- Bu inceleme Anthony Burges tarzında yazılmıştır. Argo kullanılarak, bir günümden kesit anlatılmıştır ve mizah amaçlıdır.. Lütfen ona göre okuyup değerlendirin sevgili okurlar :))
- Ben Mütevazi Anlatıcınız sabahın ayazı yüzümü deler gibi şlap şlup vururken, paldır palas evden çıkmış, şehiriçi servisine yetişmeye çalışıyordum. Telaş yalnızca
Dr. Ali Taşcı Bey, yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
Birkaç yıl önce, bir vilayetimizde, bir bakanlığın il müdürüydüm. Bağlı bulunduğumuz genel müdürlük, başka üç ilin de il müdürüyle birlikte beni, diğer bir ilimizde personel almak üzere görevlendirdi. Biz dört arkadaş birleşerek sözünü ettiğim şehre gittik. Önceden bizim için ayrılan misafirhaneye
Yeraltı edebiyatı diye adlandırılan bir tür varsa eğer (ki yokmuş, aslen Transgresyonel Kurgu olan tür ülkemizde Ayrıntı Yayınevinin çıkardığı seriyle özdeşleşmiş selpakvari) “Gecenin Sonuna Yolculuk” anladığım kadarıyla bunun ilk örneklerinden biri. 1932’de Fransız okurunun karşısına çıktığında arada bazı bet sesler çıksa da, büyük bir kesim
Kürtçe yazılmış bir klasiktir, okuyalım dedilerdi, dünyanın dört bir yöresinin şiiri destanı okunur da kendi toprağımızın şiiri-destanı-efsanesi okunmaz mı, okunur tabi :)
Pdf ile okuduğum için her bir yerini renkli renkli işleyemediğim için çok üzgünüm. Bir çeviri dili bu kadar güzel bu kadar etkiliyken orjinali nasıl uçuyordur çok merak ettim, anlatımı o kadar etkileyici ki hiç dua ederken bu kadar şairane olunabileceğini düşünmemiştim:)
Sağolsun Ehmede Xanî sayesinde bol bol dua ettim:)öte tarafta kurtarır mı bilemem:)
Kötülük bu kadar hakimken aşkın kazandığı nerde görülmüş, değil mi? Anlatmaya gerek yok konuyu.
E bunları yazarken filminden bir ezgiyi de paylaşmadan edemeyeceğim:)
youtu.be/UfYn7Ns0Fn8
Mem û ZînEhmedê Xanî · Avesta Yayınları · 20132,205 okunma
"... Benim gibi ansiklopedik kadınlar, sığ düşünceli erkeklere ağır gelir. Bu yüzden de bizi başlarının üstünde taşıyamıyorlar. Aslında bir yandan düşününce pek de haksız sayılmazlar. Çünkü içi boş bir kafanın üzerinde ağırlık taşındığı nerde görülmüş ki?"
Yaşamaktan vazgeçmiş ya da hiç başlamamıştık, bilmiyorum
Ayşegül Çelik. 80 küsür sayfaya 16 hikaye sığdırmış. Anlatılan öyküler farklı gibi görünse de dönmedolaplar, lunaparklar, umutlar, yakarışlar, hamile karnındaki çocuğa böcek yakıştırması aynı öykünün içinde olduğumuz hissini veriyor. Normalde kelimeler, cümleler değişir farklı öyküler
**Yazılanlarda bir parça da olsa size dokunan bir yer varsa oraya daha önce birisi dokunduğu içindir**.
Böyle bir epigraf ile başlamış
Taş Sektirme Ustası kitabına.
Bu deyiş bam telimeden vurdu beni. Dedim acaba hangi yaşanmışlıklar iç olacak bana.
Kolay değil yaşanmışlıkların ya da ifade edilemeyen boşlukların, insanı zincir gibi bağlayan, esir eden
Ben sana istesem de küsemem ki...
Yüzüm küsse dudaklarım küsmez,
Ellerimi nereye koyacağımı bilemem,
Sarılmak ister,
Zemheri iner yüreğime de,
Ateşine üşürüm.
Ben sana hiç küser miyim?
Hem
Kuru bir dalın bahara küstüğü nerde görülmüş ki...
Ayfer Koç
1934 yılında Nobel Edebiyat ödülüne layık görülmüş bir İtalyan Edebiyatı ile karşınızdayım bu kez...
Nasıl anlatmalı,nerden başlamalı, nereye doğru gitmeli ve nerde noktayı koymalı bilemedim.Bildiğim tek birşey varsa o da bir insanın kendi varlığını, varoluşunu evrende ben neredeyim diye sorgulaması kadar üzücü bir durum olmasa gerek...
Bu durumu sorgulatan da, aynı yatağı paylaştığın sevdiğim kadın dediğin varlığın sebep olması ne büyük acı...
Çok basit başladı herşey fakat tüm hayatımı doğumumdan,babamın hayatımda ki yerine,annemin hayatıma katkısına,iş arkadaşlarımın hakkımda ki düşüncelerine kadar sorgulamam ya da kafamda kurup bu senaryoya inanıyor olmam çok büyük bir trajedi evet itiraf ediyorum.
Sonunda size itiraf ediyorum,benim dilimden okuduğunuz satırlar da da yaşamımı başlangıçtan sona doğru nasıl hızlı bir şekilde çöküşe doğru ilerlediğime şahit oldunuz.
Yazmaya başlamam ile siz okurlara sunmam arasında geçen uzun bir süre var yaklaşık on yıl kadar.Bu süre zarfında bazı şeyleri ifade etmem kolay olmadı ki uzun sürdü varolma sorgulamalarım ya da senaryolarım,kafamda kurduklarım.
Hepimiz hiçiz,var mıyız yok muyuz? Adımız ne? Bildiğimiz isim nüfus cüzdanın da yazan isim mi yoksa sana takılan takma isim mi gerçek adın hangisi.Ya da aynaya baktığımda gördüğüm kişi misin? Yoksa aynanın arkasında görünmeyen olman gereken karının olmasını istediğin,herşeye boyun eğen kişi misin? Yani Moscard mısın? Yoksa eşim Dida'nın olmasının istediği Genge mısın? Hangisisin?
Konunun özetini Shakespeare'in bir sözüyle bitirmek istiyorum: "Olmak veya olmamak işte bütün mesele bu".
Sevgiyle Kalın.
Mehmet Akif Ersoy
İstiklal marşı yazarımız Mehmet Akif Ersoy… “Kahraman Ordumuza” başlığı ile kurtuluş savaşından çıkmış bir millete bu adla şiirini hediye etmişti. Şiirini safahat adlı kitabına koymamıştı. Bunun nedeni kendine sorulduğunda: “Bu benim değil, milletimin malıdır.” Diyordu. Bu marşı yazan şair, sadece yazmamakla kalmayıp bunu bir
Azrail, bu herifin canını almaya gelse, kendi canını kurtarmak için pabucunun tekini bırakır da zor kaçar. Bey, böyle bir namussuzun eşi benzeri nerde görülmüş…
Azrail bu herifin canını almaya gelse, kendi canını kurtarmak için pabucunun tekini bırakır da zor kaçar. Bey, böyle bir namussuzun eşi benzeri nerde görülmüş...