Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
"Niye 'idi' diyorsunuz?" "Cumhuriyeti kurunca ulus devlete dönüştük. Bu mozaik, haliyle Müslüman Türklerin lehine bozuldu. Sizler gibi, biz de kendi dinimizi ve ırkımızı birinci sınıf kabul ettik." "İnsanlarda mutlaka milli bilinç olmalı." "Elbette ama milliyetçilik abartılırsa işte bugün olanlar olur. Allah'tan biz ulus devlete dönüşürken, başka dinlere olan hoşgörümüzden taviz vermedik." "Yaa, öyle mi?"
Osman Dede'nin ayağa kalkarak karşıladığı ender kişilerden biri de Gavsi Baykara. Yenikapı Mevlevîhanesi'nin son şeyhi Abdülbaki Baykara'nın büyük oğlu. Ortadan biraz uzunca, keskin bakışlarını alaycı bir gülümsemeyle derinleştiren, insanlarla hissettirmeden dalga geçen bir adamdı. Ana dili Arapça, baba dili Farsça da tekke dili Türkçe. 'Olur mu öyle şey?' demeyin. Bu şeyhzade kısmının eğitimi bambaşka oluyor. Annesiyle konuşması gerektiğinde Arapça söylemek zorunda. Kadıncağız, (O da bilmem hangi tekke şeyhinin kızı) oğluna Türkçe bilmezi oynuyor. 'Annemin Türkçe bildiğini Sultanî'ye (Galatasaray Lisesi) başladığım zaman öğrendim' derdi hoca. Babasıysa Türkçe ve Arapça sorulara cevap bile vermiyor. İlle de Farsça olacak. Şeyhzadelerin, iptidai dediğimiz ilkokul tahsili tekkede. İşte Türkçeyi de orada kullanıyor. Maarifin cebrî derslerine ilaveten, Yunanca da öğrenmesi lazım. Heybeliada'dan bir daskalos tutmuşlar. Adamcağız her Allah'ın günü Heybeli'den kalkıp taa Yenikapı Mevlevîhanesi'ne gitmek zorunda. Kolay mı, meşîhatle Patrikhane arasında şifahi anlaşma var. Bu böylece bir yıl kadar devam etmiş, daskalos İslamiyeti seçip kapağı tekkeye atınca Rumlar yaygarayı basmışlar. 'Verin pâreliyelim!' diyecekler akılları sıra. Şeyh Efendi de 'Buyrun alın' demiş. Sonra da, 'Sıkıysa!' lafına da benzer bir şeyler söylemiş. Ortalık sütliman. Yaa... Osmanlı tarih boyunca kimbilir kaç Yâni'yi Kâni yapıvermiş. Hem de yaşına başına bakmadan.
Sayfa 28
Reklam
Adam karısını aldatmış, karısından değil kayınpederden korkuyor. Vay arkadaş yaaa, bu para nasıl bir şey? Satın almış kayınpeder bunu resmen. Adamın tansiyonundan falan da haberi var. Kendi babasının neyi var biliyor mu acaba? Ama helal olsun yaa, oğlu gibi olmuş demek ki adamın. Ben olamadım. Kimsenin oğlu gibi olamadım. Ne annemin ne babamın ne de kayınpederin. Ama baba oldum. Oğul olmak ne demek bilmiyorum ama bir oğlum var. Koca dana oldu şimdi. Doğduğu ilk gün aldım bunu kucağıma, dedim "Ben seni çok seveceğim, bunu da sana göstereceğim." Yapamadım. Seviyorum ama bunu ona gösteremedim. Öyle sokakta elini tutamadım, okula gönderirken yanaklarından öpemedim, omzuma alıp gezdiremedim. Yapamadım işte, denedim ama pek olmadı. Sanki oğlum benmiş aslında, benim çocukluğummuş da ben ona babalık ediyormuşum gibi hissettim. Hoşuma gitmedi o hal.
Doğan KitapKitabı okudu
Yaa, öyle işte Osman. Bitmez sandığımız bir aşkın daha nihayet dibini sıyırmış bulunmaktayız. İnsan, işlerin bu noktaya geleceğini teoride hep biliyor da pratikte bir türlü kabullenmek istemiyor. Herkes söylerken içinden “He he” deyip geçiyor. Yeri geliyor çeşitli laf ebelikleriyle kendini bile geçiştiriyor. Bazı şeyler gerçekten de yaşamadan öğrenilmiyor Osman.
Bir erkeği mutlu etmek istiyorsanız, ona açabileceği bir kavanoz verin :-)
Erkek kavanozu görür görmez garip bir atmosfer içine girecektir. Hani Gotham şehrindeki halk süper kahramanımız Batman'e ihtiyaç duyduğunda gökyüzüne doğru yarasa şeklinde bir ışık tutarak yardım ister yaa...Muhtemelen sizin bıraktığınız kavanoz da benzer bir etki oluşturacaktır. Halkının ona olan ihtiyacı karşısında hiç bir süper kahraman kayıtsız kalamaz. Bu erdemin bilincinde olan elemanımız damarlarında coşan testosteron etkisiyle kavanoza yaklaşır. İlk denemede genelde başaramazlar. Bu onu daha da hırslandırır. İkinci denemede, "testeronun gücü adına, güç bende artık" diye kavanoza öyle bir abanırki kavanozun kapağı ve kavanoz arasındaki kadim bağlılık artık karşı koyamaz ve kendini bırakır. Tam bu sırada hani kavanoz açıldığında çıkan "tık" sesi var ya. İşte o sesin duyulması ile eş zamanlı olarak erkeğin beynindeki ödül merkezinde âdeta bir karnaval söz konusu olacaktır. Bu karnavalın yarattığı sarhoşluk etkisinde, erkek mutfağa öyle bir girerki sanırsın İstanbul'u fethetmiş ve şehre giriş yapıyor. Kavanozu tezgaha koyduktan sonra sadece 1-2 saniyeliğine yandan bir bakış atar size. "Yaaa, ben olmasaydım açlıktan ölecektiniz" şeklindeki bakıştan sonra mutfaktan muzaffer bir komutan edasıyla çıkar.
"Zaten hep sessizdi böyle," diye devam etti anlatmaya: "En zalimce eziyetlerden biri budur biliyor musun? Seninle hiç konuşulmaması, hiç gerçekten nasıl olduğunun sorulmaması, konuşmaya çalıştığında dinliyormuş gibi yapılıp aslında hiç kulak verilmemesi... Evet evet, çok zalimce bir şey bu! Çünkü dıştan bakınca görünmüyor yaran, anlıyor musun? Tokat yok, kavga yok, dayak yok...Ama sevgi de yok. Sen bile fark edemiyorsun sorunun ne olduğunu. Bu kadın beni dövüyor mu? Yok. Sövüyor mu? Yok. Hakaret mi ediyor, küfür mi ediyor? Yok! Eee o zaman derdin ne senin, diye kızıyorsun kendi kendine. Doyumsuzlukla suçluyorsun kendini. Ah, nasıl bir suçluluk duygusu sarıyor içini anlatamam. Soba isini bilir misin? Hani yapışır kalır ya duvarlara, sil sil geri kusar, kokusu çıkmaz uzun zaman. İşte öyle siniyor suçluluk duygusu hücrelerine. Adeta DNA'na işliyor. 'Kötü evladım ben' diyorsun. Çünkü sana kötü bir muamelede bulunulmaması yeter sanıyorsun; fiziksel herhangi bir şiddet yok ya acı da yok zannediyorsun. Oysa iyi bir muamele de yok anılarında. Bir anne hiç çocuğunun saçını sevgiyle taramaz mı yaa, kucağına alıp sıkıca sarmaz mı, yatağına yatırdığında uyduruktan da olsa bir masal anlatmaz mı?"
Sayfa 150Kitabı okudu
Reklam
Geçmiş olsun Osman...
Yaa, öyle işte Osman. Bitmez sandığımız bir aşkın daha nihayet dibini sıyırmış bulunmaktayız.
Yaa, öyle işte Osman. Bitmez sandığımız bir aşkın daha nihayet dibini sıyırmış bulunmaktayız. İnsan, işlerin bu noktaya geleceğini teoride hep biliyor da pratikte bir türlü kabullenmek istemiyor. Herkes söylerken içinden “He he” deyip geçiyor. Yeri geliyor çeşitli laf ebelikleriyle kendini bile geçiştiriyor. Bazı şeyler gerçekten de yaşamadan öğrenilmiyor Osman. Ayrılık acısı harbiden garip olay. Aşk acısı demek doğru olmaz buna, aşk sadece bir parçası. Ayrılık ondan çok daha fazlası. İçine bazen dünyalar sığıyor, hiç ilgisi olmayan konular bile bununla ilgiliymiş gibi geliyor insana. Biz ayrıldık diye salgın başladı, biz ayrıldık diye denizler kustu, biz ayrıldık diye yandı ormanlar, iklim krizi çıktı biz ayrıldık diye. Bir ara sorumlu ararlar da alır bizi hapse atarlar diye korktum, düşün, o kadar biz ayrıldık diye oldu gibi geliyordu her şey. Gerçi ikimizi aynı hücreye tıkacaklarını bilsem çıkar çat çat itiraf da ederdim, o kadar özlüyordum seni. Üzüntüden burnumun ucunu göremediğim o günler gerçek miydi diye düşünüyorum şimdi. “Niye o kadar üzüldüm acaba?” diyorum. Başka bir derdim vardı da söyleyemiyor muydum, içime mi atıyordum ne bok yiyordum diyorum. Sana yanarken kendimi nasıl da ihmal etmişim, halimi hatırımı bile sormamışım resmen. Ama artık tarafıma yaptığım tüm ayıpları telafi ediyorum. Hayatımın bundan sonrasını şahsi beyaz atlı prensim yahut hiç olmazsa atım olarak geçirmeyi planlıyorum. Canım beyaz olmasa da olur, ayağımızı yerden kessin yeter diyorum. Onu diyorum işte, ben bu kadını yollarda bulmadım Osman.
Adam karısını aldatmış, karısından değil kayınpederden korkuyor. Vay arkadaş yaaa, bu para nasıl bir şey? Satın almış kayınpeder bunu resmen. Adamın tansiyonundan falan da haberi var. Kendi babasının neyi var biliyor mu acaba? Ama helal olsun yaa, oğlu gibi olmuş demek ki adamın. Ben olamadım. Kimsenin oğlu gibi olamadım. Ne annemin ne babamın ne de kayınpederin. Ama baba oldum. Oğul olmak ne demek bilmiyorum ama bir oğlum var. Koca dana oldu şimdi. Doğduğu ilk gün aldım bunu kucağıma, dedim "Ben seni çok seveceğim, bunu da sana göstereceğim." Yapamadım. Seviyorum ama bunu ona gösteremedim. Öyle sokakta elini tutamadım, okula gönderirken yanaklarından öpemedim, omzuma alıp gezdiremedim. Yapamadım işte, denedim ama pek olmadı. Sanki oğlum benmiş aslında, benim çocukluğummuş da ben ona babalık ediyormuşum gibi hissettim. Hoşuma gitmedi o hal.
' Yaa, öyle işte Osman. Bitmez sandığımız bir aşkın daha nihayet dibini sıyırmış bulunmaktayız. '
İletişim Yayınları pdfKitabı okudu
Reklam
Final
"Yaa, öyle işte Osman. Bitmez sandığımız bir aşkın da nihayet dibini sıyırmış bulunmaktayız. İnsan, işlerin bu noktaya geleceğini teoride hep biliyor da pratik de bir türlü kabullenmek istemiyor. "
Yaa, öyle işte Osman. Bitmez sandığımız bir aşkın daha nihayet dibini sıyırmış bulunmaktayız.
Nerden başladım bu kitaba Ben yaa
"Ben öyle biri değilim. Beni bu kadar çok sevmeni asla istemedim ve seni kendimden uzak tutmak için gittim buralardan." "Tahmin etmiştim; bu tam da senin yapacağın türden birşey ama işe yaramadı işte. Ben bu süreçte seni daha da çok sevdim ve mutlu olman için çok çalıştım, bilardodan ve diğer sevmediğin şeylerden vazgeçtim, bekledim ve hiç şikâyet etmedim çünku o zaman beni seversin diye düşündüm ama şimdi anlıyorum ki yeterince iyi değilim..."
Öyle yaa
Beden üşüse çaresi vardı işte, eyvah ki ruh üşüyorsa…
Yaa, öyle işte Osman. Bitmez sandığımız bir aşkın daha nihayet dibini sıyırmış bulunmaktayız. İnsan, işlerin bu noktaya geleceğini teoride hep biliyor da pratikte bir türlü kabullenmek istemiyor.
131 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.