Oğuz Atay okumak, öylesine kolay bir iş değilmiş… Bunu bir defa daha anladım, zira bundan yıllar yıllar önce “Korkuyu Beklerken” kitabını okumaya yeltendiğimi de hatırlarım; kitaba tekrardan başlarım ve anlayamazsam sinirden deliye dönerim diye kendime yediremediğimden ve korkumdan “Korkuyu Beklemeden” bir arkadaşıma hediye etmiştim.
İşin aslı
1. Tek bir kelime “Git!” demişti “Öl, yaşama, nefes alma!” Gibi duymuş, anımsamıştım, o kelimeyi. Hastane odasında iyileşmesini bekleyip, yemeklerini yedirdiğim, ilaçlarını dakikasına kadar geciktirmediğim bir adam diyordu bunu. Pencerenin kenarında durup, yoldan geçen arabalara bakıyordu. Aslında beni görmemek için dönmüştü sırtını – her zaman
Peş peşe okuduğum dört Saik Faik kitabının ardından ki yaklaşık 70 civarında öyküye denk geliyor, bir durup soluklanmak, biraz okuduklarımı sindirmek, biraz da üzerimde biriken yükü boşaltmak maksadıyla bir mola vermek icab edince, bir semaver dibinden daha güzel bir köşe olamayacağını düşünüp çıkınımı buraya boşaltmaya karar verdim...
Gelin,
Bu sitede adına "insan" denilen, büyümüş yetişkin olmuş aklı başına gelmiş denilen, onsekizini geçmiş sorumluluk alabilir artık denilen insanların büyüdükçe acımasızlaşan gizli yüzleri var. Mevzu kendi çıkarları olunca nasıl insanlıktan çıkmaları var. Herkes birer yargıç. Sen yapınca eleştiriden hakarete kadar her şeyi yapanlar aynı şeyleri yapar olmuş. :)) Bu site rezilliğin, tükenmişliğin sitesi. Bitişimizin, geldiğimiz son menzilin adresi. Bazen diyorum herkes "o Ankara beni arasın!" seviyesindeyse bi ben mi amele kaldım nedir?
Bu kitap ne ciddi kavgaların, ne büyük ve yaygın sıkıntıların, ne de ezilen insanların romanıdır; bu kitap, mustarip bir ruhun iç çekişlerinin romanıdır. (Sayfa:559)
Kitabın en kısa, en sade, en anlaşılır açıklamasını bu sözle yine Oğuz Atay yapmıştır. Kitabın adına bakılıp da sürekli; işkence görmüş, sevilmemiş, hor görülmüş, küçümsenmiş bir
Yazıya başlamadan önce arka penceremdeki ağacın gökyüzüne uzanan yapraklarına baktım. Hâlâ yerli yerindeler. Zihnim sonbaharın henüz gelmediğine tutunsa da soğuk günlere uzanan hatıralarını art arda dizmeden yapamadı. Rengi değişti günlerin. Biri yılın şarjı bitmesin diye parlaklığı kısmış gibi. Tam da böyle bir günde, bir sene önce buluştuk Fakir
Kitabımı alıp sahile indim. Evde temizlik olunca buraya inmek güzel oluyor. Deniz kenarında küçük bir cafedeyim. Daha önceden de defalarca geldim, kediler yanımda dolaşırken kitabımı okudum bir yandan, bir yandan hiç bir zaman çok sevemediğim denize baktım. Bugün hava yine boğucu, soğuk, kara gri bulutlarla üstümüz dolu, gök denize değiyor
"Bir kedi gördüm sankiii" diyerek kitaba koşmam yok mu, tam bir kedi manyağıyım :D Kitabın adından dolayı çok tatlış bir ütopya okuyacağımı düşünürken tam bir distopya ile karşılaştım. Bu da bana George Orwell'ın
İstanbul’da Çatalca yakınlarındaki Podima Kasabasından Rusya’ya uzanan olaylar zinciri Kardeşimin Hikayesi..
Romanın kurgusunda iki ana eksen söz konusudur: Ben ve Mehmet.
Podima’da işlenen Arzu Kahraman cinayeti sonrasında konu ile ilgili haber yapmak üzere kasabaya gelen genç gazeteci kız ve Ahmet Arslan arasında gelişen diyaloglarla; Ahmet’in
YouTube kitap kanalımda Marcel Proust'un hayatı, bütün kitapları ve kronolojik okuma sırası hakkında bilgi edinebilirsiniz:
youtube.com/watch?v=n5e0iz7...
"Hiç kimse şimdiye dek yok olan şehirler Sodom ve Gomorra'yı bulamadı." Ernest Wright, National Geographic
Eski Ahit'in
Bu kitaba ne diye inceleme yapıyorum ki? Bu kitaba inceleme yapmak bana mı düştü? Ben ne anladımki ne anlatayım? Kitabın adı zaten "Cahil Hoca" olduğundan 'bilmediğimi öğretebilirim' felsefesiyle yazmaya başlıyorum.
Okurken, kitap hakkında söylemek istediğim çok fazla şey vardı. Ancak kitap bittikten sonra bir dinginlik geldi. Ve ne
1928 tarihli Reşat Nuri Güntekin romanı Acımak üzerine neredeyse bir asırdır söylenmek istenenler çoktan söylenmiştir. Zannediyorum okuyacağınız satırlar farklı olmayacak ama son zamanlarda yazmak benim için eskisinden daha kıymetli bir hâl aldı. Katı olan her şey buharlaşırken, hiçbir şeyi ellerimizde tutamazken, en çok korumak istediklerimiz bir
Ahmet abi an gelir mi ağlayanlar birgun güler mi sahi ?
Ben senin gibi dahi değilim bu dert beni adam mı verem mi eder ?
Ahmet abi hani diyorsun ya " Ciğnenir ettiğim güller , emeklerim boşa gider " haklıymışsın hakikaten de öyle oluyor. Bir tek şey var yapacak: Acılara tutunmak .
Baskaldırıyorum desem ... Doğrusu ben değilim o halk denizinde köpüren dalga.
Peki ya gençliğim nerde?
Dağlar yeşerir mı ki biz ağladıkça?
Nerden baksan tutarsızlık be abi, nerden baksan ahmakça.
Yüreğim kanıyor benim de fena .
İnsanların yüzleri harbiden görünmüyor.
Bilsem o iyimser gül kimin dudaklarında?
Yaşasam mı ölsem mi karar vermek zor Ahmet abi .
"Dış görünüme göre karar vermeyenler, olsa olsa sığ insanlardır. Dünyanın gerçek gizemi, görünmeyende değil, görünür olandadır." demiş Oscar Wilde.
Peki gerçekten öyle midir? Giyinme ritüeli insan yaşamına ne derecede anlam katar? Sosyal yapılar dünden bugüne nasıl evrildi de çıplak insan dünyası bu tür düşünceleri üretecek hale geldi?