Evden çıkınca Gedikpaşa'nın küçük sokaklarına saparak tramvay caddesine çıktım Küçük bir evin kapısında atılmış bir beşik, kapının yanında çarşafıyla çocuğu kucağında ayakta duran bir genç kadın vardı Bilir misin? Bu küçük evden sana çok bahsetmiştim. Bu evde geç zaman ut sesleri, bazen bir beşik gıcırtısıyla ninni duyardım. Burada genç bir çift oturuyordu. Kadının yanına gittim, konuştum. Yukarıda İngilizce şarkı söylüyorlardı. Bana kocasının genç bir subay olduğunu, çete yazılıp gittiğini, kendisinin yalnız olduğunu söyledi. Üsküdar'da bir amcası varmış. Kadına yardım ettim; bir araba buldum, çocuğunun ufak tefek eşyasını topladım, daima ağlıyordu. Çocuk şişman, kırmızı yanaklı bir oğlan, gözleri simsiyah. Böyle iki siyah çocuk gözünün alnında patlayan bir kurşunla nasıl donduğunu hatırladım. Kadını İhsaniye'ye kadar götürdüm. Vapurda el ele oturduk. Boğaziçi'nden İstanbul'a çevrilen toplara baktık. Geç vapurla dönecek, size gelecektim. Halamın hiddetine, aşağılamasına dayanmaya karar verdim. Çünkü hepten sokakta kalmıştım. Doğancılar Meydanı'ndan inerken Teğmen Seyfi'yi gördüm. Arkasında düşük sivil bir esvap vardı. Koştu, yanıma geldi, bohçayı elimden aldı. Gözleri ateş gibi bakıyordu.
"Biz İzmir'i almaya size yemin ettikti, bakın İstanbul'u bile kaybediyoruz." dedi.