uyuyabilmeye razıydı. Neyse ki duvarlar burada hâlâ, diye düşündü, dört duvarın varsa umut da vardır. Sokaklardaysan umudunu bile yitirirsin.