Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Üstelik kitlelerin tuttukları yollar asla özdeş değildir. Devrimci kitleler vardır, edilgen kitleler vardır, gerici kitleler vardır. Aynı kitleler bile farklı zamanlarda farklı biçimlerde ve farklı hedeflerle harekete geçer. İşte tam da bu nedenden dolayı öncü kolların merkezî örgütlenmesi vazgeçilmezdir. Kazandığı otorite sayesinde kitlelerin yalpalanmasının üstesinden gelebilecek olan ancak bir partidir. Kitleye kutsallık mal etmenin ve bir programı biçimsiz (amorf) bir "demokrasi"ye indirgemenin anlamı; aslında partinin kendi kendisini sınıfın içinde eritmesi, öncüyken artçı olması ve tam da bundan dolayı devrimci görevden feragat etmesidir.
Bu ülkede siyaset ve medya dilinin fazlasıyla tahripkâr, zenofobik ve hamasi olduğunu düşünüyorum. Bir dil temizliğiyle işe başlayabiliriz. İnsanların birbirine göründüğü kamusal mekânları çoğaltabiliriz. Farklı dünya görüşünden insanlar birbirinin gazetelerinde yazabilir, televizyon kanallarında program yapabilir. Gazeteleri resmî bültenler olmaktan çıkarıp sivil kurumlar olarak yeniden yapılandırabiliriz. Unutmayalım ki yabancı, kendi fantezi ve korkularımızı yansıttığımız, bizim öcüleştirdiğimiz kişi veya gruptur. Konuşma dilini simgeler etrafında inşa etmeyi bırakarak, ikonlar yaratıp onlara kutsallık atfetmekten vazgeçerek işe başlayabiliriz. Bizim gibi olmayanı cadılaştırmayı, fikirlerini beğenmediklerimizi hain ilan etmeyi bırakabiliriz. Kızmadan, bağırmadan karşımızdaki insanı dinleyebiliriz.
Reklam
Her şeyin dinsel alan içinde olduğu Arkaik veya geleneksel toplumda kutsallık din etrafında örgütlenirken , modernleşme sürecinde kutsallık da dinden kopar ve ulus devlet çerçevesinde vatan , bayrak , vatan toprağı etrafında, modernite içerisinde de insan hayatı , bedeni , canlı olarak insan varlığı etrafındaki tertibatların temelini oluşturur..
Kutsal olan her şey örseleniyor
Bedenlerin üzerinde tepiniyor birileri... Ya gelip geçici hazzın kaçınılmaz sonuçlarıyla yüzleşmekten korkuyor ve adına özgürlük dedikleri beden siyasetini kutsuyor... yahut siyaset mühendisliğini kutsallık ambalajında sarmalayarak mahrem olanı örselercesine meydanlara sürüyor...
Atatürk de resmen, 4 Kasım 1928'de, 11 Kasım 1928 tarihli Bakanlar Kurulu kararına dayanarak, Millet Mektepleri teşkilatının genel başkanlığı ile başöğretmenliğini kabul eder. Gazi yeni savaşını bilim ve medeniyet cephesinde vermektedir. Yeni alfabe halk arasında “Gazi alfabesi” olarak adlandırılır, alfabeyi öğretmek için basılan afişlerde de Gazi'nin fotoğrafı kullanılır, Millet Mektepleri'nde en başarılı üç öğrenciye “Gazi imzalı anayasa kitapçığı” verilir. Böylelikle okuma yazma seferberliği vasıtasıyla, okutulan metinlerin içeriğinin yanı sıra, fiili olarak da Gazi kültü tüm ülkeye tekrar hatırlatılmış olmaktadır. Başmuallimlik sıfatı ile Mustafa Kemal kültü, artık hem Latin alfabesini öğretmesi bağlamında medeniyetin hem de bilgiyi ulaştırması bağlamında bilimin kutsallığının onun şahsında somutlaştığı bir yeni haleye kavuşacakür. Üstelik mücadele boyunca bilim ve Gazi kültleri, İslâm'ın kutsallığına altematif bir kutsallık odağı olarak billurlaşmaya başlayacaktır.
Sayfa 247Kitabı okudu
Genel olarak söylemek gerekirse, 1920'lerin ilk yarısındaki Gazi kültünün 1930'larda kristalleşecek Atatürk kültüne nazaran iki önemli farkı vardır. İlkin bu kült, giderek silikleşen oranda da olsa, geleneksel dinin kutsallık vokabülerine dayanır. Mustafa Kemal bu dönem boyunca, en başta hâlâ Gazi Hazretleri veya Gazi Paşa'dır. Bu durum, hem o dönem için onun şahsının kutsiyetinin, aslen büyük oranda Kurtuluş Savaşı'nın kutsallığının gölgesinde anlam kazandığını gösterir hem de bu kutsallığın geniş manada hâlâ İslâmi (en azından dini) bir evrende konumlandırıldığını. İkinci fark ise, Kurtuluş Savaşı süresince ve hemen sonrasında Mustafa Kemal'in tek adam olmaması, bu yüzden de onunla irtibatlı kişi kültünün rakipsiz olmamasıdır. Başlangıçta primus inter pares olan Mustafa Kemal, savaş sonrasında kahramanlar panteonunun en parlak yıldızıdır, fakat tek yıldızı değildir. Fakat nihayetinde Mart 1925'te Takrir-i Sükün Kanunu ve Haziran 1925'te TCF'nin kapatılması ile Mustafa Kemal, artık karizmasını kendisi gibi Kurtuluş Savaşı'na bağlı olarak kazanan rakiplerinin hepsini ya tasfiye etmiş ya da kendi emri altına almış, tek karizma merkezi olarak kalmıştır. Bu tarihten sonra kullanılan dil hızla değişmeye başlar. Abdullah Cevdet 1925 Eylül'ünde, Mustafa Kemal'den artık “bu günün peygamberi” olarak bahsetmekten çekinmez. O “medeni ve asri peygamber”dir ve “peygamberi bir akılla” gelmektedir. Onu sema değil Türklük göndermiştir. 1925'te tek adamlığın tasdik edilmesinden sonra kutsallaşma sürecinde önemli bir sıçrama taşı olarak Nutuk öne çıkar.
Sayfa 233Kitabı okudu
Reklam
Büyük savaşla beraber kutsallık sağlayıcı kaynaklarda bir değişim göze çarpmaya başlar. Türkiye'de değil, tüm dünyada, kutsallaşan “bilim, medeniyet, insanlık” gibi kavramlar (yani o dönemki modern insanın kutsalları) sorgulanır hale gelmiştir. 19. yüzyıl boyunca tüm ideolojilerde gözlemlenen bilimin ve medeniyetin gelişmesi vasıtasıyla
_Derin acılar, insanı seçkinleştirip diğer insanlardan farklı kılar. _Wagner, çok derin acılar çeken biri – diğer müzisyenlerden üstün yanı da bu. Her alanda Wagner'e ve bestelediği müziğe hayranım. _Derin acılar çekmiş her insanın ruhsal iğrençliği ve gururu, bir kişinin ne kadar acı çektiği, neredeyse onun değer dizgesi içerisindeki yerini
Bazıları hala ilkokul kafasındalar. İlkokulda öğretilen masalımsı kahramanlık hikayelerini tekrarlıyorlar hala . Memleketleri orada hür irade ile seçilen hükümetlerini yönettiğini Orta Doğu ve diğer bölgelerdeki ülkelerin bağımsız bir şekilde yönetildiğini zannediyorlar. Bir bayrak bir de marş bağımsızlığın göstergesi çoğusu için.. Yabancı ellerin çizdiği sınırlar kutsallık arz ediyor oysa ..Memleketin hiçbir doğal kaynağında o memleketin ahalisinin sözü geçmiyorsa ,yabancı ülkeler istedikleri gibi askeri üstler açabiliyorlarsa, hükümetler tarımı ve ticareti bile yabancıların istediği ölçüde yönetebiliyorlarsa, siyaset sürekli dış müdahaleleri açıksa, eldeki paranın değeri dış güçlerin bizden memnuniyetine göre düşüp çıkıyorsa kim hangi bağımsızlıktan bahsediyor ?
_Devlet, milletin kendisidir. Milleti, idare edenler devlet değildir. Çünkü irade milletindir. Millet, asildir. Millet işlerini yönetenler, onun temsilcileri olabilir. Bu sistemin uygulanmasında göz onunde bulundurulacak en onemli nokta, milletin siyasi, sosyal, eğitim ve gelişme derecesidir. _Devlet, her parcası diğerinin gorevini hazırlayan veya
Reklam
_Kadın üzerine yazı yazarken kalemi gökkuşağına batırıp, mürekkebi kelebek kanatlarının tozu ile kurulayacaksınız. _Herkesin vardır bir köpeği. Bakan, kralın köpeği; memur, bakanın köpeği; kadın, kocasının köpeği, ya da adam karısının köpeği. _Hakikati dinleyecek kadar güçlü olmadığınız için sıradan birisiniz. _Yetenek ve erdemin insanlara bir
İSLAM VE YÖNETİM ÜSTÜNE SON SÖZLER
İslami yönetimin temel ilkeleri: - İslami bir yönetim soya, asalete, hanedanlığa dayanmaz. (Bakara Suresi, 124. Ayet) "Efendisi, bir zamanlar İbrahim’i birtakım kelimelerle sınamış; o da onları tamamlamıştı: 'Seni insanlara önder yapacağım' demişti. 'Soyumdan da?..' deyince, 'Zalimler benim sözüme dahil olmaz'
İslam ve Kutsallık Üzerinde Yeniden Düşünmek
İslami siyaset, istişare ve adalet gibi temel ilkeler yanında barış ve özgürleşme gibi hedefleri öngörür.
Bir bayrak bir de marş bağımsızlığın göstergesi çoğusu için. Yabancı ellerin çizdiği sınırlar kutsallık arz ediyor…hükümetler tarımı ve ticareti bile yabancıların istediği ölçüde yönetebiliyorsa, siyaset sürekli dış müdahelelere açıksa, eldeki paranın değeri dış güçlerin bizden memnuniyetine göre düşüp çıkıyorsa kim hangi bağımsızlıktan bahsediyor.
Din, daha doğrusu kutsal ve kutsallık, Türkiye'de hiçbir dönemde AKP dönemindeki kadar sıradanlaştırılmadı ve kredi kaybına uğratılmadı.
Sayfa 215Kitabı okudu
126 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.