(Nazi kampı günleri sona erdikten sonra, özgürlük günlerimizin birinde) Bir arkadaşımla birlikte, tarlaların arasından kampa doğru yürüyorduk, önümüze yeşil bir tarla çıktı. Otomatik olarak tarlaya girmekten kaçındım, ama arkadaşım kolumu kavrayıp beni ekili tarlaya soktu. Henüz yeşermekte olan ekini çiğnemememiz gerektiği konusunda bir şeyler kekeledim. Canı sıkıldı, öfkeyle bana baktı ve bağırdı:
“Konuşma!
Bizden yeterince şey alınmadı mı?
Karım ve çocuğum gaz odasında öldü
-başka şeyleri anmama gerek yok-
ve sen birkaç yulaf sapını çiğnememi yasaklayacaksın!”
Bu insanlar, kendilerine kötülük yapılmış bile olsa, hiç kimsenin kötülük yapma hakkına sahip olmadığı yolundaki sıradan gerçeğe ancak yavaş yavaş döndürülebilirdi.
Onları bu gerçeğe döndürmek için
çaba göstermemiz gerekiyordu,
aksi takdirde sonuçlar,
birkaç bin yulaf sapının kaybedilmesinden
çok daha kötü olacaktı.