İnsanlar arasında yasamak zorunda olan biri, doğanın uygun görüp bize bahsettiği hiçbir karakteri asla reddetmemelidir; en kötü en berbat, en gülünç olanını bile. Bunu daha çok, ebedi ve metafizik bir ilke sonucu olduğu gibi olması gereken, değiştirilemez bir şey gibi görmeli ve en berbat durumlarda, <Böyle tuhaflıkların da olması gerekir> diye düşünmelidir. Başka türlü davranırsa, haksızlık etmiş ve başkalarını bir ölüm kalım savaşına davet etmiş olur. Çünkü hiç kimse kendi asıl kişiliğini, yani kendi ahlaki karakterini, idrak gücünü, huyunu, fizyonomisini vb değiştiremez. Bir insanın varlığını bütünüyle kınarsak bizimle ölümcül bir düşman olarak savaşmaktan başka çaresi kalmaz: Çünkü varlığı değiştirilemezken, biz onun var olma hakkını ancak bir başkası olması koşuluyla tanımak isteriz, Bu nedenle insanlar arasında yaşayabilmek için nasıl olursa olsun, herkesi kendi kişiliği içinde kabul etmeli ve geçerli saymalı, türü ve yapısı izin verdiği ölçüde ondan yararlanmayı düşünmeliyiz; ama ne değişmesini ummalı ne de onu olduğu haliyle kınamalıyız.
Bebek, ebeveyninin yakın gözlemi altında çevreyi keşfeder; neyin yenebilir olduğunu neyin olmadığını, neyin rahat olduğunu neyin acı verdiğini, neyin tehlikeli neyin güvenli olduğunu öğrenir. Edinilen bilgiler gelişen beynin hafıza bankalarında depolanır. Bağışıklık da bir öğrenme meselesidir. Hafıza, bağışıklık sistemi tarafından, daha önce karşılaşılmış her türlü tehdidi derhal hatırlamak üzere programlanmış hücrelerde depolanır. Ve tıpkı sinir sisteminin öğrenme potansiyelini yaşam boyunca sürdürmesi gerektiği gibi, bağışıklık sisteminin de özellikle her türlü yeni tehdidi tanımak üzere eğitilmiş bağışıklık hücresi klonlari oluşturarak yeni "hatıralar" yaratma kapasitesi bulunmaktadır.
'Halk' deyip geçiyoruz. 'Halk' dediğimiz şey, sanki bir kalıptan çıkıyormuş gibi...Halkları meydana getiren kişilerin ruhlarındaki ayrıntıları tanımak lazım...Bu da ancak halkın çeşitli grupları içinde yaşamakla elde edilebilir.
Özgür olmak sadece bizi insan kılan bilgiden nasibimizi almakla mümkün olabilir. Bizi insan kılan bilgiyse yalnızca vahy yoluyla peygamberlere ulaşmış ve onlar vasıtasıyla bizim istifademize sunulmuş olan bilgidir. Yani biz Vahyin temin ettiği bilgi ile aslmızı tanımak, insan olmamızın şartlarını öğrenmek, insan kalmayı başarmak yoluna gireriz. Bu yol bizi asla dünya cennetine götürmez. Çünkü vahy ile öğrendiğimiz hususlar bizim İçinde bulunduğumuz şartlarda kurtuluşumuzun temini içindir.
Şeytanlaşmanın büyük avantajları vardır .İnsan şeytanlaştıkça daha hür, daha başarılı, daha çok imkanı elinde tutan bir duruma gelebilir. Özgürlük bilgisini unuttuğu için dünya şartlarında kendini daha güvenli, sıkıntılardan ve tehlikelerden salim kabul eder. Kendisine gazap ulaşıncaya kadar.
03 Haziran 1972: Türkçüler Derneği Kurultayı
MHP ile İlişkiler Kopuyor
Türkçüler Derneği ile MHP arasındaki ilişki, 03 Haziran 1972 Cumartesi günü yapılan Türkçüler Derneği Kurultayı'nda kopmuştur. Kurultayda Muzaffer Eriş başkan, Orhan Tuncer ikinci başkan, Abdülhalûk Çay genel yazman, Erdoğan Saruhanlıoğlu genel yazman seçilmişlerdir.
Merak. Birine karşı, ansızın, bir merak duymaya başlarsınız, korkunç bir merak. Onu tanımak, onunla doğmak, dünyaya onunla yeniden gelmek tek amacınız haline gelir. Aşka en uzak cümle, senden nefret ediyorum değil, bilmek istemiyorumdur.
“Diyalektik, kendi zıddını dışarıda bırakmanın düzenidir” dedik... Düşünün ki, kemmiyet hesabıyla birkaç kiloluk eser(!) sahibi bir doçent, hem de İslâmî ilimleri tedris eden bir adam,
“Müslümanın kendi dışındaki fikirleri öğrenmesine lüzûm yoktur!” diye ahkâm kesebiliyor; utanmadan, sıkılmadan, terlemeden... Hani derler ya; “Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz!” diye... Ayı!..
Bu husustaki Peygamber buyrukları bir yana, suyun su olduğunu tanımak gibi bir basit idrak bile, bu soydan soysuz mezhepsizlerin gülünçlüğünü anlamaya yeter... “Müslümanın kendi dışındaki fikirleri öğrenmesine lüzûm yoktur”; oysa, her şeyin zıddıyla kaim olması ölçüsüyle, imân, kendi zıddını dışarıda bırakma hâdisesidir... Neyi dışarıda bıraktığını bilmeyen adam, neyin maliki olduğunu bilebilir mi ki, üstelik alenî plânda ahkâm kesebilsin?.. Hem de Muhiddin-i Arabî Hazretleri gibi bir büyüğün ölçülendirmesi ortada iken:
— “Küfrün kaynağını bilmeyen gerçek imânda olamaz!”
“İslâm’a muhatap anlayış” bahsinin, suratlarına sigara dumanı üflemiş gibi tesir yaptığı adam soyuna, ölçü meâli:
— “Dini yanlış anlamaktan Allah’a sığınırım!”
Ayna tutma ,varlığımızı doğrular kişisel olmayan ilişkiler dünyasında biri sizi daha yakından tanımak istediğinde bu kuvvetli bir deneyimdir en güzel iltifat birinin sizi gerçekten görmesidir ve o kişi sizi sevgi ve heyecanla karşıladığında size kendinizi çok kuvvetli bir şekilde onaylanmış hissettirir.Asıl özel olma durumu işte burada yatar kurulan bağda bireyde değil.