İnsan değerlendiren bir canlıdır. 'Bu yaptığım iyi mi kötü mü' diye değerlendirerek hayatta kalmasını sağlayan topluluk hayatını dizayn edecek ve düzen verecek kuralları oluşturabilmiştir.
İnsan geçmiş-şimdi-gelecek perspektifine sahip bir canlıdır. 'Atalarımın yaşadığı gibi yaşamalıyım, atalarımın uyduğu kuralları
Entelektüel Sözcükler
abesle iştigal: Yersiz, yararsız işlerle vakit öldürmek
absorbe: (Enerji, kuvvet vb. için) Soğurma, yutma, içine alma, yutma.
adaptasyon: Uyarlama
adapte: Uyum
afaki: Belli bir konu üzerine olmayan, dereden tepeden (konuşma)
ajitasyon: Duygu sömürüsü yapma
ajite: Duygu sömürüsü, kışkırtmak, körüklemek
akabinde:
Hayal mi gerçek?
Gerçek mi hayal?
İkisi de mi gerçek?
İkisi de mi hayal? . . .
Hem gerçeği hem hayali muallakta bırakan bir obsesif şüphenin romanı:
Puslu Kıtalar Atlası
Eflâtunî bir girdap içinde büyük daireler çize çize derinlere doğru efsunlanmış ve yarı-anestezik bir halde duhul ederken birden son sayfaya gelmemle birlikte geceyarısının bir kör
Spoiler olabilir
Çocuk en arka sıraya arkadaşının yanına oturdu. Hoca geldi ve ders başladı. Tahtaya bir şey yazıyordu ama çocuk ne yazdığını göremiyordu. Arkadaşına döndü. Sen görüyor musun, diye sordu. Evet görüyorum, deyince çocuk ağlamaya başladı. Kör olmuştu. İşte o çocuk bendim.
Şuan 7 numara gözlük takan
İkilik, tezat kurma açısından çok bereketli. Aynı zamanda ikilik, bir kurgu eseri çok fazla parçaya ayırıp okurun kafasını karıştırmaktan sakınmak için de iyi bir yol. Beyaz Kale de bu güvenli yoldan ilerleyen, okurken fazlasıyla güvenli sularda kalındığını düşündürten bir kitap.
Hikâyenin çıkış noktası güzel. Venedikli bir savaş esiri, Osmanlı
Marcello normalliğin dışında kalmıştı; normalliği normallik olarak adlandırmasının nedeni oradan dışlanmış olmasıydı, normalliği kendi anormalliğiyle tezat içinde olduğundan hissediyordu.
Bir tezat içinde yaşıyoruz. İçinde bulunduğumız acımasız şartlar, en derin biçimde eşitsizliksizci, tüm mevcudiyetini yalnızca para üzerinden değerlendirildiği bir dünyayı bize ideal olarak sunuyor. Müesses nizamı partizanlar, muhafazakarlıklarını savunmak için bu dünyaya ideal ya da muhteşem diyemiyor. Bunun yerine bu düzen haricindeki tüm diğer ihtimallerin berbat olduğunu söylemekte birleşiyorlar. Diyorlar ki elbette mükemmel bir iyilik içinde yaşamıyor olabiliriz ama bir kötülük hali içinde yaşamadığımız için şanslıyız. Demokrasimiz mükemmel değil. Ama adı batasıca diktatörlükten daha iyidir. Kapitalizm adil değil. Ama Stalinizm gibi cani bir ideoloji değil. Milyonlarca Afrikalı'nın AIDS' ten ölmesine izin veriyoruz ama Miloseviç gibi ırkçı ve milliyetçi deklarasyonlar yapmıyoruz. Uçaklarımızla Iraklıları öldürüyoruz ama Ruanda'da veya başka yerlerde yaptıkları gibi insanların boğazını palalarla kesmiyoruz.
"Kendilerini aniden tamamen yalnız bulan iki ruhun hikayesiyle başlıyor."
"Birlikte bir gelecek yaratan iki ruhla bitiyor."
Bu kitapta bir yenilginin ardından Tisaanah ve Maxatarius’un yolları ayrılıyor. Halkının özgürlük mücadelesi daha da haşin bir hal alırken Tisaanah, Max'i hapsolduğu zindandan kurtarmak için
Rousseau için şeytan: Özel mülkiyet. İnsan, bir tarlanın etrafını çitle kuşatıp, burası benimdir dediği günden beri doğru yoldan uzaklaşmış. Cinayet cinayeti kovalamış, facia faciayı. Sonunda medeniyet denilen bu yapma düzen kurulmuş.
Oysa Oscar Wilde için iğrenç olan tabiatın kendisi. Terbiye de içtimai'ye yöneldiği ölçüde bozucu. Şu çocuğa bakın diyor, ne kadar sevimli, bir de şu yirmisindeki haytaya bakın: nobran, edebsiz, lanet. Onu bu hâle getiren toplum yani terbiye.
Ummanların ötesinde bir altın şehir yok. İnsan her ülkede hilekâr ve yırtıcı, zaruret tünelinden hürriyet alanına çıkamadı henüz. Elli bin yıl öncesine kıyasla çok daha güçlüyüz. Ama gelişme bütünü kucaklamıyor. Yol iniş çıkışlarla, geriye dönüşlerle, sapışlarla uzamaktadır.
Dünle yarın, karanlıkla aydınlık boğaz boğaza. Vedalarla Avesta'nın anlattığı kavga sona ermedi. Soyumuzun ana dâvâlarından hangisi çözüme bağlanabildi? Sanayi devrimi hayat üslubunu altüst etti ama kafalar hep aynı. Devler her çağda vardı. Zerdüşt'le Russell, Yajnavalkiya* ile Sartre aynı insan. Cilalı Taş Devri'nden bu yana insanlığın en büyük zaferi 19. yüzyılda gerçekleşmiş: Madde üzerinde hâkimiyet. Kimin hakimiyeti? Üç buçuk Avrupalı'nın. Ya altüst olan ruh dengemiz?
"İnsanın elinde yozlaşmış her şey", doğru ama her şeyi düzelten de insan değil mi? Peygamberler de, veliler de kahramanlar da insan. Tarihi yaratan, fertle yığın arasındaki anlaşmazlık. Hayatın kanunu tezat. Çatışmasız toplum beraber otlayan, beraber geviş getiren adsız bir sürü.
---
*Yajnavalkiya: Upanişatlarda adı sık geçen bir filozof.
Ne dersin beni vurmazlar değil mi dostum? Durup dururken niye vursunlar ki? İnsan elinde olmayan düşünceleri yüzünden vurulur mu?
Bakın kitabın özeti gibi alıntı bırakıyorum size.
Okyanusya’da eskiden nasıldı bilinmez ( hatta bu kitapta bir zamandan söz edilemez hiçbir zaman, zaman kavramını bile yok eden bir iktidar düşünün) yani devrimden önce
Leviathan.. Bir Dünya görüşü. İnsan insanın kurdudur söylemini dile getiren Hobbes bu kitapla sorunları ele almaya çalışmıştır. Eser din ve devlet kurumunun geniş bir perspekttifle ele alındığı güzel bir metin olmuştur. İngiliz iç savaşının da etkili olduğu dönemde Hobbes bu eseriyle siyasete dair görüşlerini dile getirmiştir. Bu yönüyle
Üç İstanbul, Adnan karakteriyle bize 25 yıl içerisinde 3 farklı dönemi sunuyor. Bir insanın 25 yıl gibi bir sürede 3 farklı hayat yaşaması ancak bizlere has bir şey olsa gerekir. 2.Abdülhamit dönemiyle başladığımız yolculukta Adnan muhalif bir gazeteci olarak yer alır. Ancak yaşadığı her şeyi ''tesadüf'' eseri denk gelen şeyler