Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ve bu benim Yalnız bir kadın Soğuk bir mevsimin eşiğinde, Yeryüzünün kirlenmiş varlığını anlamanın Başlangıcında Ve gökyüzünün yalın ve hüzünlü umutsuzluğu Ve bu beton ellerin güçsüzlüğü
TATYANA’NIN ONEGİN’E MEKTUBU Size yazıyorum ? Daha ne denir? Hem daha ne söyleyebilirim ki? Şu an, biliyorum, elinizdedir Hor görüp cezalandırmanız beni. Bu benim mutsuz kaderimdir, Bir damla acıyı koruyarak siz, Elbette beni terketmezsiniz. Susmayı tercih ettim ben önce; İnanın: şu rezil yaşamımdan Haberiniz olmazdı hiçbir zaman, Bir
Reklam
Herhangi bir kaya kadar somaki, hayatında dokunduğu her çelik kadar sert taşlar. İnanç mıydı bu? Orada kapana sıkışmış halde açlıktan ölebilirdi. Ama ne tarafından kapana sıkıştırılmış halde? Bu inançtan öte bir şeydi. Mutlak, sorgulanmayan bir ikna durumuydu. En yalın önermeden kaynaklanan bir durum: “Sizinle akıllarımızın içinde ufak bir gezinti yapalım.” “Hipnotize edilemeyeceğimi söylediğimde aklım neredeydi acaba?” diye düşündü Jamie. “Birkaç tatlı sözün peşine düştüm ve zindana kapatıldığıma ikna oldum. Ama nasıl? Orada yalnız bırakılsa da ölmeyeceğini yıllar sonra öğrenecekti. Sonunda uyuya kalacak ve kendisine daha birkaç saat önce tartışmasız gerçek gibi görünen hapsedilmişlik duygusundan sıyrılmış halde uyanacaktı.
''İmparator Kostantin'in başı bir Türk sipahinin kılıç vuruşuyla yere düşürülmüştü. Ve Yahya Kemal'e: ''Düşsün çelengi Rumun, eğilsin seri frenk Vur Türkü gönderen yedi takdir aşkına" destanını söyletecek büyük hadise olmuştu. Türk ordusu, vuruşa vuruşa Divanyolu'na ve oradan Ayasofya'ya doğru ilerliyordu. Biraz sonra çan yerine ezan sesleri yükselmeye başladı. Bizans düşmüştü. Böylelikle: Cetlerimizin bembeyaz şimşekler gibi parlayan yalın kılıçları, orta çağların karanlıklarını boğdular ve insanlığa, yeni çağ denilen asırları armağan ettiler. Fatih ölebilir mi? Fatih'in etrafındaki Türk şehitleriyle, gazileri, ölebilirler mi? Nitekim ölmediler de! Yalnız kendi tarihlerinde, Türk tarihinde değil, dünyanın en büyük olayı olarak yabancı tarihlerde de dünkü büyüklük ve haybetleriyle yaşamaktadırlar. Bana: Padişah destanlarından zevk alıyorsun.. Sen nasıl Cumhuriyetcisin, demeyiniz. Ben Cumhuriyetçiyim ve Cumhuriyetçi olarak öleceğim. Bu mutlak ve muhakkaktır. Ancak benim Cumhuriyetçiliğim, millî tarihimin, millî destanlarımın şereflerini, fetihlerini inkâr etmek anlamına gelmez. Asla!... Hatta tarihime ait kabahatleri de benimserim. Tarih bir küldür, bu mirası toptan benimserim. Fatihler, Selimler Türkün birer övünme, şeref destanlarıdır. İnsan olarak insanlığın bile.''
"Yalnız Kalmak" yahut "Yalın Kalmak"
Yalnızlık bütün ölü dallarımızı koparan sessiz bir fırtınadır. Ama canlı köklerimizi canlı toprağın toprağın canlı kalbine sokar, hem de daha derinden.
Ayaz
“ben sende bir coğrafyayı gördüm. Göz bebeklerinde parlayan yıldızlar. Onlar bana zirveleri hatırlattı. Issız bir tepedeyim san ki, uzatsam ellerimi dokunacağım gözlerine. Öylesine güzel serpiştirilmişti ki gecenin karanlığına. Gizli günahların tanığı olduğundan utangaç biraz. Kimselerin şahit yazamayacağı kadar uzasın yeryüzüne. Uzatsam ellerimi
kent kitapKitabı okudu
Reklam
Dilsiz ve sagir
siz gercekten yaradanla hic konusamiyorsunuz! Keskin, samimi ve yalın degil dilinize gelen,avuclariniza biriken dualar.Yalniz soguk tekerlemeler ve otomatik formuller var dilinizde O' ndan istemeyi bilmiyorsunuz.O'nu yasamayi dillendiremiyorsunuz
"Ve eriyen karın fotoğrafını çektim. Ve karda yalın ayak yürüyen çocukların fotoğraflarını çektim(renkli/mosmor). Kanayan yaraların fotoğrafını çektim. (Kan ve irin rengi) Ölen bebelerin (ölmeden önce/ölürken/öldükten sonra) fotoğraflarını çektim (renkli ve siyah beyaz). Satılan kızların fotoğrafını çektim (satılmadan önce, satılırken ve satıldıktan sonra). Karın altında açılan, içine çıplak bir bebe ölüsünün bırakıldığı, ıslak, soğuk toprağın fotoğrafını çektim. Ot bitmez, kar tutmaz kayaların fotoğrafını çektim. Donan gözyaşının fotoğrafını çektim. Zazi' nin dik başının fotoğrafını çektim. Muhtar Ağanın yaşının fotoğrafını çektim. Bitlerin fotoğrafını çektim. Ellerin fotoğrafını çektim. Yalnızlığın fotoğrafını çekemedim. Türkülerin, ağıtların fotoğrafını çekemedim. Çaresizliğin fotoğrafını çekemedim. Çılgınlığın fotoğrafını çekemedim. Ya da çektiklerim yalnız bunlardı."
Sayfa 180 - sel yayıncılıkKitabı okudu
Yolculuk
I O zamanlar gökyüzü biçilmiş buğday kokardı Çiğnenmiş üzüm, mısır püskülü, bostan yaprağı Toprak kokardı insan emeğiyle yoğrulmuş. Rüzgâr serin sesli konuğuydu evlerin Bulutlardan ağaçlardan saçlardan süzülen Bir dirim duygusuyla doldururdu odaları Yağmur ikinci adıydı akşamların Günün yorgunluğu üzerine dökülen Bir düş inceliğinde
Sayfa 115 - 1985/86Kitabı okudu
ve bu, benim yalnız bir kadın soğuk bir mevsimin başlangıcında yeryüzünün kirlenmişliğini ve gökyüzünün yalın, kederli umutsuzluğunu ve bu beton ellerin güçsüzlüğünü anlamanın eşiğinde
Sayfa 103
Reklam
ve bu benim yalnız bir kadın soğuk bir mevsimin eşiğinde, başlangıcında yeryüzünün kirlenmiş varlığını anlamanın ve gökyüzünün yalın ve hüzünlü umutsuzluğunun ve bu beton ellerin güçsüzlüğünün
Sayfa 209
Tablom, köyümüzün ilk sosyalisti, ilk öğretmeni Duyuşen'in hayatını ele alacak... Bu karmaşık hayatın türlü yönlerini, savaşla dolu anları, insanların ayrı talihlerini renklerle anlatabilecek miyim? Arkadaşlarım, ne yapmalıyım, bana verilen bardağı hiç sarsmadan olduğu gibi sizlere ulaştırabilmek için? Ne yapayım da sizlere yalnız benim düşüncem ulaşmasın? Bu tablo hepimizin eseri olsun? Tabloyu yapmaktan vazgeçsem, yapamam. Bu düşünce ne kadar telaşlandırıyor beni bir bilseniz. Bazen hiçbir şey yapamayacağımı sanıyorum. O zaman talihim neden benim elime fırça verdi, diye üzülüyorum. Böyle çırpınmalar içinde, yaşamak zor. Bazen kendimi öyle güçlü hissediyorum ki dağları yerinden oynatabileceğimi sanıyorum. O zaman kendime; gör, öğren, seç diyorum. Çocukluk yıllarında sana bunca sevinç, heyecan bağışlayan ikiz kavakları, Duyuşen'le Altınay'ın kavaklarını çizmek! Kavağın en yüksek dallarına tırmanmış, heyecan ve şaşkınlık içinde, uçsuz bucaksız bozkırı seyreden yalın ayak, güneşten yanmış bir çocuk çiz. Ya da bir tablo düşün. Çiz ve altına 'ilk öğretmen' diye yaz. Bu Duyuşen'in derenin köpüklü sularından, çocukları geçirdiği, yanından alay ederek besili atlar üstünde tilki derisinden kalpaklı kötü insanların geçtiği an olabilir. Bunu da beğenmezsen, öğretmenin Altınay'ı sehre yollamasını al. Son olarak nasıl haykırmış o, hatırlıyor musun? Öyle bir tablo çiz ki, Duyuşen'in Altınay'a haykırışı, bugüne kadar Altınay'ın yüreğinde çınlayan bu sesler, insanların yüreğine işlesin.
Sayfa 61 - Elips Kitap
"Yalnız siyasal partilerin çöküşü söz konusu değil. Bütün bir toplum çöküyor! çökecektir. (Yeni bir yazının uç vermesi de bunu haber veriyor önceden.) Tarih ölülerle yürür! Ne yazık ki bu dünyada insan toplulukları böyle. İnsanların akılları başlarına başka türlü gelmiyor tarihte. Yakınımızdaki partilere gelince; özellikle "Sosyalbürokratlar", pardon! dilim sürçtü! bizim sosyal demokratlar iyice pörsümüştür. Bir ara, çevrilerek gündeme getirilmişti: "Devlet" -"Toplum" ikiliği. (Cumhuriyet'ten yaralanmışlardan söz etmiyorum daha.) Bugün 1992'de "Devlet" ve 'Toplum" birbirlerine adamakıllı ters düşmüşlerdir. Ters çevirirsek, öncelik Toplum'da olmalı, yani insanlarda. (Sözcük düzeyinde bile "Toplum" gülen bir sözcüktür, "Devletse çatık kaşlı!) Bana, kurularak sivillik yapılmaz gibi geliyor. Yalın bir çözüme dahi izin verilmiyor. Ne, yapalım ki, tarih ölümlerle yürüyor!"
Sayfa 52 - YKYKitabı okudu
826 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.