Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Burada tarihsel bir yönelim zorunludur Süleymaniye şehri yüzyıllar boyu, Osmanlı İmparatorluğunun hükümranlığı altında Baban Paşaları tarafından yönetilen, görece bağımsız bir paşalığın başkenti olmuştur. Bu paşalık yukarıda tarif edilen bölgenin hepsi değilse de büyük bir kısmını içine alıyordu. Güçlü bir feodal örgütlenmenin oluşturulduğu bu bölgede merkezi yönetim orta derecede etkiliydi. Bu ise aşiret biçimin- deki siyasal örgütlenmelerin büyük bir bölümünün parçalanmasına ve büyük serſ grupları ile kiracı çiftçilerin ortaya çıkmasına yol açmıştır
Kısa bir zaman sonra adana kavuşacak ve adanı Osmanlı paşaları gibi yöneteceksin.
Sayfa 35 - Olympia
Reklam
Yıldırım Bayezid'ı Ankara'da mağlûb eden Timur, Osmanlı'yı ancak birkaç yıl sürecek bir haraca bağlamıştı. Ondan sonra İlhanlılar. Timur'un yerine kendilerinin kaldığını söyleyerek bu haracı almaya devam ettiler. Bu haraç, 2. Murad Hân'a kadar verilmişti. 2. Murad zamanında tamamen toparlanıp güçlenmiş olan Osmanlı'nın paşaları, Sultan 'a: -Padişahım! Bunlara ne diye haraç veriyoruz? Artık başımızdan defedelim!..." dediler. Son derece akıllı ve firâsetli bir Sultan olan 2 Murad, bu hissi talep karşısında şu ibretli cevabı verdi: "-Onlar bizim yukselişimizin ve şu anki kudretimizin farkında değiller. Şayet şimdi biz, istedikleri parayı onlara vermezsek, giderler, sıradan da olsa bir ordu toplayıp üzerimize gelirler. Gerçi mağlûb olurlar, ama müslüman kanı akar... Dolayısıyla siz onla ra istedikleri parayı şu an için verin! Zira para için müslüman kanı akıtmak istemem! Ancak İlhanlı elçilerine öyle gösteriler yapın ve ordumuzun ihtişamını seyrettirin ki, sahip olduğumuz kuvvet ve kudretin farkına varsınlar da bir daha kendilerinden çok üstün olduğu muhakkak olan bu devlet-i aliyyeden haraç isteme cür'et ve cesaretini gösteremesinler!.." Gerçekten de netice, 2. Murad Hân ın beyan ettiği şekilde tahakkuk etti. Bu siyasi incelik, ne kadar büyük bir dehâyı ve İslâmî bir hassasiyeti sergilemektedir. Müslüman kanı akmasın diye, galip gelinecek bir harbi çok mâhirâne bir sürette bertaraf edebilmek, elbette ki Allah yolunda duyulan pek yüce bir mes'ûliyetin parlak bir tezahürüdür. İşte Osmanlı'yı yücelten en müessir âmillerden biri de bu zihniyettir!
Sayfa 86 - Erkam yayınlarıKitabı okudu
Tarih isteseniz de, istemeseniz de orada, sizin küplerinizde duruyor. Tarihi, cehaletten dolayı "reddettim" deyince, reddedildi zannedilir. Bazıları, "Osmanlı'yı reddettim" diyor. Adam zannediyor ki, pasta keser gibi tarih kesebilir. Mümkün değil! Böyle bir şey olabilir mi? Bir kere Cumhuriyet'i kuranlar; Osmanlı paşaları, Osmanlı erkan-ı harbiyesidir. Demek ki, redd-i miras sosyal düşünceye, sosyal realiteye uymayan bir şeydir.
Günümüzde İngiltere’deki müzelere bakıldığında; Afrika, Latin Amerika, İran, Hindistan, Çin, Orta Asya ve okyanus adalarından toplam 100’ü aşkın ülkeden getirilmiş binlerce eser görmek mümkün. Bu müzelerdeki en önemli eserler Osmanlı yönetiminin egemen olduğu coğrafyadan götürlmüştür: Mısır, Mezopotamya, Doğu Akdeniz, Yunanistan Yarımadası ve Anadolu. Bu eserleri çıkarırsanız İngiltere’deki müzeler önemini büyük ölçüde yitirir. Bu eserler kendi geçmişlerine ya da kendi atalarına ait değildir; hiçbir tarihi bağları bulunmayan başka coğrafyalardan taşıdıkları, başka halklara ait kültür varlıklarıdır. Osmanlı topraklarından eserlerin taşınması sadece yönetimdekilerin tarihi eserlerin kıymetini bilmemesi yüzünden değil, aynı zamanda ekonomik çıkmaz ve savaş koşullarının fırsat bilinmesi yüzündendir. Batılılar çok iyi biliyorlardı ki, bu dönemde basit bir inceleme fermanıyla eserleri götürdüklerinde, önceliklerini savaşlara, toprak kayıplarına veren yöneticiler bunlarla fazla ilgilenemeyecekti. Hediyelerle kandırılan paşaları ve üzerinde yönetimin tuğrası olan bir izin kağıdıyla çeneleri kapatılan yerel yönetimleri fırsat bilmişlerdi. Onun için, o dönem verilen izinler ne ahlaki ne de kurallara uygundur.
Sayfa 177 - İngiltere, İngilizler Andaolu’daKitabı okudu
Arka Kapak Tanıtım Yazısı
"Elinizdeki kitap, Ömrünü; dünyanın birçok ülkesine dağılmış ve yurt özlemi içinde yaşayan Yahudileri Arz-ı Mev'ud kabul ettikleri Filistin'de toplayıp bir Yahudi Devleti kurma ülküsüne adayan Politik Siyonizm'in kurucusu Dr. Theodor Herzl'in Sayın Yaşar Kutluay tarafından yorumlanmiş anılarıdır. Dr. Herzl bir Yahudi Devleti'nin mutlaka kurulması davasına öyle bir inançla bağlıdır ki bu uğurda Sultan Abdülhamit'in en yakınındaki paşaları davasına hizmet etmeleri için paraya boğar; Saray'ı adeta rüşvetle satın alır. Dünya kamuoyunu harekete geçirir ve zengin Yahudileri bu hayalin gerçekleşmesi için seferber eder. Herzl'in bütün çabalarına rağmen Sultan Abdülhamit'in Filistin'de bir Yahudi Devletinin kurulmasına rıza göstermemesi üzerine yine de ümidini kaybetmeyen Herzl bu defa Osmanlı'nın bir an önce yıkılnmasını hedefler. Bu uğurda Avrupa'daki Yahudi basınını Türkiye'nin aleyhine çevirir. Dış borçlardan dolayı kıvranan Osmanlı'nın küllerinin arasından bir Yahudi Devleti'nin çıkacağına inanan Dr. Herzl'in, 1900 başlarında, gelecek elli yılda İsrail'in kuruluş haberini tüm dünyaya duyurması, ne denli ileri görüşlü bir siyasetçi olduğunu ortaya koyar. Yaşar Kutluay'ın hayatını ortaya koyarak çevirdiği bu kitap; layıkıyla okunup anlaşıldığı takdirde, ülkemizin bugünkü durumu ve Siyonizm'in gerçek hedefi çok daha iyi anlaşılacaktır." (Yaşar Kutluay; Siyonizm ve Türkiye)
Reklam
-Kır ortamının insanı delirtişi ile şehir ortamının insanı delirtişi arasındaki farkları düşündünüz mü hiç? -Çılgınları hapishaneden beter mekanlarda biriktiren Batı toplumlarıyla, sağalmas sayılan delilerini toplumun sağaltması için ortalığa bırakan Doğu toplumları arasındaki farkları düşündünüz mü hiç?.. -Tatlı kaçıkları acılı kaçıklardan ayıran şey nedir? Kıl inceliğinde bir şey mi, kahkaha kalınlığında bir şey mi? -Hasan Kaçan’ın Deli Ziya’sı büyüklüğünde kaç şairimiz var? -Yıldırım Aktuna’yı belediye başkanı olarak gördüğünde, belediye sakinleri ne gibi hisler duymuşlardır? -Bizans prensleri Adalar’a sürüldüğü gibi, Osmanlı paşaları da oraya sirfün edilmişti. Bugün Adalar’da kaç sürgün vardır? Kaç deli yaşamaktadır. Adalar’ın favnası (kediler, köpekler vs.) arasında da çıldırdı olaylarına rastlanmakta mıdır? -Kır delileriyle (osuruğu cinliler!) şehir delilerinin adlandırılması arasındaki semantik ve semiolojik farklar, onların tarihlerine de ışık tutar mı? Söyleyin ey üşütük’ler, hent’ler, kontak’lar, söyleyin ey tahtası eksik’ler, denyo’lar, düttürük’ler, dağıtık’lar, fıttırık’lar, manyamış’lar, sıpıtık’lar, tozutuk’lar… -Şehir/meşhur/teşhir aynı kökten mi gelir? Çırılçıplak dolaşan teşhirci delilerin, ayrıca flaşör’lerin şehr köküyle bağlantıları bulunabilir mi? Köy tenhalığında flaşör yaşayabilir mi? … Deli miyim, delirmek üzereyim mi? Üzere miyim? Üzereyim mi? Düzeleyim mi?
Yabancıların bu nüfuzu karşısında Osmanlı paşaları bir devletin yanına sığınmayı siyasi başarıları için tek çıkar yol görmektedirler. Reşit Paşa İngilizlerin, Ali Paşa Fransa'nın, Mahmut Nedim Paşa Çar'ın adamıdır. "Artık iktidara geçmek, Osmanlı devlet adamları ile elçiler arasında bir pazarlık konusu haline gelmiştir."
Hiçbir şey Osmanlı İmparatorluğu'na Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın hırsı kadar zararlı olmamıştır. Mustafa Paşa Belgrat'a kadar aynı debdebe ile sürüklediği padişaha bile Viyana'yı zaptetmek niyetinden bahsetmez. Hattâ asıl kararını bütün serhat paşaları ve tecrübeli harp adamlarının itirazlarına rağmen yolda verir. İşsizliğin ve ikdisadî buhranın en son haddini bulduğu, her sene Anadolu'da devleti tehlikeye düşürecek birkaç isyanı beslediği, emniyetsizliğin ve ihanetin devlet adamlarını kurt yaptığı bir devirde Kanunî'yi yenmek, onun başaramadığını başarmak istiyordu. Bununla beraber başlangıçta Viyana bozgunu devletin kaybettiği muhaberelerden biriydi. IV. Mehmed şaşırmasaydı felâket çabuk tamir edilir ve ufak bir hudut tashihi ile iş kapanırdı. Fakat padişah vaziyetin adamı değildi. Kara Mustafa Paşa ise büyük kumandanların çoğunu ortadan kaldırmıştı.
Sayfa 186
Osmanlı paşaları; Hafız Paşa, Reşit Paşa, buranın paşası, oranın paşası, kırmızı fesli paşa, uzun sakallı paşa; tümü aslen ezilen halklara mensup ve çoğunluğu henüz beşikteyken ailelerinden uzaklaştırılmış, devlet işlerinde çalıştırılmak üzere terbiye edilmiş, büyütülmüş ve hayatlarında tanıdıkları tek kural, her şart ve ahval altında devlete ve Padişah'a sonsuz itaat olan sayısız paşa.
Reklam
Bonapart daha Suriye seferine hareket etmeden önce, Hicaz, Suriye ve Palestinde bulunan Emir ve Paşaları iğfal için onlara bir takım mektuplar yazıp göndermişti. Fakat Cezzar Ahmed Paşa aldığı iğfalkar mektuba cevap vermedikten başka, mektubu getireni huzuruna bile çıkartmaksızın, geldiği gibi geriye çevirmişti. Halbuki Peygamberin neslinden geldiğini iddia eden Mekke Emiri Şerif Galib Bonapartın mektubuna cevaben, Mısırda kalan Fransızların Umuru maliye müdiri umumisi Poussielgue'a gönderdiği mektubunda kendisinin ve Mekkelilerin kahvesini satmak ve Mısırla ticaretleri devam etmek ricasile dostluğunu arz ve izhar ediyordu! Arap Emirinin bu garip hareketi, muhafazakar Osmanlı müverrihlerinin bile hayretini mucip olmaktadır.
Cem Bey, babalık davalarına giren tecrübeli avukat arkadaşımdan öğrendiklerim beni üzdü. Yoksul kızla eğlenirken gebe bırakan, kanunu bildiği için kızı bir yıl bugün, yarın evleneceğiz diye oyalayan, gebe bıraktığı kızı, Osmanlı paşaları gibi yanında çalışan bir adamıyla evlendiren erkeklerin hikayelerini anlattılar.
Bu gece sohbetin konusu askerlikti. Mustafa Kemal, “Komutanların en büyük cesareti sorumluluktan korkmamalarıdır” diyor ve Çanakkale’de başından geçenleri anlatıyordu. Bir süre sonra ricat kavramı gündeme geliyor ve bu defa Türk ordularını felaketlere sevk eden faktörün genellikle ricat manevrası için azim sahibi komutanların olmayışından söz ediyordu. Ona göre Osmanlı paşaları bir taarruza maruz kaldıklarında ricat etmeyi bir kabahat olarak görüyordu. Öyle ki Doğu Cephesinde ricat ettiği için eleştirilmişti. Halbuki düşman bu çekilme karşısında galip geldiğini düşünmüş ve takibi bırakmış, böylece yeni bir taarruza fırsat vermiş, nitekim o da bu fırsatı değerlendirmişti. Şimdi masadakilere bu stratejisini anlatıyor ve “On gün sonra icra ettiğim taarruzla düşmanı mağlup ve perişan ederek Muş’u zapt ettim,” diyordu.
Sayfa 303Kitabı okudu
Hiçbir şey Osmanlı İmparatorluğu'na Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın hırsı kadar zararlı olmamıştır. Mustafa Paşa Belgrat'a kadar aynı debdebe ile sürüklediği padişaha bile Viyana'yı zaptetmek niyetinden bahsetmez. Hattâ asıl kararını bütün serhat paşaları ve tecrübeli harp adamlarının itirazlarına rağmen yolda verir. İşsizliğin ve ikdisadî buhranın en son haddini bulduğu, her sene Anadolu'da devleti tehlikeye düşürecek birkaç isyanı beslediği, emniyetsizliğin ve ihanetin devlet adamlarını kurt yaptığı bir devirde Kanunî'yi yenmek, onun başaramadığını başarmak istiyordu.
Reddi-i miras meselesi var bir de
Tarih isteseniz de, istemeseniz de orada, sizin küplerinizde duruyor. Tarih cehaletten dolayı “reddettim” diyince reddedildi zannedilir. Bazıları “Osmanlı’yı reddettim” diyor. Zannediyor ki, pasta keser gibi bir tarih yapabilir. Mümkün değil. Böyle bir şey olabilir mi? Bir kere Cumhuriyeti kuranlar Osmanlı Paşaları, Osmanlı Erkan-ı Harbiyesi. Demek ki, reddi-i miras sosyal düşünceye, sosyal realiteye uymayan bir şey.
220 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.