Günlerin Köpüğü, şiirsel, fantastik veya tersten okunuşuyla trajik, yergisel, karamsar ve hepsinin ötesinde ironik bir yapıt...
Bunca sıfatı içinde barındıran eserde bir bölümden diğerine geçerken az önceki duygudan ustalıkla koparılan okur, imgelerin peşine düşmenin hazzını yaşayabileceği gibi teslim olmayı da seçebilir.
Okura tercih sunmayı
Dün "Taş Sektirme Ustası"nı okudum. Şiirlerle, müziklerle, görüntülerle zihnimin kıvrımlarında kendine yer buldu. Edebi dünyamın çok sesli evine yerleşti.
"Keserek geçmeyen
Kökünden koparılmayı bekleyen bir şey gibi buradayım
Bir şey
Yanındaki taşa alışamamış bir taş
Yerini yadırgayan bir çivi"
Bir duvarın içinde
Duvarın bir
1871: "Bugüne kadar kitabınızdan daha güzel bir şey okumadım! Cosima'ya dedim ki, ondan hemen sonra siz gelirsiniz: Sizin ardınızdan da uzun süre hiç kimse..."
1872: "Kitabınızı tekrar okudum ve Tanrı huzurunda yemin ederim ki benim ne istediğimi bilen tek kişi olduğuna inanıyorum."
Wagner'in, Tragedyanın Doğuşu ile ilgili
YAZMAYA SUSAMAK
Nazan Bekiroğlu’nun "Nun Masalları" kitabının “Hattat ve Padişah” adlı birinci bölümü, “Hat ve Rasat, Kayıp Padişah, İri Kara Bir Leke ve Âyine-i Mücelllâda Nihanız” başlıklı dört ara bölümden oluşan bir hikâye. Sevgili okur arkadaşım
Yağmur M.’nin teşvikiyle "Nun Masalları" kitabıyla bir
Dünya Edebiyat tarihinde belki de en çok tartışılan , tartışılacak olan ve tartışılmayı da hak eden bir kitap. Kitabın hem övülecek ve hem de eleştirilecek o kadar çok özellikleri var ki; işte bütün bunlardan dolayı bence de çok tartışılmalı ve çok konuşulmalıdır bu kitap.
Kitabın yazarı Boris Pasternak , aslında usta bir şairdir ve
"Açıklama denen şey giydirip kuşatılmış bir yanlıştır, yanlışın ta kendisi.."
Her yorumun başlı başına bir yanlışlık olasılığı gibi.Çünkü kitabı elime aldığım andan bitene değin onlarca yorum analiz cümlesi geçti kalemimden her biri diğerinden doğru ve diğerinden yanlış.
Bu açıklamayı da(!) yaptıktan sonra yazarın okurunu sürüklediği
1993'ün daha ilk ayında, 12 Eylül'ün habercisi 24 Ocak Kararları'nın yıldönümünde, Cumhuriyet'in ve laikliğin ödün vermez savaşımcısı Uğur Mumcu öldürülmüştü. Bu cinayet, laiklik düşmanı bir tehlikenin ülkemizi iyice kıskacına aldığının göstergesiydi.
Çağdaşlığın, Cumhuriyet'in, laikliğin, aydınlığın düşmanlarının, üstelik ne yazık ki
Yokluğun buz gibi soğuk
Uzaklardan bir ses olmanı isterdim, bir selam, bir nefes... 'Üşüme' diye seslenmeni isterdim... Bir el olmanı isterdim, bir kol... 'Özledim' deyip sarılmanı... En karanlık yerinde düşlerimin çıkıp gelmeni isterdim kınalı bir bahar gibi, umut ışığı olmanı isterdim hayatıma... Gelseydin ve yaslasaydım başımı omuzuna,
Sanatçılarla birlikteyken, resimlerle, müzikle, güzel olan her şeyle, kendine ait küçük bir dünyaya kapanmanın keyiflerini çok yoğun hissederim; sonra sokaklara çıktığımda yoksul, aç, kirli küçük suratıyla karşılaştığım ilk çocuk, şöyle dedirtir bana: ‘Hayır, kendimi kapamam - kendime ait bir dünyada yaşamayacağım.
Bu tür bir şey artık varolmayana dek resmi, yazıyı, müziği tümüyle durdurmak istiyorum.’ Siz de,” diye toparladı, sözlerini, .. “yaşamın bilmez tükenmez bir çatışma olduğunu hissetmiyor musunuz?”
Öyle gunler vardır ki dünya, dayalı döşeli bir odaya benzer; açık renklere boyanmış tavanı gökyüzü gibi hisseder, açık yeşil duvar kagıdına dağlara bakar gibi bakarsınız. Yaşamın rengarenk halısı üzerinde yuvarlanan oyuncakların çocuksu şirin müziği ulaşır kulaklarınıza. Bazen bu ilkbahar günleri yazın ortalarına, hatta son bahara kadar uzanır, sonra yaşlılık zamanının çocukluk günlerine dönüşür. Butun çocuk oyunlarının ve son barışın arkasında yatan bir şeylerin anımsanması gibi dokunaklıdır bu günler.
Mutlu ölüme kadar söylenecek çok şey vardı. Evet! Konu ölüm olunca mutluluğun da pek değer kazanması gerek diye düşünüyorum. Nasıl yaşanmasını hayatımız boyu her saniyesine kadar düşünüyor – ola ki her saniyesinde olmasa da tüm eylemlerimiz bu yönde – fakat işin ucundaki ölümü, yaşamımız boyunca kazandığımız az çok mutluluğumuzu da elimizden